anton çehov etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
anton çehov etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Haziran 2015 Salı

ACI

ACI
Kime anlatsam kederimi”
Akşam karanlığı...Sulu,iri iri kar taneleri,henüz yakılmış fenerler etrafında
uçuşuyor,ince yumuşak bir alçı tabakası gibi damları,atların sırtlarını,omuzlarını,başlıklarını
kaplıyor.Arabacı İona Potapov, bir hayalet gibi bembeyaz.Canlı bir vücut ne kadar
büzülebilirse o kadar büzülmüş,hiç kımıldamadan yerinde oturuyor.Üzerine bir yığın
kar düşse bile gene karı silkmek lüzumunu duymayacak.Beygiri de bembeyaz,hareketsizdir.
Hareketsizliğiyle,keskin köşeli biçimiyle,ayaklarının sopaya benzeyişle o bir kapiğe
satılan posta atlara benziyor.Herhalde düşünceye dalmış.Sabandan,alıştığı o rahat
manzaralardan alınıp da buraya,korkunç ışılarıyla,hiç kesilmeyen gürültüleriyle,öteye
beriye koşuşan insanlarla dolu bu kargaşalık içine düşen bir mahluk,böyle uzun uzun
düşünmez de ne yapar?
İona ile beygiri, çoktan beri yerinden kımıldamıyor.Avludan daha yemekten önce
çıkmışlardı,hala siftah etmediler.İşte şehir üzerine akşam karanlığı basıyor.Fener
ışıklarının solgun alevleri,yeislerinin daha canlı ışıklara bırakıyor.Sokağın gürültüsü
daha da artıyor.İona birdenbire:
Arabacı,Viborg tarafına!”diye bir ses işitiyor.Arabacı.Şaşırıyor,karla birbirine
yapışan kirpikleri arasında,kaputla kukuleta giymiş bir subay görüyor.Subay:
Viborg tarafına!” diye tekrarlıyor.”Uyuyor musun, nedir? Viborg’a!
İona,kabul işareti olarak dizginleri çekiyor.Bu çekişle,atın dizginleri,sırtı üzerindeki
karlar,alçı parçaları halinde düşüyor..Subay,kızağa oturur.Arabacı,dudaklarını şapır-
datır,boynunu,kuğu gibi uzatır,yerinden kalkar gibi davranır.Fazla alışkanlık yüzünden
kamçısını sallar beygir de boynunu uzatır,sopa biçimindeki ayaklarını büker,kararsız
kararsız yerinde kımıldar.Çok geçmeden,aşağı yukarı giden karartılardan sesler işitir.
Nereye gidiyorsun ulan?Şeytan mı dürttü seni.Sağa al sağa!”
Kızaktaki subay kızarak:
Sen daha kızak sürmesini bilmiyorsan,sağa gitsene”der.
Bir karose arabacısı küfreder,sokağı koşa koşa geçerken omuzuyla atın ağzına çarpan
bir yolcu,İona’ya öfkeli öfkeli bakar,sonra kolundan karları silker.İona,yerinde sanki
iğne üzerinde oturuyormuş gibi kımıldar,dirseklerini geniş geniş açar,sanki nerede
olduğunu,niçin burada olduğunu anlamıyormuş gibi gözlerini fırıl fırıl döndürür.
Subay alaylı alaylı:
Hepsi de ne aşağılık herifler değil mi? Sanki seninle çarpışmak yahut atın altına
düşmeye gayret ediyorlar.Birbirleriyle sözleşmişler gibi,öyle değil mi?”
İona,başını çevirip müşterisine bakar,dudaklarını kıpırdatır..Bir şey söylemek
istediği bellidir.Ama boğazından,kısık seslerden başka bir şey çıkmaz..
Subay:
Ne var?” Diye sorar.
İona gülümsüyormuş gibi ağzını çarpıtır,ıkınır,sıkınır,nihayet:
Benim de beyefendi...bu hafta oğlum öldü.”
Hım...Neden öldü?”
İona,bütün gövdesiyle müşterisine döner:
Kim bilir? “der.Herhalde hummadan..Hastanede üç gün yattı,öldü Allahtan işte.
Karanlık içinde:
Yolunu değiştirsene herif..Ne o köpoğlu köpek,görmüyor musun?”sesleri işitilir.
Müşteri:
Sür,sür,der.Bu gidişle sabaha kadar varamayız.Atı biraz sürsene!
Arabacı tekrar boynunu uzatır,yerinde bir davranır,ağır bir kibarlıkla kırbacını şaklatır.
Bundan sonra birkaç defa başını çevirir,müşteriye bakar.Ama o,gözlerini kapar.Dinle
meye hiç de istekli olmadığı bellidir.İona,müşterisini Viborg tarafına bıraktıktan sonra
lokanta önünde durur.Gene büzülür,gene hareketsiz kalır.Sulu kar,tekrar başlar.Onu
da atını da gene beyaza boyamaya başlar.Bir saat böyle geçer.Kendisi de,beygiri de
gene bembeyaz kesilir.Bir saat,iki saat böylece geçer.
Kaldırımda yüksek sesle tartışıp lastiklerini kuvvetle vurarak üç genç geçer,ikisi
uzun,ince boyludur,üçüncüsü kısa boylu,kamburdur.Titrek bir sesle:
Arabacı,polis köprüsüne!”diye bağırır.Üç kişi yirmi kapik.
İona,dizginleri çeker,dudaklarını şapırdatır,yirmi kapik para değil ama ne yapsın,
artık fiyatı düşünmez.Ruble mi,beş kapik mi onca farkı yoktur.Yeter ki müşteri olsun.
gençler birbirine sövüp sayarak,itişe kakışa kızağa yaklaşır,üçü de oturmaya çalışırlar.
Uzun tartışmalardan,karşılıklı alaylardan sonra en kısa boyluları kamburun ayakta
durmasına karar verilir.Kambur,yerini alarak İona’nın ensesine üfler:
Haydi,sür!“ diye titrek bir sesle bağırır.”Atı kırbaçla bakalım.Amma da şapkan var
kardeş.Daha kötüsü Petersburg ‘da bulunmaz.”
İona,hi,hi,diye güler:
İşte böyle şapka”
E,böylesi,sürsene beygirini.Yol boyunca hep böyle mi gideceksin.Yoksa ense
köküne indiririm ha.”
Uzun boylulardan biri:
Başım çatlıyor” der.”Dün Dukmasov’larda Vaska ile birlikte dört şişe konyak içtik”
Öbür uzun boylusu da:
Amma da atarsın sen”diye çıkışır.
Vallahi doğru söylüyorum”
Evet o kadar doğru ki bitler bile güler.”
İona,hi,hi diye güler:
Baylarımın keyfi yerinde.”
Kambur, kızarak:
Allah cezanı versin moruk” der.Sürecek misin,sürmeyecek misin? Bu sanki
arabayla gitmek mi?Şunu bir kamçılasana.Hadi bakalım.Hah,işte şöyle.Adamakıllı”
İona,sırtında bir vücudun kımıldadığını,kamburun sesini duyar.Kendisine edilen
küfürleri işitir,insanları görür,yalnızlık duygusu,yavaş yavaş ondan uzaklaşır.Kambur,
öyle yakası açılmadık uzun küfürlere başlar ki,bitirmeye nefesi yetmez,öksürmeye
başlar.İki uzun boylu genç bir Nadejda Petrovna’nın sözünü etmeye başlarlar.İona,
onlara döner,kısa bir sessizliği fırsat bilerek başını biraz daha çevirip der ki:
Benim de bu hafta oğlum öldü”
Kambur,öksürdükten sonra dudaklarını silerek içini çeker:
Hepimiz öleceğiz”der.”Hadi,sür sür.Ben daha fazla böyle gidemem İmkanı yok.
Bu arabacı bizi ne zaman götürecek?”
Sen de şöyle hafiften ensesine bir in de..”
Moruk,işitiyor musun? Ensene indireyim mi?Size nezaketli davranmaktansa
insan yürüsün daha iyi.İşitiyor musun?Eşek Eşekoviç.Sözlerim vız geliyor galiba sana.”
İona,ensesine inen tokatları pek duymaz,daha çok sesini işitir.
Hi,hi,diye güler:
Neşeli baylar.Allah uzun ömür versin.”
Uzun boylusu:
Arabacı, evli misin?” diye sorar.
Ben mi? Hi,hi, neşeli baylar.Şimde tek karım var.Kara torak...Ha ha ha,mezar,
mezar...Oğlum öldü de ben yaşıyorum.Şaşılacak şey.Ölüm,yanlış kapı çaldıçBana
geleceğine oğluma geldi...”
İona,oğlunun nasıl öldüğünü anlatmak için başını çevirir.Ama o anda kambur
hafifçe içini çeker:
Hele şükür,gelebildik” der.
Arabacı,yirmi kapik aldıktan sonra karanlık bir giriş kapısı içinde kaybolan hovarda
gençlere uzun uzun bakar.Gene yalnız kalır.Gene içinde sessizlik başlar...Bir zaman
sönmüş olan acısı gene baş gösterir,daha büyük bir kuvvetle göğsünü ezer.İona’nın
gözleri kaygıyla,acıyla sokağın iki yanından geçen kalabalığa dikilir;gelip geçen
binlerce insandan onu dinleyecek biri var mı acaba?Ama kalabalık,ne onu ne de
acısını fark etmeden geçip gider.Acısı korkunçtur,sınırsızdır.Ona öyle geliyor ki,
göğsü patlayıp içinden acısı fışkırsa,bütün dünyayı kaplayacaktır,ama gene de bu
acı görünmez.O kadar küçük bir kabuğa sığınmıştır ki,gündüz ışık altında bile görülmez.
İona elinde zembil taşıyan bir kapıcı görür,onunla konuşmaya karar verir:
Kuzum, saat kaç? Diye,sorar.
Ona geliyor.Niye durdun burada? Yürüsene!”
İona,birkaç adım uzaklaşır.Tekrar büzülür.Kendini acısına verir.Artık insanlarla konuş-
mayı lüzumsuz sayar.Ama daha beş dakika geçmeden,eğilip kalkar,sanki bir acı
duymuş gibi başını sallar,dizginleri dürter.Artık daha fazla dayanamaz”Hana gideyim”
diye düşünür”Hana”
Beygir,sanki düşüncesini anlamış gibi tırısa kalkıp koşmaya başlar.Bir bucuk
saat geçmeden büyük,pis bir tandır yanında oturur.Tandırda,döşemede,peykelerde
insanlar yatmışlar,horulduyorlar.Dumanlı,boğucu bir hava.İona,uyuyanlara bakar,
başını kaşır.Oraya bu kadar erken döndüğüne pişman olur.”Arpanın parasını bile
çıkaramadım”diye düşünür.”Kederim hep bundan.İşini bilen,atını doyuran insan
her zaman rahattır.” Genç bir arabacı,bir köşeden kalkar.Uyku sersemliğiyle yıkıla
yıkıla boğazını temizler.Su dolu kovaya uzanır.İona:
Su mu içeceksin?”der.
Evet,su.”
Eh,afiyet olsun.Benimse kardeş oğlum öldü.Haberin var mı?Bu hafta
hastanede...Olur şey değil.”
İona,bu sözlerin ne tesir bırakacağına bakar.Ama hiçbir tesir bırakmadığını görür.
Genç arabacı kafasını yorganın altına sokup hemen uyur.İhtiyar,ah çeker,başını kaşır.
Genç arabacı nasıl su içmek isterse, o da öyle konuşmak ister.Oğlu öleli nerede ise
bir hafta olacak.O ise bu hikayeyi daha kimseye gereği gibi anlatamadı.İyice,rahat
rahat anlatması gerek.Oğlunun nasıl hastalandığını,nasıl acı çektiğini,ölmeden önce
neler söylediğini,neler söylediğini nasıl öldüğünü anlatmak lazım.Cenaze merasimini,
rahmetlinin elbiselerini almak için hastaneye gidişini anlatması lazım.Köyde,kızı
Anisa kaldı.Onun sözünü etmek lazım.Daha anlatacak neler var, neler.Dinleyen ah
çekmeli,ohlamalı,puhlamalı.Kadınlarla daha da iyi konuşulur.Budaladırlar ama,iki
sözle ağlamaya başlarlar.İona:”Gidip beygire bakayım”diye düşünür.Uyumak için
her zaman vakit bulunur.”Giyinir,beygirin bağlı olduğu ahıra gider,arpayı, samanı,
havayı düşünür.Yalnızken oğlunu düşünemez.Ancak başka biri olduğu zaman konuşabilir.
Ama kendi kendine düşünüp onu gözlerinin önüne getirmek,kendine dayanılmaz
bir acı verir.İona,beygirin parlak gözlerini görünce:
Yalanıyor musun?” der.”Yalan,yalan! Arpanın parasını çıkarmazsak saman yiyeceğiz.
Evet...Artık ihtiyarladım,arabayı sürecek takatim kalmadı.Arabacılık etmek benim
değil,oğlumun harcıydı.O tam arabacıydı.Ne olurdu yaşasaydı...”Kısa bir zaman geçer
sonra devam eder:
Öyle işte kardeşim kısrak.....Kuzma İoniç yok artık..Allah rahmet eylesin..
boşu boşuna gitti işte...Düşün bir kere.Senin bir tayın var,onun öz annesisin..Bir de
bakıyorsun,birdenbire tay ölüveriyor...Acımaz mısın?”
Beygir yalanır,dinler,sahibinin ellerine doğru solur
İona dalar,ona her şeyi anlatır... ÇEHOV
Türkçesi: Hasan Ali Ediz

Engin Yayıncılık

MIZRAK ÇUVALA SIĞMAZ

MIZRAK ÇUVALA SIĞMAZ
Pyotr Pyotroviç Posudin,aldığı izmasız mektup üzerine N. Kasabasına gitmek için
köy yollarında,troyka ile gizli geziye çıkmıştı.
Yüzünü yakasının arasına gizleyerek:
Kar gibi tepelerine ineceğim”diye hayal kuruyordu.”Bir sürü yolsuzluk etmişler,rezil
herifler, şimdi de her şeyin gizli kapaklı kalacağını sanıyorlar...Ha-ha....Tam zaferlerini
kutladıkları bir sırada: Çağırın bakayım buraya falanla filanı! Dediğim zaman duyacakları
korkuyu,şaşkınlığı bir düşünün.Kim bilir nasıl afallayacaklar! Ha-ha-ha..”
Doya doya hayal kurduktan sonra Posudin,arabacı ile konuşmaya başladı.Şöhret
peşinde koşan bir insan olduğu için her şeyden önce kendinden söz açtı.
Sen,Posudin’i tanıyor musun?”
Arabacı gülümseyerek:
Nasıl tanımam” dedi.”Tanırız onu!”
Peki niçin gülüyorsun?”
Tuhaf şey!En küçük katibe varıncaya kadar herkesi tanıyoruz da Posudin’i tanımaz
mıyız!Zaten onu buraya herkes tanısın diye tayin etmişler.”
Orası öyle..E,söyle bakayım,senin fikrince nasıl bir adam?”
Arabacı esnedi.
Zararsız...iyi bir efendi,işini bilir...Buraya tayin edileli iki yıl bile olmadı,ama
ne işler becerdi.”
Önemli bir şey mi yaptı?”
Bir çok iyi işler yaptı,Allah ondan razı olsun.Demiryolunu buradan geçirtti,
Hohryukov’un işine son verdi...Bu Hohryukov’un ucu bucağı yoktu...Hergelenin biriydi.
madrabazdı,öncekiler hep onun suyuna giderlerdi.Posudin gelir gelmez Hohryukov’dan
eser bile kalmadı...Böyle işte!Posudin,rüşvet yemez,birader,hayıt!Sen ona yüz ruble,
bin ruble ver,almaz,günaha girmek istemez ...Hayır.”
Posudin,neşelenerek:
Allah’a çok şükür,hiç olmazsa beni bu yönden anlamışlar”diye düşündü.”Buna
çok sevindim.”
Arabacı devam ederek:
Okumuş bir adam”...dedi.”Kibirli değildir...Bizimkiler ona şikayete gitmişlerdi,
efendilerle konuşuyormuş gibi muamele etmiş,hepsinin elini sıkmış,”Buyurun,oturun”
demiş...Ateş gibi bir adam,çok da çalışkan..Hiç doğru dürüst konuşmaz,hep fırt fırt!
Sonra hiç yavaş yürümez,hep koşar durur! Bizimkiler ona bir tek söz söylemeden hemen
Arabayı hazırlasınlar!” diye bağırmış,doğru buraya...Geldi,her şeyi yaptı..Bir kapik
bile almadı.Eskisinden çok iyi !Gerçi öteki de kötü adam değildi.Gösterişli,azametliydi,
bütün ilde ondan daha üstün bir sesle hiç kimse bağıramıyordu...Bir yere teftişe gittiği
zaman on fersah öteden duyulurdu;ama gösterişte,çalışkanlıkta şimdiki ötekinden
çok daha üstün!Şimdikinin kadasındaki akıl ötekininkinden yüz kat çok..Yalnız bir
yönü kötü...Her bakımından iyi adam,ama bir şeyi kötü:Ayyaşın biri!”
Posudin:
Sen nereden biliyorsun benim..şey onun ayyaş olduğunu?”
Tabii,bayım,ben onu sarhoş görmedim,yalan uyduracak değilim,ama söylüyorlar..
Onlar da sarhoş görmemişler, ama böyle bir söylenti dolaşıyor..Herkesin bulunduğu
yerlerde yahut misafirlikte,toplantılarda hiç içmez.Kendi evinde çekiyor...Sabah
yatağından kalkar,gözlerini ovuşturur ovuşturmaz;votka,diye bağırır!Uşak hemen
bir bardak votka getirir,o,bunu yuvarlar yuvarlamaz bir bardak daha ister...Böylece
bütün gün çeker.Çeker,ama hiç belli etmez!Demek kendini tutmasını biliyor.Oysa
bizim Hohryukov içtiği zaman yalnız insanlar değil,köpekler bile ulurdu! Posudin’in
burnu kızarsa bari!Çalışma odasına kapanır,çek babam çek..Yabancılar bunu görmesin
diye yazı masasının bir gözüne bir lastik boru uydurmuş.Bu çekmecede her zaman
votka hazır duruyormuş..Boruya şöyle eğilip emdin mi,sarhoş oldun gitti...Arabaya
bindiği zaman da çantasında taşıyor..”
Posudin,dehşet içinde kaldı:
Nereden biliyorlar? Aman Allah,bunu bile biliyorlar! Ne rezalet!”
Kadından yana da öyle...Köftehor!(Arabacı güldü,başını çevirdi)Rezalet vesselam
Yedekte on tane kadar bulunduruyor...İki tanesi kendi evinde oturuyor..Biri şu,
Nastasya İvanovna,vekilharç gibi bir şey,öteki de,kahrolasının adı neydi? Hah,Lüdmilla
Semyonovna,katip yerine.. Ama Nastasya başta gelir.Bu ne derse o olur...Posudin’i
kukla gibi oynatıyor.Her şey onun elinde.Ondan korktukları kadar Posudin’den
bile korkmuyorlar...Ha-ha..Üçüncü aşifte de Kaçalniy sokağında oturuyor..Kepazelik!”
Posudin,kızarak:
Adlarıyla biliyor,diye düşünde.Hem de kim biliyor?Şehre bile inmeyen bir müjik,
arabacı! Ne rezalet,iğrenç,bayağı bir şey!”
Sinirli sinirli:
Bütün bunları nereden biliyorsun?” diye sordu.
Söylüyorlar..Kendim görmedim,ama işittim.Hem öğrenmek zor mu sanki? Uşakla
seyisin dilini kesemezsin..Belki Nastasya da sokak sokak dolaşıyor,talihinden söz ederek
övünüyordur.İnsanların gözünden hiçbir yere kaçamazsın...İşte örneği;bu Posudin
yeni bir adet daha çıkardı.Teftişlere gizli gitmek istedi..Eskisi bir yere gitmek istedimi
bir ay önce haber verirdi.Yola çıktığı zaman da öyle bir velvele,öyle bir gürültü kopa-
rırdı ki,Allah korusun! Önden atlılar,yandan atlılar,arkadan atlılar koştururdu.Gideceği
yere gider,uyur,yer içer,sonra haydi bakalım iş üzerinde çene çalmaya..Çene çalar,
tepinir,gene uyur,geldiği gibi geri döner...Şimdiki de bir şey duydu mu,gizlice çabucak
oraya gitmeye kalkışır,kimse görmesin,anlamasın diye..Maskaralık! Memurlardan
gizli evden çıkar,haydi trene...Gideceği yere kadar gider,posta arabası yahut kibarca
bir şey değil de bir mujik arabası tutar.Başını kadın gibi sarıp sarmalar,yolda da,
sesinden tanımasınlar diye,kart köpek gibi hırlar durur.Bunları anlattıkları zaman
gülmekten katılırsın.Gider budala,sanır ki onu kimse tanımayacak.Oysa bu işlerden
anlayan hemencecik tanır onu.”
Peki nasıl tanıyabilir?”
Basbayağı.Eskiden bizim Hohryukov, gizli seyahat ettiği zaman biz onu yumruğunun
ağır vuruşundan anlardık. Eğer müşteri çene kemiğine indirirse anlardık ki bu Hohr-
yukov’dur. Posudin’i ise bir bakışta tanımak mümkün ...Bayağı bir yolcu,bayağı
hareket eder,ama Posudin,sadeliğe uyacak adam değildir.Örneğin:Bir posta durağına
gelir,hemen söylenmeye başlar!...Pis kokuyor,aman sıcak,of soğuk..Piliç getir,meyve
getir,her çeşit reçel hazırla...Posta duraklarında artık öğrenmişlerdir;birisi kışın piliç
ile meyve isterse bil ki Posudin’dir.Eğer birisi menzil amirine:”Azizim”derse bunun
Posudin olduğuna yemin edebilirsin.Hem onun kokusu de kendine göredir.Yatağa da
kendi usulüne göre yatar...Menzilde kanepeye uzanır,çevresine lavanta serper,yastığının
yanına üç tane mum koymalarını emreder.Yatar kağıtları okumaya başlar...Artık nasıl
bir adam olduğunu menzil amiri değil,kedi bile anlar..”
Posudin:
Sahi,sahi”...diye düşündü.Nasıl oldu da daha önce bunu akıl edemedim.”
Zaten onu tanımak isteyen adam işin içinde meyve ile piliç olmasa gene tanır.
telgrafla her şeyi öğrenmek mümkün..Sen istediğin kadar suratını sarmala,istediğin
kadar kendini belli etmemeye çalış,burada senin yola çıktığını çoktan öğrenmişler,
bekliyorlardır bile...Posudin, belki daha evinden çıkmamıştır,buradaysa çoktan herşey
hazır,lütfen buyurun! Onları suç üstünde yakalamaya,mahkemeye vermeye,yahut
işten el çektirmeye gelir,ama yine onlar onunla alay ederler.Gerçi sen,müfettiş
beyefendi,gizlice geldin,ama bak;bizim her şeyimiz tertemiz!...O da sağına bakar,
soluna bakar,geldiği gibi dönüp gider..Üstelik takdir eder,hepsinin ellerini sıkar,rahatsız
ettiği için özür diler..İşte böyle! Sen ne sandın ya? Bayım! Buradakilerin hepsi birbirin-
den usta!..Şeytana külahı ters giydirirler bunlar! Ustalıklarına bakarak şaşar parmağını
ısırırsın!Örneğin:Bugünkü olayı ele alalım..Bu sabah müşterisiz dönüyordum,karşıma
yahudi istasyon büfecisi çıktı,koşa koşa geliyordu.”Nereye böyle,çıfıt cenapları?”
diye sordum.”N. kasabasına şarapla meze götürüyorum,dedi.Orada bugün Posudin’i
bekliyorlar.”Nasıl,ha? Posudin,belki daha yola çıkmaya hazırlanıyor,yahut tanınmamak
için yüzünü sarıp sarmalıyordur.Belki yola da çıkmıştır,bunu hiç kimsenin bilmediğini
sanıyor,buradaysa onun için şarap da,balık da, peynir de,çeşitli mezeler de hazır..
Ne buyurulur? O, belki şimdi yolda giderken düşünüyordu:”İşiniz bitmiştir,baylar!”
Oysa bayların umurunda bile değil!Varsın gelsin!Onlar,bütün ipuçlarını çoktan gizlediler!”
Posudin,kısık bir sesle:
Geri!”diye bağırdı.”Geri dön,hay-vaan!
Şaşıran arabacı,arabayı geri çevirdi.
ÇEHOV
Milli Eğitim Bakanlığı

Hikayeler II

MEMURUN ÖLÜMÜ

MEMURUN ÖLÜMÜ
Bir gece,mümeyyiz İvan Dimitriç Çerviakov,ikinci sıra koltuklardan birine oturmuş,
dürbünle”Kornevil Çanları”nı seyrediyordu.Çerviakov seyrediyor,mutluluğun en yükseklerine
ulaştığını duyuyordu.Derken birdenbire.Hikayelerde bu”Derken birdenbire”lere sık sık
rastlanır.Yazarların hakları var:Yaşam beklenmedik şeylerle öylesine dolu ki...Derken
birdenbire yüzü buruştu.Gözleri kaydı,soluğu kesildi.Dürbünü gözünden ayrıldı,eğildi ve
Hapşuuu! ...diye aksırdı.Bildiğiniz gibi aksırık,hiçbir yerde,hiç kimseye yasak edilmemiştir.
köylüler de aksırır,emniyet amirleri de aksırır.Çerviakov hiç de bozulmadı,mendili ile ağzını
burnunu sildi,nazik bir insan gibi,kimseyi rahatsız edip etmediğini anlamak için çevresine
bakındı.Ve hemen utanmak zorunda kaldı;önünde birinci sıra koltuklardan birinde oturmakta
olan yaşlı bir beyin kafasını,ensesini eldiveni ile dikkatle silmekte olduğunu,bir şeyler
mırıldandığını gördü.Çerviakov, ihtiyarın ulaştırma bakanlığında çalışan sivil generallerden
Brijalov olduğunu tanımakta gecikmedi.
-Adamın üstünü başını berbat ettim,diye düşündü.Gerçi,benim amirim değil,yabancı,
ama ne de olsa hoş bir şey değil.Özür dilemeliyim.
Çerviakov, öksürdü,gövdesini biraz ileri doğru verdi,generalin kulağına:
  • Af buyurun,efendimiz,diye fısıldadı;üstünüzü başınızı berbat ettim.İstemeyerek oldu.
  • Zararı yok,zararı yok!...
  • Allah rızası için af buyurun! Ama ben.Böyle olmasını istemezdim.
  • Ama oturunuz rica ederim.Bırakın da dinleyeyim!..
Çerviakov utandı,alık alık sırıttı,sahneye bakmaya başladı.Tiyatroyu seyrediyor ama,zevk
duymuyordu.İçini bir kurt kemirmeye başlamıştı.Perde arasında Brijalov’a yaklaştı,yanıbaşında
yürüdü,ürkekliğini yenerek mırıldandı:
-Efendimiz,üstünüzü başınızı berbat ettim.Af buyurun!Oysa ben...Hiç de böyle olmasını
istemiyordum.
General:
-Yeter artık canım,ben onu unutmuştum bile,oysa siz boyuna tekrarlayıp duruyorsunuz,
diye söylendi,alt dudağını da hızlı hızlı oynatmaya başladı.
Çerviakov,kuşkuyla generale bakarak:”Unutmuş ama,gözleri hain hain bakıyor,konuşmak
bile istemiyor,”diye düşündü.”Bunun bir doğa yasası olduğunu kendisine kesinlikle anlatmalıyım.
yoksa herif tükürmek istediğimi sanabilir.Şimdi sanmasa bile,sonra sanabilir.”
Çerviakov evine gelince ettiği kabalığı karısına anlattı.Karısı görünüşe göre,olup biteni
pek de umursamadı.Yalnız korktu,ama Birjalov’un bir “Yabancı”olduğunu öğrenince rahat bir
nefes aldı:
-Neyse sen yine gidip ondan özür dile,dedi.Sosyete hayatında nasıl davranılacağını
bilmediğini sanabilir.
-Bütün sorun işte burada ya!Ben özür diledim ama,o biraz tuhaf davrandı.Akla yakın
bir söz söylemedi.Hoş konuşmaya da vakti yoktu ya.
Ertesi gün Çerviakov yeni üniformasını giydi,tıraş oldu,meseleyi Brijalov’a anlatmaya
gitti.Brijalov’un bekleme odasına girince orada birçok ricacılar,bunların arasında da
ricacıların dertlerini dinlemeye başlamış olan Brijalov’u gördü.General, birkaç ricacının
derdini dinledikten sonra gözlerini Çerviakov’a kaldırdı.Mümeyyiz:
-Dün gece”Arkadi”de diye anlatmaya başladı,eğer hatırlarsanız efendimiz,aksırmış ve
istemeyerek üstünüzü başınızı berbat etmiştim.Af...
Sivil general:
-Ne saçma şey..Aman yarabbi,diye mırıldandı ve bir başka ziyaretçiye dönerek:
Siz ne istiyorsunuz? Diye sordu.
Çerviakov sararak:”Konuşmak istemiyor”diye düşündü.”Demek ki kızıyor.Hayır,bunu
böyle bırakmamalıyım..Ona anlatmalıyım.”
Sivil general,son ricacı ile konuşmasını bitirip çalışma odasına yürüyünce,Çerviakov da
arkasından yürüdü.
-Efendimiz,diye mırıldandı,efendimizi rahatsız etmek cesaretinde bulunuyorsam,bu
sadece içimdeki pişmanlık duygusundan ileri geliyor.Siz de bilirsiniz ki efendimiz,isteyerek
yapmadım.
Sivil general,ağlamaklı suratını astı,elinin sallayarak:
-Ama siz benimle düpedüz alay ediyorsunuz!dedi,kapının arkasından kayboldu.
Çerviakov evine giderken şöyle düşündü:”Bunda hiçbir alay yok.Bir türlü anlamıyor,bir de
general olacak.Öyle ise ben de bu palavracıdan af maf dilemem.Canı cehenneme! Ona bir
mektup yazarım.Ama bir daha gitmem,vallahi gitmem.”
Çerviakov evine giderken böyle düşünüyordu.Generale mektup yazmadı.Düşündü,taşındı
ama bu mektubu bir türlü toparlayıp yazamadı.Ertesi gün kendisinin gidip işi anlatması gerekirdi.
General sorgu dolu gözlerini ona diktiği zaman Çerviakov:
-Dün efendimizi,buyurduğunuz gibi,alay etmek için rahatsız etmeye gelmemiştim.Aksırırken
üstünüzü başınızı berbat ettiğim için özür dilemeye gelmiştim.Alay etmek benim ne haddime?
Bizler alay etmeye kalkarsak o zaman,efendime söyleyeyim,insanlara saygı kalır mı?
Mosmor kesilen,sapır sapır titreyen general,birdenbire:
-Defol!....diye bağırdı.
Dehşetinden kireç gibi olan Çerviakov,bir fısıltı halinde:
-Ne buyurdunuz? Diye sordu.
General ayaklarını yere vurarak:
-Defol!....diye tekrarladı.
Çerviakov’un karnında birşeyler koptu.Hiçbir şey görmeden geri geri kapıya gitti,sokağa
çıktı,yürüdü.Bir makine gibi evine gelince,üniformasını çıkarmadan,kanapeye uzandı ve..
Öldü.... Çehov Toplu eserler Engin Yayıncılık
Türkçesi: Hasan Ali Ediz


BUKALEMUN

BUKALEMUN
Polis Komiseri Oçumelov,sırtında yeni bir kaput,elinde öteberiyle dolu bir mendil,
pazar meydanından geçiyor.El konulan frenk üzümü ile tepesine kadar dolu bir kalburu
eliyle tutan kızıl saçlı bir polis de onun peşinden gidiyor.Her yanda ölü sessizlik..
pazar meydanında da kimsecikler yok.Dükkanlarla meyhanelerin ardına kadar açık
duran kapıları ,aç kalmış canavarların ağızları gibi şu ölümlü dünyaya hüzünlü,hüzünlü
bakıyor..Yanlarında dilenci bile yok.
Birdenbire Oçumelov’un kulağına bir ses çalınıyor:
Isırmaya kalkışıyorsun ha,melun! Çocuklar,onu bırakmayın.Şimdiki kanunlar,kimsenin
kimseyi ısırmasına izin vermez.Tut! A..a!”
Bu sırada da köpek sesi duyuluyor.Oçumelov,yan tarafa bakınca,bir köpeğin üç
ayak üstünde zıplayarak,başını arkasına çevire çevire tüccar Piçugin’in odun deposundan
çıkıp meydanlığa doğru koştuğunu görüyor.Sırtında kolalı basma gömlek,yeleğinin
bütün düğmeleri çözük bir adam,bir aralık vücudunu uzunlamasına ileriye doğru
atarak yere yuvarlanıyor,köpeği de arka ayaklarından yakalıyor.Gene köpek sesi ve
birisinin :”Bırakma!”diye bağırdığı duyuluyor.Dükkanların kapılarından satıcıların
yarı uykulu yüzleri görünüyor,biraz sonra da odun deposunun çevresinde bir anda
yerden bitmiş gibi,bir kalabalık toplanıyor.
Polis:”Galiba bir vukuat var,bay komiser!”diyor.
Oçumelov,sola yarım çark edip kalabalığın toplandığı yere doğru ilerliyor.Odun deposunun
kapısının tam yanında biraz önce tarif edilen yelek düğmeleri çözük adamın ayakta
durduğunu,sağ elini havaya kaldırarak kanlı parmağını orada toplanan halka teşhir
ettiğini görüyor.Yarı sarhoş yüzünde:”Sabret,ben sana şimdi gösteririm,kahpe!”diyen
bir ifade var,zaten kanlı parmağı da bir zafer bayrağını andırıyordu.
Oçumelov, bu adamın kuyumcu çırağı Hiryukin olduğunu görüyor.Kalabalığın
ortasında,ayaklarını iki yana açarak bütün vücuduyla titreyen,bu vukuatın asıl sorumlusu
beyaz tüylü,sivri burunlu,sırtı sarı sarı benekli bir tazı yavrusu yerde oturuyor.
Hayvancağızın yaşlı gözlerinde yeisle karışık dehşet okunuyor.
Oçumelov, kalabalığı yararak:
Buraya niçin toplandınız? Diye soruyor.Neye toplandınız?Senin parmağına ne oldu?
Kimdi o bağıran?
Hıryukin,avucunun içine öksürerek:
Gidiyordum,bay komiser....şöyle kenardan,hiç kimseye dokunmadan ...diye anlatmaya
başlıyor.Mitriy Mitriç’le odundan falan konuşacaktık..birdenbire bu alçak,durup dururken
parmağıma yapışmaz mı?..Beni mazur görün,ben işçi bir adamım...İşim de ince bir iştir.
Bana tazminat versinler,çünkü bu parmağımı belki bir hafta kımıldatamam..Hayvanların
yüzünden insanların zarar görmesine ne yasa,ne de adalet müsaade etmez..Eğer herkes
ısırmaya kalkarsa bu dünyada yaşamamak daha hayırlı...”
Oçumelov,öksürerek kaşlarını yukarı aşağı oynatıyor,sonra sert bir sesle
Hım!...Peki!” diyor.”Peki! Bu kimin köpeği? Ben bu işi böyle bırakmam.Köpekleri
başıboş sokaklarda dolaştırmanın ne demek olduğunu gösteririm.Kararlara boyun eğmek
istemeyen bu gibi baylara dikkat etmek zamanı geldi.O keratayı cezaya çarptırırsam,
köpeklerle sair serseri hayvanları,sokağa salıvermenin ne demek olduğunu hemen anlar..
ona Hanya ile Konya’yı gösteririm...”
Polis Memuruna:”Yeldirin,diyor,bu köpeğin sahibinin kim olduğunu öğren de
Zabıt tut! Köpeği de hemen öldürmeli.Hemen! Belki de kuduzdur...Size soruyorum,
Bu kimin köpeği?
Kalabalığın arasından birisi:
Galiba,General Jigalov’un” diyor.
Ne? General Jigalov’un mu? Hım?....Yeldirin,şu kaputu sırtımdan çıkar bakayım..
dehşetli sıcak var! Galiba yağmur yağacak da ondan.
Oçumelov, Hiryukin’e:
Yalnız bir noktaya aklım pek yatmıyor,diyor. Nasıl oldu da,köpek seni ısırdı...
Senin parmağına hiç yetişebilir mi?Bak o küçücük,sense kadana kadar varsın.Anlaşılan
parmağını bir çivi ile yaraladın,sonra da tuttun köpek ısırdı diye bir yalan uydurdun.
Sizin ne millet olduğunuzu bilirim.Sizin gibi şeytanları avucumun içi gibi bilirim.
Bay komiser,alay olsun diye sigarasını köpeğin suratına dokundurdu,o da budala
değil ya,tuttu ısırıverdi...Zaten bu gürültücü,kavgacı adamın biridir,bay komiser.”
Yalan söylüyorsun,topal! Hem görmedin,hem de yalan uyduruyorsun!Bay komiser
akıllı adamdır,kimin yalan,kimin de Tanrı huzurunda olduğu gibi doğru söylediğini
pek iyi anlar..Yalan söylüyorsam varsın sulh mahkemesi yargıcı halletsin.Yargıcın
önünde duran yasalarda bunlar yazılıdır..Şimdi herkes bir..Benim öz kardeşim de
Jandarma..Böylece bilmiş ol..”
Sus bakalım!”
Polis memuru büyük bir anlayışla:
Hayır,bu köpek generalin köpeği değil”diye söyleniyor.”Generalde böyleleri yok.
Onunkiler hep av köpeği...”
İyi biliyor musun?”
Çok iyi biliyorum,bayım”
Zaten ben de biliyorum.Generalin köpekleri,hem kıymetli,hem de en iyi cins
köpeklerdi;bu ise hiçbir şeye benzemiyor.Ne tüyü tüye benziyor,ne de görünüşü var..
Pis şey vesselam!...Böyle bir köpeği de köpek diye besliyorlar ha?..Şaşarım,akıllarına!
Böyle bir köpek Petersburg’da yahut Moskova’da yakalansaydı,ne yaparlardı,biliyor
musunuz? Orada yasaya falan bakmazlardı,hemen,gebertirlerdi!Hıryukin,sen zarar
gördün,bu işi böyle bırakma...Onlara ibret dersi vermek gerek.Artık zamanı geldi...
Polis memuru,yüksek sesle fikir yürütüyor:
Belki de generalindir....Köpeğin suratında yazılı değil ki..Demin onun bahçesinde
böyle bir köpek görmüştüm.
Kalabalığın arasından bir ses:
Elbette generalin köpeğ!”diyor.
Hım...Yeldirin,şu kaputu giymeme yardım et, bakayım.Rüzgar esiyor gibi..
İnsanın iliklerine kadar işliyor...Bana bak,köpeği generale götürüp sorarsın.Benim
bulup gönderdiğimi de söyle...Hem de tembih et sokağa bırakmasınlar..Köpek,belki
kıymetli,iyi cins bir köpektir,eğer her rasgelen dangalak suratına sigarası ile dokunacak
olursa hayvancağız berbat olur.Köpek dediğin nazik bir hayvandır..Sen de,hayvan,
elini indir.Mantıksız parmağını teşhir edip durma.Kabahat kendinde...
Durun,generalin ahçısı geliyor,bir kere de ona soralım..Hey,Prohor,buraya gelir
misin, azizim.Şu köpeğe bir bak da söyle,sizin mi?..
Uyduruyorsun.Bunun gibileri bizim evde görülmüş değildir.”
Oçumelov:
E,uzun uzadıya sormaya ne lüzum var,canım?”diyor “Serseri köpek olduğu
besbelli!Sözü uzatmakta mana yok. Mademki ben,serseridir,diyorum,serseridir.İşte o kadar.
yok edilsin vesselam”.
Bu bizim değil”diyor.”Bu geçen gün gelen generalin kardeşinin köpeği.Bizimki
tazılardan pek hoşlanmaz .Biraderleri hoşlanıyorlar..”
Oçumelov:
Ne diyorsun,generalin biraderi teşrif buyurdular,ha?
biraderleri Vlademir İvanoviç,öyle mi?”diye sorarken yüzünde rikkatten gelen bir
gülümseme beliriyor.”Bak sen! Benim haberim bile yoktu.Misafirliğe mi geldiler?”
Evet,misafirliğe..”
Bak sen şu işe...Ağabeylerini görecekleri gelmiş,demek...Benimse bundan
haberim bile yoktu.Demek onların köpeği? Çok memnun oldum..onu al,birader..
fena köpecik değil..Hem de öyle çevik ki.Bu herifin parmağını hap,diye ısırıvermiş!
Ha-ha-ha!..E, e,neye titriyorsun,bakayım?Hırrr hırrr...Kızıyor,haylaz..Seni gidi
yaramaz,seni...
Prohor, köpeği çağırıyor,onunla beraber odun deposundan uzaklaşıyor..Ahali,
Hiryukin ile alay ediyor,kahkahalarla gülüyor.
Oçumelov da ona parmağıyla gözdağı vererek:
Sabret,bir gün,elbet senin de yuvanı yaparım!”diye bağırıyor,kaputuna sarılarak
pazar meydanından geçiyor,yoluna devam ediyor.
 ÇEHOV
Toplu Eserler/Engin Yay

Türkçesi:Servet Lünel

BİR GENÇ KIZIN GÜNLÜĞÜNDEN

Doğan Kitap
BİR GENÇ KIZIN GÜNLÜĞÜNDEN
13 Ekim:
Sonunda benim sokağımda da bir şeyler oluyor!Dışarı bakıyorum ve
Gözlerime inanamıyorum.Boylu poslu,kumral koyu renkli bir adam,ateş saçan gözleriyle
Penceremin altını arşınlıyor. Bıyığı çok güzel! Orada volta atmaya başlayalı beş gün
Oldu. Sabahın erken saatlerinden gecenin geç saatlerine dek bir aşağı,bir yukarı yürüyüp
Duruyor. Sürekli de bizim pencereye bakmakta! Farkına varmamış gibi yapıyorum.
15 Ekim:
Sabahın ilk saatlerinden beri sağanak yağmur yağıyor ve zavallı adam hala
Bir aşağı bir yukarı yürümekte. Ödül olarak ona göz kırpıştırıp,bir öpücük yolladım.
Pek hoş bir gülümsemeyle karşılık verdi. Kim bu adam? Kız kardeşim Varya, onun
Kendisine aşık olduğunu,bu yüzden orada yağmurun altında durduğunu söylüyor.
Ne saf! Esmer bir adam esmer bir kıza aşık olur muymuş hiç? Annem bizi üstümüze
Daha gösterişli bir şeyler giyip,pencerenin önünde oturmaya yolladı.”Dolandırıcı filan
Da olabilir ama hiç belli olmaz,belki de saygın bir beyefendidir”dedi.Bir dolandırıcı!
Quel...Anne,ne komik kadınsın !
16 Ekim:
Varya,yaşamını mahvettiğimi söylüyor.Sanki onu değil de, beni sevmesinin
Suçlusu benim! Kaldırıma kastım olmadan bir kağıt düşürdüm.Yaramaz adam koluna
Tebeşirle”Sonra” yazdı.Ardında da bir ileri,bir geri yürüyerek,karşıdaki parmaklıklara
Tebeşirle,”Evet,buluşalım”yazıp,çabucak siliverdi!yüreğim neden böyle çarpıyor ki?
17 Ekim:
Varya,denen nefretlik,aşağılık,kıskanç canavar göğsüme dirseği ile vurdu!
Adam bugün bir polisi durdurdu ve onunla uzun uzadıya bir şeyler konuştular.Bir yanda da
Bizim pencereyi gösteriyordu.İşler iyice karmaşılaştı! Ona rüşvet veriyor olmalı....
Ah siz erkekler! Zorbasınız,despotsunuz ama yine de ne kurnaz,ne harika yaratıklarsınız!
18 Ekim:
Uzun bir ayrılıktan sonra kardeşim Sergey bu gece eve döndü.Henüz
Uzanmaya vakit bulamamıştı ki,onu karakola çağırdılar.
19 Ekim:
Böcek!Canavar! On iki gündür,zimmetine para geçiren kardeşim Sergey’i
Yakalamaya çalıştığı ortaya çıktı.
Bugün kapının üstüne”Artık özgürüm,buluşabiliriz!” yazdı.Domuz! ona dilimi çıkardım.
ÇEHOV
Çev:Füsun Elioğlu

Yapı Kredi Yayınları