BİR
İNSANIN NE KADAR TOPRAĞA İHTİYACI VARDIR?
Bir
abla,köyde yaşayan kız kardeşini ziyarete gelmişti.Abla kentte
bir tüccarla,küçük
Kız
kardeşi de köyde bir çiftçiyle evliydi.Kız kardeşler çaylarını
içerken büyüğü,
kent
yaşamının üstünlüklerinden söz etmeye,orada konfor içinde
yaşadıklarını,
iyi
giyindiklerini,çocuklarının çok güzel giysileri olduğunu, iyi
şeyler yiyip içtiklerini
tiyatroya
ve eğlencelere gittiklerini anlatarak övünmeye başladı.
Küçük
kız kardeş kırılmıştı.Sıra kendisine gelince tüccar
yaşantısını kötüleyerek
köylü
yaşantısını savunmaya koyuldu.
“Ben
yaşam biçimimi seninkiyle değiştirmezdim,”dedi.”Biraz kaba
saba yaşıyor
olabiliriz,
ama en azından herhangi bir kaygımız yok.Sen bizden iyi
yaşıyor,çoğunlukla
ihtiyacından
çok kazanıyor olsan da elindekinin tümünü kaybetmek olasılığı
ile karşı
karşıyasın.
Atasözünü bilirsin.”Kazanç ve kayıp ikiz kardeştir.”Bir gün
varlıklı olan
insanlar
ertesi gün bir lokma ekmeğe muhtaç olabilirler.Bizim yolumuz daha
güvenli.
Köylü
yaşamı pek varlıklı değildir,ama uzundur.Biz hiç zengin
olmayacağız,ama
her
zaman yiyecek yeterli ekmeğimiz olacak.”
Abla
alay etti.
“Yeterli
mi? Evet,domuzlarla ve sığırlarla paylaşırsan! Siz
terbiyeden,nezaketten ne
anlarsınız?
Kocan ne kadar çalışırsa çalışsın,yaşadığınız gibi,bir
gübre yığını üstünde
öleceksiniz.
Çocuklarınızın akibeti de bundan farklı olmayacak.”
“Bundan
ne çıkar?” dedi küçük kardeşi.”Bizim işimiz elbette
kabadır.Ama diğer
yandan
sağlamdır;kimseye boyun eğmek zorunda değiliz.Ama siz
kentlerinizde
ayartıcı
şeylerle çevrilisiniz;bugün her şey yolunda olabilir,ama yarın
kocanı oyun
kağıdıyla,
şarapla veya kadınla kandırabilir ve her şeyinizi
kaybedersiniz.Bu gibi şeyler
sık
sık olmuyor mu sanki?”
Evin
efendisi Pahom sobanın üzerine uzanmış,kadınların konuşmalarını
dinliyordu.
“Çok
doğru” diye düşündü.”Çocukluğumuzdan beri toprak anayı
işleyen bizlerin
kafamıza
saçma sapan düşünceler sokacak zamanı yok.Bütün
sıkıntımız,yeteri kadar
toprağımızın
olmaması.Eğer toprağımız çok olsaydı,Şeytan’dan bile
korkmazdım!”
Kadınlar
çaylarını bitirdiler,bir süre giyim kuşamdan konuştular,sonra
bardakları falan
kaldırıp
yattılar.
Ama
şeytan sobanın ardındaydı ve konuşulanların hepsini
duymuştu.Köylünün
Karısının,adamı
şişinmeye zorladığına sevinmişti,adam yeteri kadar toprağı
olduğu
taktirde
Şeytan’dan bile korkmayacağını söylemişti.
“Pekala”
diye düşündü Şeytan.”Göreceğiz
bakalım.Ben sana yeteri kadar toprak
vereceğim
ve o toprak sayesinde seni elime geçireceğim.”
Köyün
yakınlarında,üç yüz dönümlük bir toprağı olan bir
hanımefendi yaşardı.
Kadın
köylülerle iyi geçinirdi ama bu,kahya olarak eski bir askeri
tutmasına kadar
sürmüş,
kahya halka cezalar kesmeye başlamıştı.Pahom ne kadar dikkat
ederse etsin,
zaman
zaman atlarından biri kadının samanlığına ya da ineği
bahçesine,sığırları otlak-
larına
girerdi ve Pahom’da hep ceza vermek zorunda kalırdı.
Pahom,cezasını
öderdi ama homurdanır,eve öfkeyle döner,ailesine kaba davranırdı.
Bu
kahya yüzünden o yaz boyunca başı beladan kurtulmamıştı.Kış
gelip de hayvanlar
ahıra
kapatıldıklarında bayağı memnun olmuştu.Otlaklardan
beslenecekleri yerde yem
yemelerine
sıkılıyordu ama hiç olmazsa onlar için artık pek
kaygılanmıyordu.
Kışın,kadının
toprağını satmak istediği ve anayoldaki han sahibinin kendisiyle
pazarlık
etmekte olduğu söylentileri dolaşmaya başladı.Köylüler bunu
duyunca telaşa
başladılar.
“Hancı
toprağı alırsa,bize kadının kahyasından da ağır cezalar
çektirir.Hepimiz o
malikaneye
bağlıyız,”diye düşündüler.
Böylece
köylüler komünleri adına kadına giderek toprağını satmamasını
rica edip
daha
iyi bir fiyat verdiler.Kadın toprağı köylülere satmaya razı
oldu.Köylüler,toprağın
ortak
sahibi olmak için tümünü komünün almasını sağlamaya
çalıştılar.Bunu konuşmak
için
iki kere toplandılarsa da bir karara varamadılar.Şeytan aralarına
anlaşmazlık tohumları
soktuğundan
bir türlü anlaşamıyorlardı.Bunun üzerine her biri kendi
imkanları ölçüsünde
toprak
almaya karar verdi,kadın bu planı da kabul etti.Pahom bir
komşusunun elli dönüm
alacağını
ve kadının paranın yarısını nakit alıp öteki yarısı için
bir yıl beklemeye razı
olduğunu
öğrenince adamı kıskandı.
“Şu
işe bak!”diye düşündü.”Toprağın tümü satılacak ve ben
bir karış bile alamaya
cağım.”Gidip
karısıyla konuştu.
“Başkaları
alıyor,biz de yirmi dönüm falan almalıyız,”dedi.”Yaşam
giderek güç-
leşiyor.Kahya
cezalarıyla bizi eziyor.”
Karı
koca baş başa verip toprağı nasıl alabileceklerini
düşündüler.Bir kenarda
birikmiş
yüz rubleleri vardı. Bir tayla arılarının yarısını
sattılar;paranın geri kalanını da
bir
akrabalarından denkleştirerek satış bedelinin yarısını
topladılar.
Pahom,sonra
bir bölümü koruluk kırk dönümlük bir çiftlik arazisi seçti
ve kadınla
pazarlığa
gitti.Çok geçmeden anlaşıp el sıktılar,Pahom,kadına avans
verdi.Sonra kente
gidip
tapuda imzalarını attılar,Pahom paranın yarısını ödedi öteki
yarısını da iki yıl
içinde
ödemeyi garanti etti.
Artık
Pahom’un kendi toprağı vardı.Bolca tohum alıp toprağı
ekti.Harman iyi oldu
ve
bir yıl geçmeden hem kadına hem de kayınpederine borcunu
ödedi.Çok geçmeden
o
da toprak sahibi olmuştu,kendi toprağını ekip sürüyor,kendi
samanını yapıyor,
kendi
ağaçlarını kesiyor,hayvanlarını kendi otlağında
otlatıyordu.Tarlalarını sürmeye
ya
da buğdayına,otlağına bakmaya gittiğinde yüreği sevinçle
doluyordu.Orada yetişen
ot
ve çiçekler başka yerlerde yetişenlere hiç benzemiyordu.Eskiden
o arazinin yanından
geçerken
toprak çevredekilerden farksız görünürdü,ama şimdi çok
değişikti.
Pahom,
artık mutluydu,komşu köylüler tarlalarına ve otlaklarına
girmeselerdi
keyfi
tamam olacaktı.Gayet kibar ricalarda bulunmasına rağmen onlar yine
bildiklerini
okuyordu;
komün çobanları köy ineklerinin otlaklarına girmelerine ses
çıkarmıyordu,
sonra
gece otlağında atlar buğday tarlalarına giriyordu.Pahom onları
hep topraklarından
çıkarıyor
ve sahiplerini bağışlıyordu;uzun bir süre kimseyi dava etmeyi
düşünmedi bile
Ama
sonunda sabrı tükendi ve Bölge Mahkemesi’ne
başvurdu.Bunun,köylülerin toprağa
olan
ihtiyaçlarından kaynaklandığını,adamların hiç kötü niyetli
olmadıklarını biliyordu.
Ama
aklında bir tek şey vardı.”Buna daha fazla göz yumarsam
elimdeki herşeyi
mahvedecekler.Bir
ders verilmesi gerekir.”
Böylece
köylüleri yakaladı ve bir iki kere derslerini verdi.Köylülerden
üç beşi
para
cezasına çarptırıldılar.Aradan bir süre geçince komşuları
Pahom’a kin beslemeye
başladılar;inat
olsun diye hayvanlarını topraklarına saldılar.Köylülerden biri
bir gece
Pahom’un
koruluğuna girip kabuklarını almak için beş körpe ağacını
kesti.Bir gün koru-
luktan
geçen.Pahom’un gözüne beyaz bir şey ilişti.Yaklaşıp bakınca
yerde kabukları soyulmuş gövdeleri gördü ve çılgına döndü.
“Sadece
birini kesseydi bile kötü olurdu,”diye düşündü.”Ama haydut
herif hepsini
kesmiş.Bunu
yapanı bir bulsam,yapacağımı bilirim.”
Ağaçlarını
kestiğini bulmak için iyice kafa yordu.Sonunda”Simon olmalı,başka
kimse
olamaz,”kararına vardı.Çevreye şöyle bir bakmak için Simon’un
evine gitti,
ama
bir şey bulamayınca,öfkeyle bir olay çıkardı.Ancak artık bu
işi Simon’un yaptığın-
dan
emin olduğunda gidip dava açtı.Simon mahkemeye
çıktı,yargılandı.Ama aleyhine
bir
kanıt olmadığından beraat etti.Pahom buna daha da kızdığından
öfkesini muhtara
ve
yargıçlara yöneltti.
“Hırsızlardan
rüşvet alıyorsunuz,”dedi.”Eğer,sizler namuslu olsaydınız,bir
hırsızı
serbest
bırakmazdınız.”
Pahom,böylece
yargıçlar ve komşularıyla da kavgaya başlamıştı.Evini yakma
tehditleri
duyuluyordu artık.Şimdi çok toprağı olmasına rağmen komündeki
yeri
eskisinden
daha berbattı.
Bu
sıralarda pek çok kişinin yeni bölgelere göçecekleri hakkında
bir söylenti
dolaşmaya
başlamıştı.
“Benim
toprağımdan ayrılmama gerek yok,”diye düşündü Pahom.”Ama
köyden
giden
olursa bizlere daha çok yer kalır.Onların da toprağını alıp
arazimi biraz büyütürüm.
O
zaman daha rahat yaşarım.Şu anda pek rahat olmayacak kadar
sıkışığım.”
Pahom,
bir gün evde otururken,köyden geçmekte olan bir köylü ziyaretine
geldi.
Gece
Pahom’da kaldı,kendisine yemek çıkarıldı.Pahom adama nereden
geldiğini sordu.
Yabancı
çalışmakta olduğu Volga’nın ötesinden geldiğini söyledi.Laf
lafı açtı ve adam
oralara
pek çok yerleşen olduğunu anlattı.Kendi köyünden bazıları
oradaki komüne
katılmışlar,kendilerine
adam başı yirmi beş dönüm toprak verilmişti.Toprak o kadar
iyiydi
ki ektiğin çavdar bir at boyu büyüyor,dolgunluktan beş sap bir
demet oluşturuyordu.
Çıplak
ellerinden başka hiçbir şey getirmemiş bir köylünün şimdi iki
ineği vardı.
Pahom’un
yüreği bir arzuyla tutuştu.
“İnsan
başka bir yerde bu kadar iyi yaşıyorsa ben neden daracık bir
çukurda
ıstırap
çekeyim?”diye düşündü.”Buradaki toprağımı ve evimi
satar,alacağım parayla
orada
yepyeni bir yaşam kurarım.Bu kalabalık yerde insanın başı
sıkıntıdan kurtulmuyor.
Ama
önce kendim gidip gözlerimle görmeliyim.”
Yaza
doğru hazırlanıp yola koyuldu.Samara’ya kadar Volga üzerinden
gitti,üç yüz
mil
kadar yaya yürüdükten sonra söylenen yere vardı.Her şey
gerçekten yabancının
dediği
gibiydi.Köylülerin toprakları boldu;herkesin komün topraklarından
verilmiş
yirmi
beş dönümü vardı ve parası olanlar ayrıca dönümü bir
rubleden istediği kadar
toprak
satın alabilirdi.
Pahom,istediği
her şeyi öğrenmiş olarak güzün evine döndü ve mallarını
satmaya
başladı.
Toprağını epey bir karla sattı,evini ve hayvanlarını
sattı,komün üyeliğinden
ayrıldı.Bahara
kadar bekledi,sonra ailesiyle yeni yerleşim yerine hareket etti.
Pahom
ile ailesi yerleşecekleri yeni topraklara varınca Pahom büyük bir
köyün
komününe
kabulü için başvurdu.Kendisi ve oğullarının kullanımı için
komün toprağından
beş
hisse ile komün otlağını kullanma izni verildi.Bu,hepsi bir arada
değil,ayrı ayrı
tarlalardan
olan 125 dönüm demekti.Pahom ihtiyacı olan binaları inşa
etti,hayvan
satın
aldı.Sadece komün toprağı olarak eski köyündekinden üç kat
fazla toprağı vardı
ve
bu topraklarda iyi buğday yetişiyordu.Durumu eskisinden kat kat
iyiydi.Bol miktarda
verimli
toprağı ve otlağı vardı,istediği kadar hayvan besleyebilirdi.
İlk
başlarda inşaat ve yerleşme telaşı içindeyken her şeyden çok
hoşnuttu ama biraz
alıştıktan
sonra burada bile toprağın yetersiz olduğunu düşünmeye
başladı.Birinci yıl
toprağının
kendi payına düşenine buğday ekti ve iyi ürün aldı.Buğdaya
devam etmek
istiyordu,ama
bunun için aldığı komün toprağı yeterli değildi,bir kere
ektiği yeri bir
daha
kullanamayıp nadasa bırakmak zorunda kalmıştı;o bölgede buğday
sadece bakir
veya
nadasa bırakılmış toprakta yetişirdi.Tarlalar bir iki yıl
ekilir,sona üzerinde otlar
yetişene
kadar bırakılırdı.Toprak isteyen insan sayısı çoktu ve toprak
hepsine yetecek
kadar
değildi;bu yüzden insanlar arasında sürekli kavgalar
çıkmaktaydı.Hali vakti
yerinde
olanlar toprağı buğday yetiştirmek için,yoksul olanlar da
vergilerini ödeyecek
para
bulmak üzere yarıcılara kiralamak için istiyorlardı.Pahom daha
çok buğday yetiş-
tirmek
için istediğinden birinden bir yıllığına bir tarla kiraladı.Çok
ekti ve iyi ürün
kaldırdı,ama
tarla köyden çok uzaktı,buğdayın arabayla on mil taşınması
gerekiyordu.
Pahom
bir süre geçince,bazı köylü yarıcıların ayrı çiftliklerde
yaşadıklarını ve zengin-
leştiklerini
gördü.
”Eğer
biraz toprak satın alıp üzerine bir ev yaparsam çok daha iyi
olacak”diye düşündü.
Toprağın
mülkiyetini alma fikri kafasında iyice yerleşmişti artık.
Üç
yıl boyunca tarla kiralayıp buğday ekmeye devam etti.Mevsimler iyi
geçiyor,iyi de
ürün
aldığından bir kenarda para biriktirebiliyordu.Bu şekilde mutlu
bir yaşam sürebi-
lirdi,
ama her yıl başkalarının tarlasını kiralamak için
koşuşturmaktan bıkmıştı.İyi bir
tarla
olunca köylüler sahibinin başına üşüşürlerdi ve atik
davranmadığın takdirde
avucunu
yalardın.Üçüncü yıl bir yarıcıyla köylülerden uzak bir
otlak kiralamış ve toprağı
sürmüşlerdi
ki bir anlaşmazlık çıktı.Köylüler adalete başvurdular ve
Pahom sonunda
boşuna
çalışmış oldu.
“Eğer
toprak benim olsaydı,bağımsız olurdum,bu tatsız olayların
hiçbiri olmazdı”
diye
düşündü.
Böylece
satın alabileceği toprak aramaya başladı.Bir ara bin üç yüz
dönüm toprak
alan,
ama güçlüklerle karşılaştığı için ucuza elden çıkartmak
isteyen bir köylüyle tanıştı.
Pahom
adamla çekişe çekişe pazarlık etti ve sonunda bir kısmı
peşin,bir kısmı vadeli
1.500
rublede anlaştılar.Anlaşmayı tam yapma aşamasına gelmişlerdi
ki bir Pahom’un
evine
atları için yem almaya gelmiş bir tacir uğradı.Pahom’la çay
içip konuştular.
Yarıcı
çok uzaklardaki Başkırtlar’ın topraklarından geldiğini ve on
üç bin dönüm
arazinin
tümünü 1000 rubleye aldığını söyledi.Pahom adamı sorguya
çekince adam:
“Bütün
yapman gereken şey reislerle dost olmak.Ben bir sandık çayla yüz
rublelik
ipekli
giysi ve halı,içenlere de şarap verip toprağı dönümü 5 kopeke
kapattım.”Pahom’a
tapusunu
gösterdi.”Arazi nehir kenarında ve hiç el sürülmemiş.”
Pahom
adama soru üstüne soru yağdırıyordu:
“Orada
bir yıl yürüsen sonunu bulamayacağın kadar çok toprak var,”dedi
adam.
“Hepsi
de Başkırtlar’ın.Bunlar koyun kadar saf insanlar,toprak
ellerinden neredeyse
bedava
satın alınabilir.”
“Bin
rublemle neden sadece bin üç yüz dönüm alıp bir sürü borca
gireyim?”
diye
düşündü Pahom.”Oraya gidersem aynı paraya bunun on katı
toprak alabilirim.”
Pahom
Başkırtlar’ın yurduna nasıl gideceğini öğrendi;tacir
yanından ayrılır ayrılmaz
oraya
gitmeye hazırlandı.Evi karısına bırakıp yanına adamını
alarak yola çıktı.Yolda
bir
kentte durup bir sandık çay,biraz şarap ve bazı armağanlar
aldılar.Üç yüz mil gittik-
ten
sonra yedinci gün Başkırtlar’ın çadırları kurdukları yere
geldiler.Bu insanlar bozkırda
bir
nehir kıyısında,keçe kaplı çadırlarda yaşıyorlardı.Ne
toprağı ekiyorlar,ne de ekmek
yiyorlardı.Hayvanları
ve atları bozkırda otluyordu.Tayları çadırların arkasında
bağlıydı,
kısraklar
günde iki kere yavruların yanına getiriliyordu.Kısraklar
sağılıyor,sütlerinden
kımız
yapılıyordu.Kımızı da peyniri de yapan kadınlardı.Erkekler
kımız ve çay içiyorlar,
koyun
eti yiyorlar,kaval çalıyorlar ve başka da bir şey
yapmıyorlardı.Hepsi toplu ve
neşeliydiler,yaz
boyunca çalışmak akıllarına bile gelmiyordu.Okuma yazmaları
yoktu,
Rusça
bilmiyorlardı,ama iyi huylu insanlardı.
Pahom’u
görür görmez çadırlarından çıkıp çevresini sardılar.Bir
çevirmen bulundu
ve
Pahom toprak satın almaya geldiğini söyledi.Başkırtlar çok
sevinmiş göründüler,
kendisini
en iyi çadırlarından birine götürdüler,halı üzerine
serdikleri minderlerde
oturttular,kendileri
de çevresine oturdular.Pahom’a çay ve kımız ikram ettiler,bir
koyun
kesip
etinden verdiler.Pahom arabasından armağanlarını
dağıttı,getirdiği çayı paylaştırdı.
Başkırtlar
çok sevinmişlerdi.Kendi aralarında uzun uzun konuştuktan sonra
çevirmene
anlatmasını
söylediler.
“Sizden
hoşlandıklarını söylememi istediler,”dedi çevirmen.”Bizim
adetimiz
konuğumuzu
memnun etmek ve armağanlarına karşılık vermektir.Bize armağan
verdiniz
şimdi
biz de olup da hoşunuza giden şeyleri söyleyin ki onu size armağan
edelim.”
“Ben
burada en çok toprağınızdan hoşlandım,”dedi Pahom.”Bizim
oralar kala-
balıktır
ve toprak tükenmiştir;ama sizin toprağınız hem bol hem de
iyi.Böylesini hiç
görmemiştim.”
Çevirmen
Pahom’un sözlerini çevirdi.Başkırtlar bir süre kendi
aralarında konuştular.
Pahom
ne konuştuklarını anlamıyordu ama çok eğlendiklerini,bağırışıp
güldüklerini
görüyordu.Sonra
sustular ve çevirmen konuşurken Pahom’a baktılar.
“Armağanlarınıza
karşılık istediğiniz kadar toprak vermeye hazır olduklarını
söylüyorlar.Elinizle
gösterdiğiniz her şey sizin olacaktır.”
Başkırtlar
yine konuşup tartışmaya başladılar.Pahom neden tartıştıklarını
sorunca
çevirmen
bazılarının toprak konusunu reislerini sormak istediklerini onun
yokluğunda
bir
şey yapmamaları gerektiğini düşündüklerini anlattı.Bir kısmı
da reislerinin dönmesine
gerek
olmadığı fikrindeydiler.
Başkırtlar
tartışırken başında tilki postundan kocaman bir kalpak olan bir
adam
içeri
girdi.Hepsi susarak ayağa kalktılar.Çevirmen”İşte reisimiz
geldi”dedi.
Pahom
hemen en iyi giysiyle beş kilo çay çıkarıp Reis’e sundu.Reis
armağanları
kabul
edip şeref yerine oturdu.Başkırtlar hemen kendisine bir şeyler
anlatmaya koyuldular.
Reis
bir süre dinledi,sonra eliyle susmaları için bir işaret
yaptı,Pahom’a dönerek Rusça
konuşmaya
başladı.
“Öyle
olsun bakalım.İstediğin toprağı seçebilirsin,bizim toprağımız
boldur.”
“İstediğim
kadarını nasıl alabilirim?”diye düşündü Pahom.”İşi
garanti etmek için bir
tapu
almalıyım,yoksa toprağı verirler ama sonra elimden alabilirler.”
“Bu
iyi sözlerinize teşekkür ederim,”dedi yüksek sesle.”Sizin çok
toprağınız var ve
ben
pek azını istiyorum.Ama hangi parçasının benim olacağını
bilmem gerek.Toprağı
ölçüp
tapusu adıma çıkarılamaz mı? Yaşam ve ölüm Tanrının
elindedir.Siz iyi insanlar
toprağınızı
bana veriyorsunuz,ama çocuklarınız geri almak isteyebilirler.”
“Haklısın”dedi
Reis.”Tapusunu senin üzerine çıkarırız.”
“Buradan
bir tacirin geçtiğini ve ona da tapu verdiğinizi duydum,”diye
Pahom devam
etti.”Aynı
şeyin yapılmasından memnun olurdum”
Reis
anlamıştı.
“Evet
bunu kolaylıkla yapabiliriz,” dedi.”Bir yazıcımız var
birlikte kente gider
tapuyu
hazırlatırız.”
“Fiyatı
ne olacak?”diye sordu Pahom.
“Bizim
fiyatımız hiç değişmez:Günde bin ruble”
Pahom
anlamamıştı.
“Günde
mi? Bu nasıl ölçü? Kaç dönüm eder yani?”
“Biz
hesaplamayı bilmeyiz,”dedi Reis.”Onun için gün hesabıyla
satarız.Bir günde
yayan
olarak çevresini dolaşabileceğin toprak senindir ve günlüğü
bin rubledir.”
Pahom
şaşırmıştı:
“Ama
bir gün içinde çok geniş bir arazinin çevreni
dolanabilirsin”dedi.
Reis
güldü:
“O
zaman hepsi senin olur! Ama bir koşul var:Aynı gün başladığın
noktaya dön-
mezsen
paranı kaybedersin.”
“İyi
ama gittiğim yolu nasıl işaretleyeceğim”
“İstediğin
noktaya gideriz,biz orada kalırız.Sen de oradan başlayıp yola
çıkarsın,
bir
de kazma alırsın.Gerektiği yere bir işaret koyarsı.Köşelere
geldiğinde bir çukur kaz
toprağı
küme yap.Biz sonra sabanla çukurdan çukura gideriz.İstediğin
kadar bir alanı
işaretleyebilirsin,
ama güneş batmadan başladığın yere dönmüş
olmalısın.Yürüyerek
çevirdiğin
bütün arazi senin olacak.”
Pahom
zevkten havalarda uçuyordu.Ertesi sabah erkenden başlamaya karar
verdiler.
Bir
süre daha konuştular,kımız içip biraz daha et yediler,sonra çay
içtiler ve gece
bastırdı.Pahom’a
yatması için kuştüyü bir döşek verip kendileri
dağıldılar.Ertesi sabah
güneş
doğmadan gelecek ve başlangıç noktasına gideceklerdi.
Pahom
kuştüyü döşekte yatıyordu ama bir türlü uyuyamıyordu.Toprak
hiç aklından
çıkmıyordu.
“Büyük
bir arazi işaretleyceceğim” diye düşündü.”Bir günde otuz
beş mil yürüye-
bilirim.Günler
artık uzun nasıl olsa,otuz beş mil çevre büyük bir toprak
demektir.
Kötü
kısmını satar ya da köylülere kiralar,en iyi yerlerinde tarlalar
açarım.İki çift öküz
satın
alıp iki işçi daha tutarım.Yüz elli dönüm tarım arazisi
olur,gerisini otlak olarak
kullanırım.”
Pahom
bütün gece gözünü kırpmadı,ancak şafak sökmeden az önce
daldı.
Gözlerini
kapatır kapatmaz da bir rüya gördü.Rüyasında aynı çadırda
yatıyordu ve
dışarda
birinin kıs kıs güldüğünü duymuştu.Bunun kim olduğunu merak
edip çadırdan
çıkınca
Başkırt Reisi’nin kasıklarını tuta tuta gülmekte olduğunu
gördü.Reis’in yanına
giderek,”Neden
gülüyorsun?”diye sordu.Ama yanına gidince adamın reis değil,
kendisine
topraktan söz eden tacir olduğunu fark etti.”Çoktandır
buralarda mısın?”
diye
soracaktı ama tacir birden değişip uzun zaman önce Pahom’un
evine gelen
köylüye
dönüşüverdi.Sonra köylü de yerini toynakları ve boynuzlarıyla
Şeytan’a bıraktı.
Şeytan’ın
önünde üzerinde sadece bir gömlekle bir pantolon olan çıplak
ayaklı biri
yatıyordu.Pahom
nasıl biri olduğunu anlamak için daha yakından bakınca,adamın
ölmüş
olduğunu ve kendisinden başkası olmadığını gördü! Birden
dehşete kapılarak
uyandı.
“İnsan
ne biçim rüyalar görüyor?”diye söylendi.
Çevresine
bakınca açık kapıdan şafağın sökmekte olduğunu gördü.
“Adamları
uyandırma zamanı geldi,yola çıkalım”diye düşündü.
Pahom
kalktı,arabanın içinde uyumakta olan adamını kaldırdı,atını
eyerlemesini söyleyip
Başkırtlar’ı
çağırmaya gitti.
“Toprağı
ölçme zamanı geldi,”dedi.
Başkırtlar
kalkıp toplandılar,Reis de geldi.Sonra yine kımız içmeye
başladılar;
Pahom’a
çay ikram etmek istedilerse de Pahom beklemek istemedi.
“Eğer
gideceksek gidelim artık,vakit geldi,”dedi.
Başkırtlar
hazırlandılar,kimi arabalı,kimi atlı olarak yola koyuldular.Pahom
da
uşağıyla
küçük arabasndaydı,yanına bir kazma almıştı.Bozkıra gelince
şafak sökmeye
başlamıştı.Bir
tepeye çıktılar,Başkırtlar atlarından ve arabalarından inip
bir noktada
toplandılar.Reis
Pahom’un yanına gelip kolunu ovaya doğru uzattı.
“İşte”
dedi.”Görebildiğin yere kadar hepsi bizimdir.İstediğini parçayı
alabilirsin.”
Pahom’un
gözleri parladı;toprak insanın avcu kadar düz,gelincik tohumu
kadar
karaydı
ve çukur yerlerde çimenler insan boyundaydı.
Reis
tilki postu kalpağını çıkarıp yere koydu.”İşte başlama
noktası burası.Buradan
başla
ve yine buraya dön.Çevresini dolandığın toprağın tümü senin
olacak.”
Pahom
parasını çıkarıp kalpağın üstüne bıraktı.Sonra ceketini
çıkardı,kolsuz
yeleğiyle
kaldı.Kuşağını açıp karnını altından sıkıca
bağladı,yeleğinin cebine bir lokma
ekmek
soktu,su matarasını kuşağına bağladı,adamından kazmayı alıp
yola çıkmaya
hazırlandı.
Bir an ne yana gideceğini düşündü;her yer o kadar çekiciydi ki.
“Her
neyse,doğan güneşe doğru gideceğim,”diye karar verdi.
Doğuya
döndü,gerindi,güneşin ufuk çizgisinde belirmesini bekledi.
“Hiç
vakit kaybetmemeliyim,”diye düşündü.”Hava henüz serinken
yürümek daha
kolaydır.”
Güneşin
ışıkları ufku yalarken Pahom kazmayı sırtlayıp bozkıra doğru
yürüdü.
Ne
yavaş ne de hızlı yürüyordu.Bin metre kadar gittikten sonra
durup bir çukur kazdı,
noktayı
daha iyi belirtmek için topraktan bir tümsek yaptı.Sonra yine
yürüdü.Üzerindeki
gerginliği
attığı için şimdi daha hızlı yürüyordu.Bir süre sonra bir
çukur daha kazdı.
Pahom
arkasına baktı.Üzerinde insanların durduğu tepe uzakta
parlıyordu.Kaba
bir
tahminle üç mil yürümüş olmalıydı.Hava ısınıyordu.Yeleğini
de çıkarıp omzuna
attı,yola
devam etti Artık sıcak iyice bastırmıştı,güneşe bakıp
kahvaltı saatinin geldiğine
karar
verdi.
“İlk
aşama bitti,”diye düşündü.”Ama bir günde dört aşama
var,dönmek için henüz
çok
erken.Ayakkabılarımı çıkarayım hele.”
Oturup
ayakkabılarını çıkarttı,kuşağının arasına soktu.Şimdi
yürümek daha da
kolaylaşmıştı.
“Üç
mil daha giderim”diye düşündü.”Sonra sola dönerim.Burası da
çok güzel,
kaybetmek
yazık olur.İnsan ne kadar ilerlerse toprak da o kadar iyileşiyor.”
Pahom
bir süre daha gidip arkasına bakınca tepedeki insanların artık
karıncalardan
farksız
olduğunu gördü.Güneşte sadece bir parıltı görebiliyordu.
“Bu
yönde yeteri kadar gittim” diye düşündü.”Dönme zamanı
geldi.Ayrıca çok
terledim
ve çok susadım.”
Durdu,büyük
bir çukur kazıp toprağı yığdı.Matarasını çıkarıp suyunu
içti,sonra
sola
döndü.Yüksek otlar arasında uzun uzun yürüdü,hava çok
sıcaktı.
Yorulmaya
başlamıştı,güneşe bakınca öğle olduğunu gördü.
“Eh,
biraz dinleneyim hele,”dedi.
Pahom
oturup ekmeğini yedi,suyunu içti,ama uyuyakalırım korkusuyla
uzanmadı.
Biraz
daha oturduktan sonra yine yürümeye başladı.Ekmek kendisine güç
verdiği için
rahat
yürüyordu,ama hava dayanılmayacak kadar ısınmıştı ve uykusu
gelmişti.
“Bir
saatlik ıstırap,bir ömür boyu rahat,”diye düşünerek yürümeye
devam etti.
O
yönde de uzun bir zaman yürüdü,tam bir daha sola dönecekti ki
rutubetli
bir
arazi parçası gördü”Bunu bırakmak yazık olur,burada iyi keten
yetişir,”diye düşündü.
Araziyi
geçti,öteki tarafa bir çukur kazdı,dönmeden önce tepeye
baktı.Sıcaktan hava
titriyor
gibiydi,insanlar artık seçilemiyordu.
“Kenarları
çok uzun yaptım” diye düşündü Pahom.”Bunu daha kısa
yapmalıyım”
Daha
hızlı adımlarla üçüncü kenarda yürümeye başladı.Güneşe
baktı,ufka olan yolunu
yarılamıştı
ve kendisi üçüncü kenarda daha iki mil bile gitmemişti.Hedefinden
daha
on
mil uzaktaydı.
“Arazim
biraz çarpık da olsa,artık düz bir çizgi üzerinde
yürümeliyim,”diye
düşündü.”Zaten
şimdiden çok büyük bir yer işaretledim.”
Pahom
hemen bir çukur kazıp tepeye doğru yürümeye başladı.
Pahom
artık güçlükle yürüyordu.Sıcaktan tükemişti,çıplak
ayakları kesilmiş,
yaralanmıştı
ve dizleri titriyordu.Dinlenmek istiyordu,ama güneş batmadan tepeye
erişebilmesi
için buna imkan yoktu.Güneş insanı beklemezdi,giderek de
alçalıyordu.
“O
kadar çok istemeseydim keşke” diye söylendi.”Ya geç
kalırsam?”
Tepeye
ve güneşe baktı.Hedefinden hala çok uzaktı,güneş ufka iyice
yaklaşmıştı.
Pahom
yürümeye devam etti;yürümek çok güçse de giderek
hızlanıyordu.Ama hala
çok
uzaktaydı.Koşmaya başladı,yeleğini,ayakkabılarını,matarasını
ve kasketini attı.
Yanında
sadece baston olarak kullandığı kazma vardı.
“Ne
yapacağım şimdi?”diye düşündü.”Çok istedim ve her şeyi
berbat ettim.
Güneş
batmadan oraya varamayacağım.”
Bu
korku soluğunu kesmişti.Koşmaya devam etti,terli gömleği ve
pantolonu vücuduna
yapışıyordu,ağzı
kupkuruydu.Göğsü körük gibi inip kalkıyor,kalbi balyoz gibi
çarpıyordu.
Bacakları
sanki kendisine ait değildi.Yorgunluktan öleceğinden korkmaya
başladı.
Ölümden
korksa da duramazdı artık.”Bu kadar koştuktan sonra durursam
bana
aptal
derler,”diye düşündü.Tepeye yaklaşırken Başkırtlar
kendisine seslenmeye başladılar.
Son
gücünü de toplayıp koşmaya devam etti.
Güneş
artık ufak iyice yaklaşmıştı,sisler içinde kocaman,kan gibi
kızıldı.Evet, batmak
üzereydi!
Ama kendisinin de hedefine varmasına az kalmıştı.Pahom tepedeki
insanların
el
salladıklarını görebiliyordu.Yerdeki tilki postu kalpağı ve
üzerindeki parayı görebi-
liyordu.Reis
yerde oturmuş,kasıklarını tutmaktaydı.Pahom rüyasını
hatırladı.
“Toprak
çok, ama bakalım Tanrı üzerinde yaşamama izin verecek mi?”diye
düşündü.
“Canımdan
oldum! Oraya asla erişemeyeceğim!”
Pahom
toprağa varmış olan güneşe baktı,bir kenarı kaybolmuştu
bile.Kalan gücüyle
koştu.Gövdesini
öne eğiyordu,bacakları kendisini düşmekten alıkoyacak kadar
hızlı
gidemiyordu.Tepeye
vardığı anda ortalık karardı.Başını kaldırıp baktı.Güneş
batmıştı!
Bir
çığlık attı.”Boşuna çalıştım!”diye düşündü.Tam
duracaktı ki Başkırtlar’ın hala
Bağırmakta
olduklarını fark etti.Güneş kendisi için batmıştı,ama onlar
tepede olduklarından
güneşi
hala görebiliyorlardı.Derin bir soluk alıp tepeden yukarı
koştu.Tepe hala aydınlıktı.
Doruğunua
varınca kalpağı gördü.Reis önünde oturmuş,kasıklarını
tutarak gülüyordu.
Pahom
yine rüyasını hatırladı,boğazından bir çığlık
koptu.Bacakları kendisini taşıyamadı,
ileri
doğru devrildi,elleri kalpağa uzandı.
“Aferin
sana!”dedi Reis.”Çok toprak kazandın!”
Pahom’un
uşağı koşup efendisini kaldırmaya çalıştı.Ama ağzından kan
geldiğini
gördü.Pahom
ölmüştü!
Başkırtlar
dillerini şaklatarak kendisine acıdıklarını gösterdiler.
Uşağı
kazmayı alıp Pahom’un yatacağı kadar bir çukur kazıp
efendisini gömdü.
İhtiyacı
olan toprak başından ayağına kadar sadece iki metreydi.
LEO
TOLSTOY
EPSİLON
YAY.