30 Haziran 2015 Salı

BİR DÜŞ MÜYDÜ?

BİR DÜŞ MÜYDÜ?
Onu delice sevmiştim!
İnsan neden sever? İnsan neden sever? Ne tuhaf! İnsanın dünyada sadece tek bir
düşünce,kalbinde tek bir tutku ve dudaklarında tek bir isim olması...Sürekli olarak üste
çıkan,bir pınardaki su gibi ruhun derinliklerinden dudaklara yükselen bir isim,insanın
durmadan tekrarladığı,aralıksız,her yerde,bir dua gibi fısıldadığı bir isim.
Size hikayemizi anlatacağım,çünkü sevdanın her zaman aynı olan bir hikayesi vardır.
Onunla karşılaştım ve onun yumuşaklığıyla okşamalarıyla,kollarının arasında,onun sözleriyle
yaşamaya başladım;ondan gelen her şeyle öylesine sarılıp sarmalanmış,bağlanmış ve soğ-
nulmuştum ki, artık bu bizim yaşlı dünyamızda gece mi gündüz mü olduğuna, ya da canlı
veya ölü olup olmadığıma aldırmıyordum.
Sonra öldü.Nasıl mı? Bilmiyorum;artık hiçbir şey bilmiyorum.Ama bir akşam eve
sırılsıklam geldi,çünkü şiddetli bir yağmur yağıyordu ve ertesi gün öksürmeye başladı,
bir hafta kadar öksürdü ve yatağa düştü.Ne olduğunu şimdi hatırlamıyorum,ama doktorlar
geldi;yazdılar ve gittiler.İlaçlar alındı ve bir takım kadınlar bunları ona içirdi.Elleri ateşliydi,
alnı yanıyordu,gözleri parlak ve üzgündü.Onunla konuştuğumda bana yanıt verdi,ama
ne dediğimizi hatırlamıyorum.Her şeyi unuttum;her şeyi,her şeyi! Öldü o öldü ve ben onun
ince,zayıf iç çekişini çok iyi hatırlıyorum.Hemşire:”Ah!dedi ve anladım,anladım!
Artık hiçbir şey bilmiyordum,hiçbir şey.”Eşiniz mi?”diyen bir papaz gördüm ve bana
sanki onu aşağılıyormuş gibi geldi.
Öldüğü için,artık hiç kimsenin bunu söylemeye hakkı yoktu ve papazı geri çevirdim.
çok nazik ve şefkatli bir başkası geldi ve benimle onun hakkında konuştuğunda,gözyaşla-
rına boğuldum.
Cenaze hakkında bana danıştılar,ama dediklerinin hiçbirini hatırlamıyorum,tabutu ve
onu tabutun içine çivilerken çekicin sesini anımsadığım halde.
Gömüldü!Gömüldü! O! O çukura! Birileri geldi... kadın arkadaşlar.Bir bahane uydurdum
ve kaçtım.Koştum ve sonra sokaklarda yürüdüm,eve gittim ve ertesi gün bir yolculuğa
başladım.
Dün Paris’e döndüm ve odamı yeniden gördüğümde-odamızı,yatağımızı,mobilyalarımızı,
ölümden sonra bir insanın yaşamından geriye kalan ne varsa her şeyi- öylesine vahşi
bir keder saldırısına uğradım ki,pencereyi açıp kendimi sokağa fırlatasım geldi.
Bu eşyalar arasında,onu içine almış ve korumuş olan,farkedilemez çatlaklarında onun,
derisinin ve nefesinin binlerce atomunu bulunduran duvarlar arasında daha fazla dura-
mazdım.Dışarı çıkmak için şapkamı aldım ve tam kapıya yaklaşırken,her gün dışarı çıkarken
kendine baştan aşağı bakabilmek,ufak çizmelerinden bonesine kadar,tuvaletinin,iyi görünüp
görünmediğini,yerinde ve güzel olup olmadığını görmek için oraya koyduğu büyük aynanın
önünden geçtim.
O kadar sık yansıdığı aynanın hemen önünde durdum.....o kadar sık,o kadar sık ki,
onun yansıması içine işlemiş olmalıydı.Gözlerim onu tamamen içeren ve onu benim kadar,
benim tutkulu bakışlarım kadar sahiplenen aynaya-o düz,derin,boş cama-takılmış halde,
titreyerek duruyordu.Sanki o aynaya aşık gibi hissettim kendimi.Dokundum,soğuktu.Ah,
hatıralar! Keder verici ayna! Ne mutlu kalbi içindeki her şeyi unutan,ondan önce geçen
her şeyi,orada kendine bakmış veya muhabbetinde,sevdasında yansımış her şeyi unutmuş
olan kişiye! Nasıl da acı çekiyorum.!
Bunu bilmeden,bunu istemeden çıktım ve mezarlığa gittim. Onun sade mezarını buldum.
Üzerinde şu sözler yazılı beyaz bir mermer haç:
Sevdi,sevildi ve öldü.
Orada,aşağıda,çürümüş! Ne korkunç! Alnımı toprağa yaslayıp ağladım ve orada uzun
bir süre durdum,uzun bir süre.Sonra havanın karardığını gördüm ve tuhaf,delice bir istek,
ümitsiz bir aşığın isteği,kavradı beni.Geceyi,son geceyi,mezarının üzerinde ağlayarak
geçirmek istedim.Ama görülür ve çıkartılırdım.Nasıl ayarlayacaktım? Kurnazlaştım ve
o ölüler kentinde dolaşmaya başladım.Yürüdüm de yürüdüm.Ne kadar da küçük bu kent
diğeriyle,içinde yaşadığımız şehirle karşılaştırıldığında.Yine de ölüler sayıca yaşayanlar-
dan ne kadar fazla.Aynı zamanda gün ışığını gören,pınarlardan su ve bağlardan şarap içen,
ovalardan ekmek yiyen dört kuşak için yüksek evlere,geniş caddelere ve daha fazla yere
ihtiyacımız var.
Ama ölülerin bütün kuşakları için,bize kadar inmiş olan o insanlık merdiveni için,
neredeyse hiçbir şeyi! Toprak onları alır ve unutulmuş onları yok eder.Elveda!
Aniden mezarlığın sonunda,en eski kısmında,uzun zamandır ölü olanların toprakla
karıştığı,haçların kendilerinin çürümüş olduğu muhtemelen yarın yeni gelenlerin konulacağı
kısmında olduğumu algıladım.Bakımsız güller,güçlü ve siyah selvilerle doluydu..insan etiyle
beslenen umutsuz ve güzel bir bahçe.
Yalnızdım,yapayalnız.Böylece yeşil bir ağacın altına çömeldim ve kendimi kalın ve koyu
renkli dalların arasında tamamen gizledim.Gemisi batmış birinin bir kalasa tutunması gibi,
bir ağaç gövdesine sarılarak bekledim.
Hava bir hayli karardığında sığınağımı terk ettim ve o ölü insanlarla dolu toprakta
yumuşak,yavaş ve sessizce yürüdüm.Uzun bir süre etrafta dolandım,ama onun mezarını
yeniden bulamadım.Kollarımı uzatıp,ellerim,ayaklarım,dizlerim,göğsüm ve hatta başımla
mezarlara çarparak,onunkini bulamadan ilerleyen,yolunu arayan kör bir adam gibi,el
yordamıyla yürüdüm.Ağaçlara,haçlara,demir çitlere,madeni çelenklere ve solmuş çiçek
demetlerine dokundum! İsimleri,parmaklarımı harflerin üzerinden geçirerek okudum.
Ne gece! Ne gece! Onu yeniden bulamıyordum.
Ay yoktu.Ne gece! İki mezar arasındaki o dar yollarda dehşet verici şekilde ürkmüştüm.
Mezarlar! Mezarlar!Mezarlar! Sadece mezarlar! Sağımda,solumda,önümde,çevremde,
her yerde mezar vardı.Birinin üzerine oturdum,çünkü daha fazla yürüyemeyecektim;
dizlerim öylesine güçsüzdü.Kalbimin atışını duyabiliyordum....ve başka bir şey daha duydum.
ne? Şaşırtıcı,isimsiz bir ses.Zifiri gecede mi,yoksa giz dolu toprakta,insan cesetleriyle
tohumlanmış toprakta mıydı? Etrafıma bakındım,ama orada ne kadar kaldığımı söyleyemem;
dehşet, soğuk ve korkuyla donup kalmıştım,bağırmaya hazır,ölmeye hazır bir şekilde.
Üzerinde oturduğum mermer parçası kıpırdıyormuş gibi geldi bana.Kesinlikle kıpırdıyordu.
yukarı kaldırılıyordu sanki.Yandaki mezarın üzerine sıçradım ve gördüm,evet,kesinlikle
daha demin terk ettiğim taşın yukarı kalktığını gördüm.Sonra ölü ortaya çıktı,çıplak bir
iskelet,eğik sırtıyla taşı yukarı itiyordu hava zifiri karanlık olduğu halde onu oldukça
net gördüm.Haçın üzerinde şöyle yazıyordu:
Burada elli bir yaşında ölen Jacques Olivant yatmaktadır.Ailesini severdi,nazik
ve saygıdeğerdi ve Tanrı’nın lütfuyla öldü.
Ölü adam da mezartaşına yazılmış olanları okudu;sonra yoldan bir taş aldı,küçük,
sivri bir taş ve harfleri dikkatle kazımaya başladı.Bunları yavaşça yok etti ve gözlerindeki
boşluklarla kazınmış oldukları yere baktı.Sonra,bir zamanlar işaret parmağı olan kemiğin
ucuyla,oğlanların fosforlu bir kibritin ucuyla duvarlara çizdikleri satırlar gibi parlayan
harflerle şunları yazdı.:
Burada elli bir yaşında ölen Jacques Olivant istirahat etmektedir.Zalimliğiyle
babasının ölümünü çabuklaştırdı,çünkü mirasına konmak istiyordu;karısına işkence
etti,çocuklarına acı çektirdi,komşularını aldattı,soyabildiği herkesi soydu ve sefil
bir şekilde öldü.”
Ölü adam yazmayı bitirince,yaptıklarına bakarak kıpırdamadan durdu.Arkama
dönünce bütün mezarların açılmış,içlerinden ölü bedenlerin çıkmış olduğunu ve hepsinin
mezartaşlarına akrabaları tarafından yazılmış olan satırları yok ederek,bunların yerine
gerçekleri yazdığını gördüm.Hepsinin komşularına acı çektiren....kötü niyetli,namussuz,
iki yüzlü,yalancı,çapkın,belalı,kıskanç insanlar olduklarını;çalmış dolandırmış,her türlü
onur kırıcı,her türlü iğrenç hareketi yapmış olduklarını gördüm;o iyi babaların,o sadık
eşlerin,o fedakar oğulların,o iffetli kızların,o dürüst tüccarların,ulaşılamaz denilen o
erkek ve kadınların.Hepsi aynı anda ebedi ikametgahlarının sınırında,yaşarken herkesin
habersiz olduğu veya habersizmiş gibi gözüktüğü gerçeği,korkunç ve kutsal gerçeği
yazıyorlardı.
Onun da mezartaşına birşeyle yazmış olması gerektiğini düşündüm;artık hiç korku
duymadan,yarı açık tabutlar arasında,cesetler ve iskeletler arasında koşarak,hemen
bulacağımdan emin bir şekilde,ona doğru gittim.Hemen tanıdım onu,sarılmış kumaşla kaplı
yüzünü görmeden de,ve kısa bir süre önce:
Sevdi,sevildi ve öldü.”
Kelimelerini okuduğum mezartaşında,şimdi şunları gördüm:
Yağmurlu bir gecede kocasını aldatarak sevgilisinin yanına gitti ve dönüşte
üşüttü,zatürree oldu ve öldü.”
Görünüşe göre beni,sabahleyin,mezarın üzerinde baygın yatarken bulmuşlar.
Yazar: Guy de Maupassant
Çeviren: Ayşe Gorbon

Korku Öyküleri Antolojisi isimli kitaptan seçilmiştir.