YARATICI
YAZMA
Yazının
ruhu çözümlenmeye başladığından beri hemen hemen tüm
yazarlara “Niçin ve nasıl yazıyorsunuz?” sorusu
yöneltilmiştir. Her yazar bu soruya kendince bir cevap verir.
Çoğunlukla da sınırlı olan bu cevaplar farklı farklıdır.
Onlar sosyolojik, psikolojik, politik yaklaşımlarla kendilerini
açıklamaya çalışmışlardır. Kısacası, yazarlar, bu dünyada
nasıl yaşadıklarını dilin olanaklarını kullanarak
duyumsatırlar.
Yazmak,
sadece, edebî bir metin oluşturma amacıyla yazarların üstlendiği
bir iş değildir. Yazı, tarih boyunca, her devirde yaşayan her
insanın kendini ifade etmek ve geleceğe kendinden bir iz bırakmak
amacıyla kullandığı en gelişmiş iletişim araçlarından
biridir. Kullanıldığı dilin olanaklarıyla geçmişten geleceğe
doğru yol alan büyülü bir zaman makinesine benzer. Her insan bu
dünyadaki eşsiz varlığının bir kanıtını bırakmak ister yine
bu dünyada. Bu nedenle her insan için yazı bir araç, yazma arzusu
da kaçınılmazdır.
Yazma
eyleminin bu kadar değerli ve gerekli olduğu dünyamızda,
kendisini doğru ve etkili ifade edebilen bireyler yetiştirmek de
bir o kadar gereklidir. Ancak bu konuda, ne yazık ki, eğitim
sistemimizde boşluklar bulunmaktadır. Sürekli değişen eğitim
modelleri içerisinde etkili ve planlı bir yazma eğitimi
geliştirilememiştir. Yine de, Türk Dili ve Edebiyatı dersleri
kapsamında, değerli öğretmenlerimizin geliştirdiği ve
uyguladığı farklı etkinlikler bulunmaktadır. Dinleyen,
dinlediğini anlayabilen, anladığını yorumlayan ve
yorumladıklarını yazabilen bireyler yetiştirmek temel
hedeflerimiz. Birbirine bağlı ve birbirini tamamlayan bu yetilere
ulaşmak da yine birbirini destekleyen eğitim modellerinin etkin
öğretimiyle mümkün olabilmektedir. Bu nedenle “iyi yazan”
bireyler yetiştirmek bir süreç işidir. Bu süreci de farklı
uygulamalarla daha etkili kılmak mümkündür.
“Dünya üzerinde
söylenmemiş söz, anlatılmamış olay kalmamıştır.” diye bir
söz vardır. Öyleyse aslında anlatılacak yeni bir konu, işlenecek
farklı bir tema da yoktur. Bizlerden binlerce yıl önce yaşamış
olan insanlar da bizlerle benzer acı, korku, sevinç ve mutlulukları
yaşamış ve bunları unutulmamak için farklı biçimlerde günümüze
ulaştırmışlardır. Kimi zaman notaları, kimi zaman
renklendirdikleri duvarları kimi zaman da kazıdıkları taşları
ve papirüs kâğıtlarını kullanmışlardır. Sonuçta bugüne
aktarılanlar hep benzer konulardır. Bunları birbirinden farklı
kılan ise “nasıl anlatıldıkları”dır. İşte anlatımda bu
farklılığı yakalamak da dilin olanaklarını ne kadar etkili
kullandığımızla ilişkilidir. Ne anlattığımızdan çok nasıl
anlattığımız önemli olduğuna göre burada bireyin diline ne
ölçüde hâkim olduğu kadar kendisini ne ölçüde tanıdığı da
önemlidir. Kendi değerlerinin farkında olan, belli bir okuma
birikimine sahip, algıları açık ve güçlü bireyler elbette daha
kolay yazacaklar ve daha zengin metinler oluşturacaklardır. İşte
biz dil işleyicileri de bu noktada, yazma eğitimi verdiğimiz
öğrencilerimize, algılarını açma ve güçlendirmede, farklı
yöntemlerle yardımcı olabiliriz.
Bu
çalışmamda sizlere, öğrenme ve uygulama süreci içerisinde,
başka başka pek çok modelle zenginleştirilebilecek yazma
etkinliklerinden birkaçına örnekler sunacağım.
“Hayal
gücü” her yazanın işbirliği yapmak zorunda olduğu alanlardan
biridir. Bunu sezgiler, algılar, gözlemler, bilgiler ve
duyarlılıklar izler. Bu alanların hepsi ve hatta daha fazlası
etkili bir biçimde birleştirildiğinde ortaya gerçek bir metin
çıkar. Daha önce de belirttiğim gibi bu birleşimi yakalamak bir
birikim ve süreç işidir. Bu çalışmada sizlere bu birleşimin
“algılarla” ilgili olan bölümüyle ilgili örnekler sunacağım.
Algılarımızın
kaynağı öncelikle duyularımızdır. Dışımızdaki dünyayı
görerek, duyarak, koklayarak, tadarak ve dokunarak algılarız. Bu
algılarımız ne kadar gelişmişse hayal gücümüz de o kadar
zenginleşir. Özgün bir metin yaratmadan önce birey iç dünyasını
keşfetmeli ve algılarını güçlendirmelidir. Yaratıcı yazma
öğrencilerine, dış dünyalarını keşfetmeye başlamadan önce,
iç dünyalarının farkına varmaları için şu temel çalışma
uygulatılabilir:
-Boşluk
doldurma çalışması:
“Eğer
bir renk olsaydım……………….olurdum çünkü……………………”
“Eğer
bir biçim olsaydım……………..olurdum çünkü……………………”
“Eğer
bir ışık olsaydım…………………..olurdum çünkü………………….”
“Eğer
bir hareket olsaydım…………………olurdum çünkü…………….”
“Eğer
bir ses olsaydım…………………olurdum çünkü…………………….”
“Eğer
bir hayvan olsaydım…………….olurdum çünkü………………….”
“Eğer
bir şarkı olsaydım………………..olurdum çünkü…………………..”
………………
Bu
basit ama uygulaması zevkli ve sonuçları renkli olan çalışmayla
öğrenciler kendilerine daha yakın olmakta ve “nasıl
yaşadıklarının” farkına varmaktadırlar.
Bir
öğrencinin örnek cümleyi dolduruş biçimi:
“Eğer
bir harf
olsaydım “ş” olurdum, “aşk”ın
tam ortasına düşmek için!”
Oldukça
orijinal bir buluş.
Bir
başka örnekte farklı bir öğrenci “bir eşya olabilseydi güzel
anılarını taze tutabilmek için buzdolabı olabileceğini”
yazmıştı. Bir diğerinde “bir sözcük olsa umut olmayı tercih
eden ve bunu da herkesin bir gün ona ihtiyaç duyacağı gerçeğiyle
açıklayan” cümle… Bunlar yazmaya iyi birer başlangıç.
Dış
dünyayı duyularımız aracılığıyla algılayıp yorumladığımızı
daha önce belirtmiştik. Şimdi bu algılarımızı güçlendirmek
için yazma öğretimi sırasında uygulanabilecek yöntemlere
değinelim.
-Gözlem
ve günlük tutma: Bir
nesneyi tanımlamanın, ondaki değişimlerin farkında olmanın yolu
o nesneyi uzun uzun gözlemlemekten geçer. Bunun için seçilen bir
nesne belirlenen bir süre boyunca izlenir ve ondaki değişimler
günü gününe not edilir.
Örneğin;
üzerinde tomurcukları bulunan bir çiçeğin on beş gün boyunca
izlenmesi. Bu süreç içerisinde çiçekteki değişim günü gününe
not edildiğinde, öncelikle, o nesnedeki görsel açıdan
farklılıklar öne çıkacaktır: Yaprakların ve tomurcukların
biçimi; açılan çiçeklerin boyutu, rengi, biçimi… Sonrasında
kokudaki değişim öne çıkacaktır.
Uygulama
için örnekler çoğaltılabilir: Bir ucundan ısırılıp bir
köşede bırakılan bir elmanın ya da içildikten sonra telvesi
kurumaya bırakılan bir kahve fincanının gözlemlenmesi sonucunda
da ilgi çekici yorumlar ortaya çıkmaktadır. Bunların dışında
bir çalışmadan da özellikle fen bilimleri öğrencileri daha çok
etkilenmektedir. O çalışma da, hepimizin bildiği basit bir deney,
pamuk içinde fasulye büyütme deneyidir. Böyle bir çalışmanın
yazma eğitimi içerisinde yer alması öğrencilerin daha çok
ilgisini çekmektedir.
-Koklama,
tatma, işitme, dokunma: Anlatımda
önemli olanın ne söylediğimizden çok nasıl söylediğimiz
olduğunu vurgulamıştık. Okuduğumuz öğrenci metinlerde
gördüğümüz en temel yanlış en zayıf yön özellikle sözcük
türlerinden sıfatların kullanımıyla ilgili olmaktadır.
Öğrencilerimiz son derece sınırlı sözcüklerle sıradan
betimlemeler yapmaktadırlar. Ne yazık ki bu eksikliği de “Bol
bol kitap okuyun!” diyerek ya da sıfatların bol kullanıldığı
örnek metinler okutarak giderememekteyiz. Ancak, yaşayarak, kendi
deneyimleriyle sözcükleri keşfeden öğrenciler daha renkli ve
zengin betimlemeler yapabilmektedirler. Bu deneyim de şu
uygulamalarla sağlanabilir.
Koklama:
Kimi
insanlar, zaten doğuştan getirdikleri farklı bir koku
duyarlılığına sahiptirler. Onlar için duyulan kokuyu tanımlamak
daha kolaydır. Ancak benzer bir yorumlama da koklamaya odaklanarak
sağlanabilir. Örneğin, yemek pişirme sırasında son derece
zengin ve değişken koku malzemesi ortaya çıkar. Öğrencilere
yemek pişirme ödevi verilebilir. Bu ödevde asıl hedefleri elbette
yemekte lezzet yakalamak değil kullandıkları malzemelerin teker
teker ve bir aradaki kokularıyla çiğken ve piştikten sonraki
kokuları arasındaki farkı yakalamak olacaktır. Çiğ sebzelerin
tek başlarına çok baskın olmayan kokuları ısıyla, baharatlarla
ve diğer malzemelerle daha keskin, doğadaki diğer kokularla
benzerlikler kurulabilecek yeni hallere bürünürler. Öğrenciler
burada kokuya odaklandıklarından ve bunun üzerine not
aldıklarından ellerinde daha detaylı veriler bulunmaktadır. En
azından artık sadece “güzel kokuyor” dememektedirler.
Bunun
dışında bir botanik bahçesinin gezilmesi, parfümeri ziyareti,
hastanede geçirilen bir gün, bir deney laboratuarı da farklı koku
deneyimleri elde etmek için uygun yerler olabilmektedir. Hastane
örneği sevimsiz gelebilir ancak biliyoruz ki hayatımızda sadece
güzel kokular yok. Yaşamı tüm gerçekliğiyle algılamak için bu
sevimsiz örnekleri de deneyimlemek gerekebilir.
Tatma:
Beslenmek
gündelik yaşamımızın oldukça sıradan bir parçasıdır. Ancak
bir yazan için söz konusu, tadına bakılan besindeki lezzeti
oluşturan unsurların ayrımına varmak ise yapılan eylemin
beslenmekten çok öte bir anlamı bulunmaktadır. Bu nedenle, bu
çalışmanın bir parçası olarak besinleri tatmak ve onlardaki
lezzet, koku, yoğunluk vb. farklılıkları keşfederek bunları
önceki deneyimlerle karşılaştırabilmek önemli olmaktadır.
Aslında bu karşılaştırmalar hayatın içinde hepimizin doğal
olarak yaptığı bir işken bu çalışmayla daha bilinçli ve
planlı olarak yapılması hedeflenmektedir.
Güzel
bir bütünü oluşturan şey aslında o güzeli oluşturan küçük
parçalardır. Bir pasta diliminde bütün olarak duyumsanan bir
lezzet vardır ancak o lezzeti duyumsatan parçaların neler olduğunu
keşfetmeye çalışmak kişinin hayata bakış ve algılayışını
da çeşitlendirip zenginleştirecektir.
Aşure,
bu çalışmada deneyimlenmek üzere seçilebilecek en doğru Türk
tatlısıdır. İçerisinde pek çok bakliyat, meyve parçaları,
buğday ve baharat bulunan bu tatlıdaki koku, yoğunluk ve tat
farklılıklarını yakalayarak yorumlamaya çalışmak son derece
keyifli olmaktadır.
İşitme:
Duyu organlarımız aracılığıyla algılamaya çalıştığımız
dış dünya işittiklerimizle zenginleşmektedir. Ancak kimi zaman
işittiklerimiz arasındaki ayrımı da görmezden gelmekteyiz. Oysa
yazan bir kişi için duyulan sesler de sözcükler gibi sihirli
birer yazma aracıdır. Sihirlidir diyorum çünkü yazan kişi nasıl
sözcükleri gündelik yaşamdaki sıradan hallerinden farklı
kullanmak zorundaysa işittikleri arasındaki farklılığı da
duyumsamak zorundadır. Örneğin çaydanlıkta kaynayan suyun
sesiyle coşkun bir derenin suyunun minik taşlar üzerinden akarken
çıkardığı sesin farklılığı bilmelidir. Bunu bilebilmek için
de önce tüm seslere karşı duyarlı olarak, odaklanarak dinlemeyi
öğrenmelidir.
Bu
çalışmada, işitme duyusunun geliştirilmesi için verilecek
ödevlerden biri de farklı sesleri dinleme ve tanımlamaya
çalışmayla ilgili olmaktadır. Sadece sesi tanımlamaya çalışmak
değil o sesten uzaklaşıp sese tekrar yaklaşarak ya da sesin
kişide uyandırdığı çağrışımları da dikkate alarak notlar
almak çalışmanın birer parçasıdır.
Dokunma:
Kimi
yazarlara göre dış dünya gözle algılamadan sonra en iyi
dokunarak algılanabilmektedir. Görme engelli insanların “Biz
dünyayı parmak uçlarımızla görüyoruz.” demeleri de boşuna
değildir. Çalışmanın bu bölümünde bir kişinin yardımına
ihtiyaç duyacağımız küçük bir oyun oynayabiliriz. Bir
arkadaşımızdan, o ortamda önceden dikkatimizi çekmemiş olan
nesneleri, gözlerimiz kapalıyken bize uzatmasını isteyeceğiz.
Elimize aldığımız bu nesneleri öncelikle şekil, boyut, doku vb.
bakımlardan tanımlamaya çalışacağız. Öğrenmenin bir parçası
da benzerlik ilişkisi kurarak öğrenmedir. Görerek ne olduğunu
öğrenemediğimiz bu nesneleri dokunma yöntemiyle benzerlik
ilişkisi kurmaya çalışarak tanımlamaya çalışacağız. Bu
süreçte bize diğer duyularımız da yardımcı olacaktır.
Örneğin,
bir meyvenin, televizyonun uzaktan kumandasının, bir kitabın, bir
biblonun biçim, boyut, doku ve koku anlamında birbirinden pek çok
farklılığı bulunmaktadır. Daha önce görerek zihnimize
kodladığımız özelliklerini ezberden kurtararak yeniden
keşfetmeye çalışarak aslında hepsinde kendine has olan ve
benzersiz özellikleri bu çalışmayla yeniden görmeye başlamış
olacağız.
Sonuç
olarak, parça parça ve başka başka zamanlarda yaptığımız bu
çalışmalarla nesneleri anlatmaya yönelik olarak dünyamızı
oluşturan sözcükleri dil varlığımızdan bulup çıkarmaya
yardımcı olmuş olacağız.
-Kişi
gözlemleme: (Kendinden
bir Sherlock Holmes yaratma!) Gözlem yapmanın varlıkların
herkesçe görülebilen, sıradan, ortak yanlarını saptamak
olmadığını anlatmaya çalıştık. Gözlem, varlıkların
birbirinden ayrılan yönlerinin belirlenmesi işidir. Yazma da o
yönlerin en özgün biçimiyle ifade edilmesidir. Flaubert bu konuda
yazarlara şunu öğütlemektedir:” Kimsenin görmediği ya da
söylemediği bir yanını bulmak için olaylara gerektiği kadar
uzun ve dikkatli bakmalı.”
Kişiler
için de, yeteri kadar uzun bir süre, bakmak ve görmek arasındaki
ayrımı bilerek gözlem yapmak gerekmektedir. Ancak bu çalışmada
gözlem yapmak için belirlenecek kişinin yakın çevreden
seçilmemesi gerekmektedir. Çünkü yakın çevremizdeki insanlar
için yapacağımız yorumlar, daha çok önceden sahip olduğumuz
fikirle ezberlenmiş olması muhtemel yorumlardır. Bu nedenle daha
objektif olabilmek için uzak çevreden, önceden hiç tanınmayan
kişilerin gözlemlenmek üzere seçilmesi daha uygun olacaktır.
Örneğin
her gün okula gelirken durakta karşılaşılan bir kişi, aynı
servisi paylaştığımız ama hiç iletişim kurmadığımız bir
okul arkadaşımız, alış veriş yaptığımız mahalle bakkalı,
kuaförde/berberde karşılaştığımız bir kadın/bir erkek vb.
bir hafta ya da on beş gün gibi sürelerle gözlemleyerek fiziki ve
ruhsal özellikleriyle, tutum ve davranışlarıyla çözümlemeye
çalışacağımız insanlar olabilirler. Burada unutulmaması
gereken yaptığımız işin sadece bir gözlem olduğu ve kişilerin
özel yaşamlarına asla girilmemesi gerektiğidir.
-Yer
betimleme: (“Kamera”
tekniği) Özgün bir metin oluştururken gerçek dünyaya benzer
kurmaca bir dünya çizmeye çalışmak karşılaşılan güçlüklerden
bir diğeri olmaktadır. Kurmaca bir yer betimlemeye çalışmadan
önce içinde yaşanılan dünyanın nasıl bir yer olduğunu daha
yoğun olarak görmeye çalışmak, etrafımıza daha dikkatli bakmak
gerekmektedir. Bunu başarabilmek için şu yöntem denenebilir:
A4
büyüklüğünde bir kartonun tam ortasından 5 cm. çapında bir
yuvarlak delik açarız. Bu karton kameramız, ortasındaki yuvarlak
boşluk da bizim kameramızın objektifidir. Evimizin balkonundan ya
da okul-ev arasındaki yolda servis penceresinden izlediğimiz
çevreyi bir de bu objektiften görmeye çalışırız. Sınırlı
bir açıyla baktığımız pencereden dikkatimize takılanları
ayırt etmeye çalışırız. Belki o güne kadar, yol boyunca
gördüğümüz - bütün olarak gördüğümüz – her nesnede
dikkatimizden kaçan bir parça bu sefer sınırlı olarak baktığımız
pencerede karşımıza çıkacaktır. Örneğin durağın camına
yapıştırılmış tarihi çok eski bir afiş, bir marketin önünde
yığılmış boş süt şişeleri, her gün önünden geçerken “ne
güzel bir çiçek” diye takılarak baktığınız pencerenin o gün
bomboş olması…
Bu
örnekler elbette çoğaltılabilir. Ancak örneklerin
çeşitliliğinden çok örnekler aracılığıyla kişilerde
belirecek farkındalık ve yeni durumları tanımlamak için ortaya
çıkan yeni sözcükler öğrenme ihtiyacı bu çalışmada daha
büyük önem kazanmaktadır.
-Zamanı
keşif ve zamanda yolculuk: Kendimizden,
çevremizden, mekânlardan ve zamandan kurulu bir dünyada
yaşamaktayız. Öyleyse yaratıcı yazma çalışmalarının çalışma
alanlarından birinde, zamanın nasıl kullanılacağı da yer
almaktadır. Kendini, algılarını tanıyan ve tanımlayan,
çevresindeki kişi, olay ve mekânların durumlarının ayrımına
varabilen birey önünde, bir çalışma alanı daha durmaktadır ki
o da zaman kavramıdır. Zamanın, bir metin içerisinde nasıl
kullanılacağına o metnin yapısı ve olay örgüsü düşünülerek
karar verilir. Ama bunu yapmadan önce yani bir bütün metin
içerisinde zaman kavramını kullanmadan önce yine farklı zaman
dilimlerinin özelliklerini betimlemeye çalışmak gerekmektedir.
Bunu sağlayabilmek için yine parçadan bütüne ulaşma yöntemi
kullanılabilir. Örneğin günü belirli zaman aralıklarına
bölerek o aralıklardaki zamanın özelliklerini betimlemeye
çalışmakla başlanabilir. Sabahın çok erken bir saati veya
öğleye yaklaşan bir saatinde güneşin gökyüzündeki konumu ve
yeryüzüne etkisiyle karlı bir günde ya da yağmurlu bir günde
aynı zaman aralığı içerisinde güneşin gökyüzündeki durumu
ve yeryüzüne etkisi farklı olacaktır. Bu farklılık sadece gözle
görülmekle kalmayıp gözlemleyen kişinin ruh durumlarıyla da
tanımlanabilir. Burada önemli olan yine “zamandaki farklılığı
yakalamak”tır.
Bir
metnin canlılığının, okunabilirliğinin ve güncelliğinin
korunabilmesi, metnin içerisinde çok iyi kurgulanmış bir zaman
kavramının bulunmasına bağlıdır. Bazen metin içerisinde
ilerlerken bir zamandan başka bir zamana geçiş gerekli
olabilmektedir. Metnin akıcılığının sağlanması okuyucu
üzerindeki etkisinin devam etmesi için bu atlamalar gereklidir.
Böyle bir durum karşısında yazan kişinin hazırlıklı
olabilmesi için bu çalışmada şöyle bir yöntem uygulanabilir:
Olay
örgüsü net, az kişiden oluşan ve kronolojik olarak ilerleyen,
merak unsurunun son bölümünde çözümlendiği kısa bir öykü
seçilerek öğrencilere okunur. Bu öykünün, merak unsurunun
çözümlendiği son bölümünden başlanarak yeniden yazılması
istenir. Böylelikle zamanı değiştirilen metnin olaylarının
anlatımında da sıra değiştirilecek bu sefer olay örgüsü
zamana uydurulmaya çalışılacaktır.
Başka
bir örnekte öğrencilerden, etkileyici, çarpıcı bir an
belirledikten sonra geri dönüşlerle kısa bir öykü yazmaları
istenecektir. Mesela tanık olunan bir kazanın (çarpışan iki
otomobilin görülmesi) etkisiyle bir anının canlanması, yeni
tanışılan bir kişinin parfümünün eski bir arkadaşı ve o
kokuyla bağlantılı bir olayı hatırlatması, elimizden aniden
düşüp kırılan kavanozdan dökülen nohut tanelerinin
yuvarlanışıyla çocukluğumuzda oynadığımız renkli misketlerin
gözümüzün önüne gelmesi vb. gibi. Burada önemli olan
anlatımdaki o ilk andan geriye dönerek zamanda atlamalar yapmayı
başarabilmek ve bu ana dönerken bağlantıları mantıklı bir
şekilde kurabilmektir.
Sonuç
olarak, yazan bir kişinin, bir olayı, bir durumu, bir algıyı,
sezgiyi, bir karşılaşmayı vb. içinde biriktirmesi ve hafızasında
depolaması gerekir. Yazma, özellikle yaratıcı yazma bu depolama
işleminin bir sonucu olarak süreç içerisinde mümkün
olabilecektir. Bu süreç, bireyin kişisel gelişimini ve
beklentilerini okuma alışkanlıklarıyla zenginleştirmesiyle,
yazma çalışmalarını disiplinli olarak sürdürmesiyle
olgunlaşacaktır. Biz bu çalışmada, yazmaya istekli ve yetenekli
lise öğrencileri için uygulanabilecek yaratıcı yazma
tekniklerinden sadece bir kısmına, algılananların gözlem ve
deneyimler aracılığıyla yeniden yorumlanması çalışmasına
değindik.
“Yaratıcılık,
akıcılık, eleştirel düşünme, esneklik, özgür düşünme,
analitik düşünme, problem çözme, ıraksak düşünme, mantıksal
düşünme, sezgisel düşünme vb. hemen her düşünme yeteneği
ile yakından ilişkilidir. Yaratıcılık zihinsel ve duyuşsal
özelliklerimizin hemen hepsinde vardır ve bunlardan olumlu ya da
olumsuz olarak etkilenmektedir.”(Dr. Nuri DOĞAN,“Yaratıcı
Düşünme ve Yaratıcılık”
,Eğitimde Yeni Yönelimler, Pegem Yayıncılık, Ankara,2005,s:171.)
Bu
çalışmanın olumlu sonucu olarak çalışmaya katılan
öğrencilerde;
-Kendine
ve çevreye karşı duyarlılık,
-Farkındalıklarında
artış,
-Yeni
sözcükler öğrenme ihtiyacı,
-Yazmaya
karşı özgüven,
-Parça-bütün
ve neden-sonuç ilişkisi kurabilmede artış,
gibi
davranış değişiklikleri olduğu gözlemlenmiştir.