30 Haziran 2015 Salı

AMCAM JULES

AMCAM JULES
Ak saçlı ihtiyar bir fakir,bizden sadaka istedi.Arkadaşım Joseph ona beş frank
verdi.Şaşırdım.Bana:
  • Bu zavallı,şimdi sana da anlatırım ya,hiç unutamadığım bir vakayı gene aklıma
getirdi;dedi.
Benim aslında Le Havre’lı olan ailem,zengin değildi.Kendi yağıyla kavrulurdu.İşte
o kadar.Babam çalışır,daireden geç döner ve büyük bir şey kazanmazdı.İki kızkardeşim vardı.
Annem,içinde yaşadığımız darlıktan çok sıkılır ve çok defa kocasına söyliyecek
iğneli sözler,sinsi ve üstü kapalı sitemler bulurdu.O vakit zavallı adam bana pek dokunan
bir hal alırdı.Açık elini,yoktan bir ter siliyormuş gibi alnından geçirir ve hiç cevap vermezdi.
Ben onun elinden bir söz gelmediğine üzüldüğünü anlardım.Herşeyden kısırdı.Karşılık
yapılmamak için hiç davete gidilmezdi.Dükkan artığı ucuz erzak alınırdı.Kızkardeşlerim
elbiselerini kendileri dikerler ve metresi otuz santimlik bir şeridin fiatı üzerinde uzun
uzun çekişirlerdi.Her günkü yemeğimiz iç yağlı bir çorba ile türlü sığır yahnileriydi.Sözde
bunlar hem sıhhi,hemde doyurucudur.Ama ben doğrusu,başka şeyleri tercih ederdim.
Kaybolmuş düğmeler ve yırtılmış pantalonlar için beni pek fena paylarlardı.
Fakat her Pazar giyinip kuşanarak gezmeğe giderdik.Babam,sırtında redingotu,başında
silindir şapkası,ellerinde eldivenleri kendini,bayram gemisi gibi süslenip püslenmiş olan
anneme verirdi.Önceden hazırlanan kızkardeşlerim,yürüyüş işaretini beklerlerdi.Fakat
son dakikada mutlaka aile babasının redingotunda unutulmuş bir leke görülür,çarçabuk
onu benzine batırılmış bir bezle silmek icabederdi.
Annem miyop gözlüğünü takıp lekelenmesin diye eldivenlerini çıkararak işe sarılırken
babam,başında silindir şapkası,gömlekle iş bitsin diye beklerdi.
Yola teşrifatla çıkılırdı.Kızkardeşlerim kol kola,önden yürürlerdi.İkisi de evlenme yaşında
idiler.Bu bahane ile şehirde görünmüş olurlardı.Ben, sağında babam bulunan annemin
soluna geçerdim.Zavallı annemle babamın bu Pazar gezintilerindeki pohpohlu tavırlarını,
yüzlerinin asıklığını,yürüyüşlerinin ciddiliğini,hala hatırlarım.Sanki son derece önemli bir
iş onların davranışına bağlıymış gibi vücuları dik,bacakları gergin,sert adımlarla ilerlerlerdi.
Ve her Pazar,uzak ve bilinmez memleketlerden gelen büyük gemilerin limana girdiğini
görünce babam,hiç değiştirmeden,hep aynı sözleri söylerdi:
-Ha,ister misiniz Jules şunun içinde olsunda bizi şaşırtsın?
Amcam Jules,babamın kardeşi,evvela umacısı olduktan sonra,ailenin tek ümidi haline
gelmişti.Çocukluğumdan beri onun bahsini işitirdim.Onu düşünmeğe o kadar alışkındım ki,
görsem hemen tanıyacağımı sanıyordum.Onun Amerika’ya gittiği güne kadar hayatının
bütün hadiselerini,-bu devreden hep alçak sesle bahsedilmiş olmasına rağmen-biliyordum.
O galiba kötü yola sapmış,fakir ailelere göre suçların en büyüğünü işlemiş,yani birkaç
para yemişti.Zenginler için eğlence peşinde koşan adam sadece budalalık etmektedir.O,
gülümsenerek söylendiği gibi,hovardanın biridir.Fakirlerde ise ana babayı sermayeden yemeğe mecbur eden bir oğul kötü kişidir,serseridir,haylazdır!
Bu ayırım, iş aynı olmakla beraber,yerindedir.Çünkü hareketin ehemmiyetini
ancak neticeler belirtir.
Hulasa Jules amca babamın güvendiği mirası,kendi payını son meteliğine kadar yedikten başka,epeyce de azaltmıştı.
Onu,o vakitler adet olduğu gibi Le Havre’dan New-York’a giden bir tüccar gemisine
bindirerek Amerika’ya yolladılar.
Bir kere oraya varınca amcam Jules bilmem ne satıcısı olarak yer tuttu,ve hemen babama biraz para kazandığını,kendisine karşı yaptığı haksızlığı tamir etmek ümidinde olduğunu yazdı.
Bu mektup bütün aileyi derin bir helecana düşürdü. Hani,nasıl derler,iki para etmiyen Jules
birden bire namuslu bir adam,iyi yürekli bir çocuk,bütün Davranche’lar gibi doğru, hakiki
bir Davranche oluverdi.
Ayrıca bir kaptan da bize onun büyük bir dükkan kiraladığını ve büyük işler yaptığını
haber verdi.
İki sene sonra ikinci bir mektup şöyle diyordu:
Azizim Philippe,sana sıhhatim için merak etmiyesin diye yazıyorum.İyiyim.İşlerim de
iyidir.Yarın Güney Amerika’da uzun bir geziye çıkıyorum.İhtimal bir çok sene sana bir
haber ulaştıramıyacağım.Eğer yazmazsam merak etme.Zengin olur olmaz Le Havre’a
döneceğim.Bunun o kadar uzun sürmiyeceğini ve hep beraber rahatça yaşıyacağımızı umarım..”
Bu mektup ailenin İncili olmuştu.Her vesile ile okunuyor,herkese gösteriliyordu.
Hakikaten Jules Amca on sene bir haber yollamadı.Fakat zaman geçtikçe babamın
ümidi büyüyordu.İşini bilen adam o!
Ve her Pazar babam kocaman siyah vapurların gökyüzüne dumandan yılanlar çıkarta
çıkarta ufuktan gelişlerine bakarak her zamanki cümlesini tekrarladı:
-Ha; ister misiniz Jules şunun içinde olsun da bizi şaşırtsın? Ve adeta onun,bir mendil sallar ve:
Hey! Philippe! “Diye seslenirken görülmesi beklenirdi
Bu teminatlı dönüş üzerine bin hülya kurulmuştu.Amcamın parasıyla İngoivlle yakınlarında küçük bir yazlık ev bile alınacaktı.Hatta babamın bu hususta bazı pazarlıklara girişmemiş olduğunu hiç de iddia edemem.
Kızkardeşlerimin büyüğü o vakitler yirmi sekiz yaşında idi.Öteki de yirmi altı. Evlenemiyorlardı ve bu herkese büyük bir dert oluyordu.
Nihayet küçüğüne bir istekli çıktı.Zengin olmamakla beraber namuslu bir memur.
delikanlının tereddütlerine son veren ve onu karara vardıran şeyin,Jules Amcanın bir akşam
kendisine gösterilen mektubu olduğuna daima inanmışımdır.
İstek hemen kabul edildi ve evlenlikten sonra bütün ailenin Jersey’e bir seyahat
yapması kararlaştırıldı.
Jersey,seyahat etmek sevdasında olan fakir insanlar için aranıpta bulunmaz bir yerdir.
uzak değildir.Deniz,posta vapuruyla geçilir ve adacık İngiliz’lerin olduğu için insan kendini
yabancı bir memlekete gelmiş sanır.Bu sebeple bir Fransız iki saatlik bir gemi yolculuğundan
Sonra komşu insanları memleketlerinde görür ve açık konuşmayı sevenlerin dediği gibi
Britanya bayrağının koruduğu bu adadaki esasen yürekler acısı yaşayış tarzını inceleyebilir.
Bu Jersey seyahati bütün düşüncemi,her saniyelik hülyamız oldu;tek beklediğimiz
şey haline girdi.
Nihayet yola çıkıldı.Bunu dünkü gibi görüyorun;vapur,Granville rıhtımında istim üzerinde;
babam telaşlı,üç dengimizin yüklenmesine bakıyor;meraklı annem,ötekinin gidişinden
beri kuluçkasından arta kalmış tek piliç gibi ziyan olmuşa benziyen bekar ablamın kolunda;
Arkamızda da hep geriye kalıp bana çok defa başımı çevirten yeni evliler.
Vapur düdük çaldı.İşte biz de bindik ve gemi rıhtımdan ayrılarak yeşil birmermer
levha gibi dümdüz bir denize açıldı.Bütün seyrek yolculuk edenler gibi memnun ve kurumlu,
kıyıların gerilemesine bakıyorduk.
Babam daha o sabah bütün lekelerin dikkatle silinen redingotunun altından karnını çıkarıyor ve etrafına gezinti günlerinin,o bana pazarları tanıtan benzin kokusunu yayıyordu.
Birdenbire uzakta,iki bayın istiridye ikram ettiği iki süslü bayan gördü.Eski püskü elbiseli,
ihtiyar bir gemici,kabukları bir bıçakta açarak baylara veriyor,onlar da hemen onları
bayanlara uzatıyordu.Bayanlar elbiselerini lekelememek için kabuğu zarif bir mendil
üzerinde tutarak ve ağızlarını uzatarak kibar kibar yiyorlardı.Sonra küçük bir hareketle
suyunu da içiveriyorlar ve kabuğu denize atıyorlardı.
Babam herhalde böyle yola çıkmış bir gemide istiridye yemek kibarlılığına bayılmıştı.
Bunu yerinde ince,üstün bir hareket saydı ve annemle ablalarıma yaklaşarak:
-İster misiniz,size birkaç istiridye ikram edeyim? Diye sordu.
Annem masraf olacak düşüncesiyle yutkunuyordu.Fakat iki ablam hemen kabul ettiler.
Annem küskün bir sesle:
-Mideme dokunmasından korkarım,dedi; sen onu yalnız çocuklara ikram et.Ama fazla
kaçırma,midelerini bozarsın.
Sonra bana dönerek ilave etti:
-Joseph’e öyle şeyler lazım değil;hem küçükleri şımartmamalı.
Bu ayırdedişi haksız bularak annemin yanında kaldım.İki kızıyla damadını ihtiyar
partal gemiciye doğru kurula kurula götüren babamı gözlerimle kolluyordum.
İki bayan henüz çekilmişti.Babam ablama,suyunu dökmeden istiridyeyi yemek için nasıl
davranacaklarını anlatıyordu.Hatta örnek göstermek istedi ve bir istiridye aldı.Fakat
bayanlar gibi yapayım derken ansızın bütün suyu redingotuna boca etti.Anemin:
-Yerinde dursa idi daha iyi ederdi;diye mırıldandığını duydum.
Yalnız babam bana birden telaşlanmış göründü.Birkaç adım uzaklaştı,istiridyecinin
başına toplanmış olan kızlarına ve damadına uzun uzun baktı ve ansızın bize doğru geldi.
Bakışında bir tuhaflık vardı,sararmışa benziyordu.Hafif sesle anneme:
  • Olur şey değil,dedi;şu istiridye açan adam Jules’e öyle benziyor ki:
  • Annem kestiremeyerek sordu:
  • Hangi Jules’e
Babam tekrar:
  • Canım...kardeşime,dedi;eğer Amerika’da iyi durumd olduğunu bilmesem odur derdim.
Annem şaşırmış kekeledi:
  • Sen delisin! O olmadığını bildiğin halde ne diye böyle saçmalıyorsun?
Fakat babam ısrar ediyordu:
  • Git sen de bak Glarisse; kendi gözlerinle görüp emin olman daha iyi.
Kadıncağız kalktı ve kızlarının yanına gitti.Adama ben de bakıyordum.İhtiyar, pis,buruş
buruştu ve gözlerini işinden ayırmıyordu.
Annem döndü.Titremekte olduğunu gördüm.Çabuk çabuk:
-Odur sanırım,dedi;hadi git,kaptandan öğren.Ama tedbirli davran da bu haylaz şimdi
yine üstümüze kalmasın!
Babam uzaklaştı.Ben de arkasından gittim.İçimde garip bir helecan duyuyordum.
Kaptan,iri,zayıf,uzun çatal sakallı bir bay,Hint postasına komuta ediyormuş gibi,
kurumla köprüsünde geziniyordu.
Babam teşrifatla kendisine yaklaştı,koltuk vererek mesleği üzerinde soruşturmalara
başladı:
-Jersey’in önemi ne idi? Mahsülleri,halkı,özellikleri,adetleri nelerden ibaretti?
Toprağı nasıldı? Ve dahası.. ve dahası..
İnsanın hiç değilse Amerika Birleşik Devletlerinden bahsediliyor sanırdı.
Sonra bildiğimiz gemiden,ekspresten laf açıldı.Sonra da tayfalara gelindi.Nihayet babam
titrek bir sesle:
  • Orada dikkate değer görünen ihtiyar bir istiridyeciniz var,dedi,adamcağız hakkında
birşeyler biliyor musunuz?
Bu konuşmadan artık bıkmağa başlıyan kaptan kuru kuru cevap verdi:
  • Bu,ihtiyar bir Fransız serseridir.Geçen sene Amerika’da buldum ve memleketine getirdim.Görünüşe bakılırsa Le Havra’da akrabaları var,ama onlara borçlu oldu-
ğundan yanlarına dönmek istemez.Adı Jules’dir...Jules Darmanche,yahut Davranche,işte
Onun gibi bir şey.Orada bir zamanlar zengin olmuşmuş.Fakat bakın şimdi ne hale girmiş!
Yüzü gittikçe kararan babam,boğazı kurumuş,gözleri dönmüş.
  • Ya! Ya! Diyerek kekeledi;ala...çok iyi... buna hiç de şaşmıyorum...size çok teşekkür ederim kaptan.
Ve denizci arkasından alık alık bakarken o çekip gitti.
Annemin yanına öyle perişan döndü ki,kadın kendisine:
  • Otur,dedi;farkına varacaklar. O:
  • Kendisi! Ta kendisi! Diye kekeliyerek sıranın üzerine düştü.
Sonra:
  • Şimdi ne yapacağız?...diye sordu.
Annem sert cevap verdi:
  • Çocukları uzaklaştırmalı.Joseph herşeyi bildiği için gidip onları alsın.Bilhassa
damadımızın bir şeyden şüphelenmemesine dikkat etmek lazım.
Babam bitmiş görünüyordu.
-Ne felaket! Diye mırıldandı.
Annem ansızın hiddetlenmiş,ilave etti:
  • Zaten bu hırsızın bir şey yapmayacağından ve tekrar bize yük olacağından hiç şüphe
etmemiştim! Sanki,bir Davranche’tan başka ne beklenebilirdi?...
Babam karısının azarları karşısında hep yaptığı gibi elini alnından geçirdi.
Annem yine:
-Şimdi,Joseph’e para ver de gitsin o istiridyelerin hesabını görsün,diye ilave etti;
bir de bu dilenci kendisini tanırsa tamam olur.İş gemide ne güzel tesir bırakır! Hadi kalkın
öbür uca gidelim.Sen öyle davran ki,bu adam bize yaklaşmasın!
Kendisi hemen kalktı.Elime beş frank sıkıştırdıktan sonra uzaklaştılar.
Ablalarım şaşırmış,babalarını bekliyorlardı.Annemi biraz deniz tuttuğunu söyledim ve
İstiridyeciye:
-Borcumuz ne kadar efendim? Diye sordum.
Amca demek için içim titriyordu.O cevap verdi:
-İki buçuk frank.
Ben beş franklığı uzattım. O da gerisini verdi.
Eline bakıyordum,baştan başa kırışmış,fakir bir gemici eli;yüzüne bakıyordum;bitkin
Kederli,ihtiyar ve sefil bir yüz içimden de:
-Bu benim amcam,babamın kardeşi,amcam!diyordum.
Kendisine elli santim bahşiş verdim.Sadaka alan bir fukara sesiyle:
-Allah sizi kazadan,beladan esirgesin,küçük bayım! Diye teşekkür etti.
Onun ötede de dilenmiş olacağını düşündüm!
Kızkardeşlerim cömertliğime şaşmışlar,bana bakıyorlardı.
Babama iki frank geri verdiğim zaman annem şaşırarak sordu:
Üç frank mı imiş? ...Mümkün değil.
Ben katı bir sesle:
-Elli santim bahşiş verdim,dedim.
Annem yerinden hoplayarak gözlerimin içine baktı:
  • Sen delisin! Bu adama,bu dilenciye elli santim vermek ha!...
Damadını işaret eden babamın bir bakışı üzerine kesti.
Sonra herkes sustu.
Karşımızda,ufukta denizden menekşe renkli bir gölge çıkıyor gibiydi.Bu Jersey’di.
İskeleye yanaşıldığı zaman içime amca Jules’ü bir daha görmek,kendisine yaklaşmak,
tatlı,teselli edici bir şey söylemek için şiddetli bir istek geldi.
Fakat artık kimse istiridye yemediğinden o kaybolmuş,şüphesiz yattığı pis anbarın
dibine inmişti.Biz kendisine rastlamamak için Saint Malo vapuruyla döndük.
Annem sıkıntıdan ölüyordu.
Ondan sonra babamın kardeşini hiç görmedim!
İşte bunun için beni bazen serserilere beşer frank verirken göreceksin.
Seçme Hikayeler Milli Eğt Bak.
Guy de Maupassant