GİRDAP
Humayun
kendi kendine mırıldanıyordu:
“Doğru
mu acaba?...Mümkün mü acaba?...O kadar genç yaşta,orada Şah
Abdulazim
mezarlığında,binlerce
ölünün arasında,nemli ve soğuk toprağın altına
yatmış!..Kefeni
tenine
yapışmış! Artık ne baharın gelişini görür,ne güzün sonunu,
ne de bugünkü gibi
boğucu
ve gam dolu günleri!..Acaba gözünün parlaklığı ve sesinin
ahengi tamamen,
kaybolmuş
mudur? Halbuki o ne kadar güleçti! Ne esprili sözler ediyordu!..”
Hava
kapalıydı.Camlar hafifçe buharlanmıştı.Çatıdan,üstü kar
tutmuş komşu
evi
görülüyordu.Kar tanecikleri ağır ağır ve düzenli olarak
havada dönüyorlar ve saçaklara
konuşuyorlardı.Bacadan,gri
gökyüzünde döne döne yükselip yavaş yavaş kaybolan koyu
bir
duman çıkıyordu.
Humayun,genç
karısı ve küçük kızı Homa sade döşenmiş odalarında
sobanın
karşısına
oturmuşlardı.Fakat her Cuma günü bu odada gülüş ve sevinç
hakim olduğu
halde,bugün
hepsi üzgün ve suskundu.Hatta meclisi şenlendiren küçük
kızları bugün
taşbebeğini
suratı asık bir şekilde yanına koymuş,şaşkın şaşkın
dışarıya bakıyordu.
sanki
o da ortada bir eksiklik olduğunu anlamıştı.O eksiklik,her
zamanın tersine eve
gelmeyen
amcası Behram’dı. Bu yüzden annesiyle babasının üzgün
olduklarını hissediyordu.
Siyah
giysi,uykusuzluktan al çanak kan oturmuş gözler ve havada
dalgalanan sigara
dumanı.Bütün
bunlar da onun düşüncesini teyit ediyordu.
Humayun,
dalgın dalgın sobadaki ateşe bakıyordu ama aklı başka yerdeydi.
Elinde
olmadan okuldaki kış günlerini hatırlamıştı.Bugünkü gibi yer
bir karış kar tuttuğu
zaman,teneffüs
zili çalınca o ve Behram önce davranırlardı.Böyle zamanlarda
hep aynı
oyunu
oynarlardı.Büyük bir yığın haline gelene kadar bir kartopunu
yuvarlarlardı.
sonra
çocuklar iki bölük olur,kar yığınını siper alarak kar topu
oynamaya başlarlardı.
soğuğu
hissetmeden,soğuktan acıyıp kızarmış ellerle birbirlerine kar
topu atarlardı.
Yine
bir gün oyun oynarlarken bir avuç sulu karı avcunda sıkıştırarak
Behram’a atmış
ve
alnını yarmıştı.Müdür muavini gelip avucuna birkaç defa
sertçe sopa vurmuştu.
Belki
de Behram’la dostluğu oracıkta başlamıştı ve son zamanlara
kadar alnındaki yara
izini
gördükçe avuçlarını hatırlıyordu. Geçen on sekiz yıl
boyunca ruh ve düşünceleri
birbirine
yaklaşmıştı.Öyle ki çok gizli düşünce ve duygularını bile
birbirlerine açmadan
edemiyorlardı.İkisi
de hemen hemen aynı düşünce ve ahlaka sahipti.Şimdiye kadar
aralarında
en küçük bir görüş ayrılığı ya da dargınlık olmamıştı.
Ancak
önceki gün sabahleyin Humayun dairede iken “Behram Mirza intihar
etmiş”
diye
telefon ettiler.Humayun hemen bir arabaya atlayıp Behram’ın
yanına gitti.Üstüne
örtülmüş
ve bir tarafı kan lekesi olmuş beyaz örtüyü yavaşça
kaldırdı.Kanlı kirpikleri
yastığa
akmış beyni,halıdaki kan lekeleri,yakınlarının feryat figanı
onu şoka soktu.
Behram’ın
toprağa verildiği gurup vaktine kadar tabutunun başından
ayrılmadı.
Bir
demet çiçek ısmarladı.Getirdiler.Çiçeği kabrinin üstüne
koydu.Son defa vedalaştıktan
sonra
yüreği kalkmış bir vaziyette eve döndü.Fakat o günden sonra
bir dakika olsun
huzuru
kalmamıştı.Gözüne uyku girmemiş,şakakları ağarmaya
başlamıştı.Önünde
bir
paket sigara duruyordu.Sigaranın birini yakıp birini söndürüyordu.
Humayun
ilk kez ölüm ve mezar meselesi hakkında derin derin düşünüyordu.
Fakat
bir türlü aklı almıyordu.Hiçbir inanç ve varsayım onu ikna
edemiyordu.Şaşırıp
kalmıştı.Ne
yapacağını bilmiyordu.Bazen kendisinde delilik halleri
görülüyordu.
ne
kadar unutmaya çalışsa da bir türlü unutamıyordu.Dostlukları
okulda başlamış ve
senli
benli olmuşlardı.Birbirinin sevinç ve üzüntülerine
ortaktılar.Ne zaman dönüp de
Behram’ın
resmine bakacak olsa bütün eski anılar gözünde canlanıyor,onu
görüyordu.
sarı
bıyığı,aralıklı gözleri,küçük ağzı,ince çenesi,yüksek
sesle gülüşü ve boğazını
temizlemesi,hepsi
gözünün önündeydi.Onun ölümüne ,hem de bu kadar ani ölümüne
bir
türlü inanamıyordu.Behram onun için ne fedakarlıklarda
bulunmamıştı ki...Göreve
gittiği
üç yıl boyunca evinin bakımını Behram üstlenmişti.Karısı
Bedri’ye göre evden
kuş
sütünü bile eksik etmemişti.
Şimdi
Humayun hayatın yükünü omuzlarında hissediyor ve geçip giden
günlere
üzülüyordu.Çünkü
büyük bir içtenlikle bu odada bir araya gelip tavla oynuyorlardı.
saatlerin
nasıl geçtiğini anlamıyorlardı.Fakat her şeyden çok ona azap
veren şey şu
düşünceydi:Onunla
yürekleri bir,inançları bir olduğu halde,nasıl oldu da Behram
intihar
kararını ona açmadı?Sebep neydi? Delirmiş miydi,ya da bir aile
sırrı mı söz
konusuydu?
İşte bunu kendine sorup duruyordu.Sonunda aklına bir şey gelmiş
gibi
karısı
Bedri’ye dönerek:
“Sen
ne dersin? Behram’ın bu işi niçin yaptığını biliyor
musun?”diye sordu.
Dikiş
dikmekle meşgul olan Bedri başını kaldırıp,bu soruyu
beklemiyormuşçasına,
isteksizlikle:
“Ben
nereden bileyim? Sana söylememiş miydi?”dedi.
“Hayır...Öyle
sordum işte..Ben de buna şaşıyorum.Seyahatten döndüğümde
değiştiğini
hissettim.Fakat
bana bir şey demedi.Bu tutukluğunun idari işlerden dolayı
olduğunu
sandım..Çünkü
idari işler onu bezdiriyordu..Defalarca söylemişti bana...Ama
hiçbir
konuyu
benden saklamazdı...”
“ Allah
rahmet eylesin.Ne kadar zinde ve neşeliydi! Ondan böyle bir şey
beklenmezdi!”
“Hayır,
öyle görünüyordu...Kimi zaman çok değişiyordu..Çooook.Yalnız
kaldığı zaman
bir
gün odasına girdiğim zaman onu tanıyamadım.Başını ellerinin
arasına almış düşünüyordu.Beni görür görmez afalladı.Beni
yanıltmak için güldü ve her zamanki şakalarını yaptı.iyi bir
oyuncuydu.”
“Belki
de sana söylerse,üzüleceğinden korktuğu bir şey vardı?Seni
düşünmüştür.
Ama
ne olursa olsun ,sen kadınsın ve çocuğun var.Yaşamak zorundasın.
Ama o..”
İntiharın
önemi yokmuş gibi başını anlamlı anlamlı salladı.Sessizlik
yeniden
onları
düşünceye itti.Fakat Humayun karısının sözlerini yapmacık ve
geciştirmeye
yönelik
olduğunu sezdi.Sekiz yıl önce kocasına tapan ve aşk hakkında
güzel düşünceleri
olan
bu kadının şimdi gözünün önünden perde kalkmışçasına
Behram’ın anıları
karşısında
teselli verişi Humayun’un ondan nefret etmesine neden
oldu.Karısında bezdi.
Şimdi
maddeci,akılcı,dünya malı ve düşüncesinde olan,üzülmek
istemeyen bir kadındı.
ileri
sürdüğü delil,Behram’ın karısı ve çocuğunun olmamasıydı.Ne
tuhaf düşünce!
kendisini
bu ortak zevkten mahrum ettiği için,onun ölümüne üzülmüyor.Acaba
çocuğunun
dünyadaki
değeri,arkadaşından daha mı fazla?Asla! Acaba Behram üzülmeye
değmez
miydi?Dünyada
onun gibi birini bulacak mıydı acaba?
O
ölsün de şu doksa yaşındaki moruk Seyyid Hanım yaşasın! Bugün
karda tipide
çınar
dibinden bastonunu vura vura gelmişti ve ölü helvası yemek için
Behram’ın
evini
arıyordu.Bu Allah’ın işidir.Karısına kalırsa,normal.Günün
birinde karısı Bedri’de
şu
Seyyid Hanım gibi olacak.Daha şimdiden huyu,gözlerinin hali ve
sesi değişti.
Sabah
erkenden daireye giderken o uyuyor.Gözlerinin altı
kırışmış,tazeliğini yitirmiş.
mutlaka
Bedri’de ona karşı aynı duyguyu hissediyor olmalı.Kim
bilir?Acaba kendisi de
değişmedi
mi? O eski sevecen,itaatkar ve güzel Humayun mu?Acaba karısını
aldatmamış mı?
Ama
neden bu düşüncelere kapılmıştı?Uykusuzluktan mı,yoksa
dostunun hüzünlü
anısından
mıydı?
Bu
sırada kapı açıldı ve dişiyle örtüsünün ucunu sıkıştırmış
olan hizmetçi büyükçe,
parlak
bir kağıt getirerek Humayun’a verdi ve dışarı çıktı.
Humayun
zarfın üstündeki kısa ve kesik kesik yazıyı,Behram’ın el
yazısını tanıdı.
aceleyle
bir kenarından zarfı açtı ve içinden çıkan kağıdı okudu:
“Şimdi
13 Mihr 1311.Gece yarısı saat bir buçuk.Ben Behram Mirza-yı
Erjenpur
kendi
rızamla bütün mal varlığımı Homa Mahaferid Hanıma
bağışladım.BehramErjenpur”
Humayun
bir kez daha hayretle mektubu okudu.Donup kaldı.Kağıt elinden
düştü.
Göz
ucuyla ona bakan Bedri sordu:
“Kimin
mektubuydu?”
“Behram’ın”
“Ne
yazmış?”
“Biliyor
musun? Bütün mal varlığını Homa’ya bağışlamış!”
“Ne
ince adam!”
bu
içtenlikle karşılık şaşkınlık ifadesi Humayun’un karısından
daha da nefret etmesine
sebep
oldu.Fakat elinde olmadan Behram’ın resmine gözü ilişti.Sonra
dönüp Homa’ya
baktı.Ansızın
aklına bir şey gelerek ürperdi.Sanki gözünün önünden bir
perde daha
kalkmıştı.Kızı
Homa tıpatıp Behram’a benziyordu.Ne kendisine ne de annesine
çekmişti.
onlardan
hiç birinin gözü siyah değildi.Küçük ağzı,ince çenesi,hemen
hemen bütün
yüz
hatları Behram’a benziyordu.
Şimdi
Humayun,Behram’ın Homa’yı neden bu kadar sevdiğini ve ölmeden
önce
bütün
varlığını ona bağışladığını anlamıştı.Acaba o kadar
sevdiği bu çocuk,karısıyla
Behram’ın
yasak ilişkilerinin sonucu muydu? Hem de can dostu olan ve kendisine
son
derece güvenilen bir arkadaşın! Karısı ,onun yokluğunda
Behram’la sıkı fıkı olmuş
ve
bütün bu süre zarfında onu aldatmış,rezil etmiş!Şimdi
de,ölümünden sonra verilmek
üzere
bu vasiyetnameyi,bu küfürü yazmış! Hayır,olanları kendisiyle
bağdaştıramıyordu.
Bu
düşünceler yıldırım hızıyla aklından geçti.Başağrısı
tuttu,yanakları soğudu.Bedri’ye
alevli
gözlerle bakarak:
“Sen
ne dersin ha? Niye yapmış Behram bu işi? Kız kardeşi,erkek
kardeşi yok muydu”dedi.
“Eskiden
beri bu çocuğu severdi.Sen Bendergez’de iken Homa kızamık oldu.
Bu
adam on gün on gece başucunda durdu.Allah rahmet eylesin.”
Humayun,sinirlenerek:
“Hayır,bu
kadar da basit değil..”dedi.
“Nasıl
bu kadar da basit değil? Herkes senin gibi üç yıl karısını
çocuğunu bırakıp
gidecek
kadar ilgisiz değildir.Hem suçlu hem de güçlü.Döndüğün vakit
bir çorap bile
getirmedin
bana.Çam sakızı çoban armağanı.Çocuğunu,seni sevdiği için
sevdi.Yoksa
Homa’nın
aşığı değildi.Bu çocuğu göz bebeğinden daha çok sevdiğini
görmüyor muydun?”
“Hayır,bana
doğruyu söylemiyorsun.”
“Ne
söylememi istiyorsun? Anlamıyorum!”
“Anlamazlıktan
geliyorsun.”
“Ne
demek yani? Biri intihar etmiş,malını bağışlamış.Hesap mı
vereceğim?”
“Senin
bilmen gerektiğini biliyorum.”
“Bana
bak.Kinayeli sözlere aklım ermez benim.Git tedavi ol.Aklın
karışmış senin.
Benden
ne istiyorsun?”
“ Bilmiyor
muyum sanıyorsun?”
“O
halde neden soruyorsun bana?”
Humayun
sabırsızlıkla bağırdı:
“Yeter!yeter!
Rezil ettin beni!”
Sonra
Behram’ın vasiyetnamesini alıp buruşturdu ve sobaya
attı.Vasiyetname
tutuşup
kül oldu.
Bedri
elindeki mor bezi fırlatıp kalktı ve :
“Bana
inat olsun diye mi yaptın bunu? Kendi çocuğuna reva görmüyor
musun?”dedi.
Humayun
kalktı.Masaya yaslanarak alaycı bir ifadeyle:
“Benim
çocuğum,benim çocuğum.Peki niçin Behram’a benziyor?”dedi.
dirseğiyle
Behram’ın resminin bulunduğu işlemeli çerçeveye vurdu.Çerçeve
yere düştü.
o
ana kadar üzülen çocuk ağlamaya başladı.Bedri,rengi uçmuş bir
halde ve tehditkar
bir
sesle:
“Maksadın
ne senin?Ne demek istiyorsun?dedi.
“Sekiz
yıldır beni aldattığını ve rezil ettiğini söylemek
istiyorum.Sekiz yıldır alda-
tıyordun
beni,değil mi kadın?”
“Bana
mı,kızıma mı?”
Humayun
sinirli bir gülüşle resim çerçevesini gösterdi ve nefes nefese:
“Evet
senin kızın...Senin kızın.Al da bak.Demek istiyorum ki,artık
gözüm açıldı.Neden
bağışladığını,neden
şefkatli bir baba olduğunu anladım.Ama sana göre sekiz yıldır...”
“Sekiz
yıldır senin evindeydim.Her türlü rezilliği çektim.Senin
felaketine katlandım.
üç
yıl yoktun,evine baktım.Sonra da Bendergez ‘de bir Rus yosmasına
aşık olduğun
haberi
geldi.Şimdi de bana bunu yapıyorsun.Bahane bulamıyor.”Çocuğum
Behram’a
benziyor”diyorsun.Ama
artık dayanamam.Bir dakika bile kalamam bu evde.Gel canım..
gel,gidelim.”
Homa
korkuya kapılmış hali ve uçuk rengiyle titriyor,annesi ile babası
arasındaki
bu
tuhaf ve görülmemiş kavgayı seyrediyordu.Ağlayarak annesinin
eteğini tuttu.İkisi
birlikte
kapıya doğru gittiler.Bedri,kapının yanında,anahtar destesini
cebinden çıkarıp
fırlattı.Anahtarlar
Humayun’un ayağının önüne düştü.
Homa’nın
ağlayışı ve ayak sesleri koridorda kesilmeye başladı.On dakika
sonra
karda
tipide onları götüren faytonun tekerleklerinin sesi
duyuldu.Humayun hayretten
donup
kalmıştı.Başını kaldırmaktan korkuyor,bu olayların doğru
olduğuna inanmak
istemiyordu.Kendi
kendine deli mi olduğunu ya da korkunç bir kabus mu gördüğünü
soruyordu.Fakat
aşikar olan şey,bundan böyle bu ev ve hayatın onun için
dayanılmaz
olmasıydı.Artık
o kadar çok sevdiği kızı Homa’yı göremeyecek,onu öpüp
okşayamaya-
caktı.Arkadaşının
anısı kirlenmişti.Hepsinden kötüsü,karısı sekiz yıldır,tek
dostu ile
ilişki
kurmuş ve aile ocağını bulandırmıştı.Gizlice!habersizce!
İkisi de iyi oyunculardı.
yalnız
o aldanmış,ona gülmüşlerdi.Bütün hayatından nefret etti.Her
şeyden,herkesten
bezmişti.Kendisini
son derece yabancı ve yalnız hissetti.Uzak şehirlerden veya güney
limanlarından
birine gidip hayatının kalan kısmını orada geçirmek ya da
intihar etmekten
başka
seçeneği yoktu.Hiç kimsenin görmeyeceği bir yere gitmek,kimsenin
sesini duymamak
bir
çukurda yatıp,bir daha uyanmamaktan başka yolu yoktu.Çünkü ilk
kez,etrafında
bulunanlarla
kendisi arasında şimdiye kadar fark etmediği korkunç bir uçurum
bulunduğunu
anlamıştı.
Bir
sigara yaktı.Odada uzunlamasına birkaç adım attı.Tekrar masaya
yaslandı.
dışarıda
düzenli,ağır ağır ve aldırmadan yağan kar taneleri,sanki
gizemli bir musiki
ahengiyle
havada dans ediyorlar ve saçaklara konuyorlardı.Gayri ihtiyari,anne
ve
babasıyla
birlikte Irak’taki köylerine gittikleri güzel ve zevkli günleri
anımsadı.
gündüzleri
tek başına ağaç gölgesi altında,yeşilliklerin arasına
uzanıyordu.Şir Ali
orada
çubuğunu yakıyor,dövene oturuyor,kırmızı başörtülü kızı
saatlerce orada
babasını
bekliyordu.Döven acı acı sesler çıkartarak altın buğday
başaklarını ufalıyordu.
dürtlengeçin
tesiriyle sırtları yara bere olan öküzler,uzun boynuzları ve
geniş alınlarıyla
güneş
batana kadar kendi çevrelerinde dönüyorlardı.Şimdi onun durumu
da tıpkı o
öküzlerin
ki gibiydi.Bu hayvanların ne hissettiklerini biliyordu artık.O da
hayatı boyunca
gözü
bağlı olarak kendi çevresinde dolanıp durmuştu.Dolap beygiri
gibi o harman
döven
öküzler gibi.Saatlerce küçük gümrük odasında masa başında
oturup,sürekli aynı
kağıtları
karaladığını anımsadı.Bazen iş arkadaşına bakıp
esniyor,tekrar kalemi alıp
kendi
sütununa aynı numaraları
yazıyor,karşılaştırıyor,topluyor,defterleri altüst ediyordu.
fakat
o zaman içini ferahlatan bir şey vardı.Gözü,fikri,gençliği,kuvveti
parça parça
çözülse
de,Behram’ı kızı ve karısını karşısında güleryüzle
gördüğü akşam,bütün
yorgunluğu
çıkıp gidiyordu.Ama şimdi her üçünden de bezmişti.Üçü
birlikte onu
bu
günlere getirmişti.
Ani
bir karar vermiş gibi,gidip çalışma masasının başına
oturdu.Masanın gözünü
çekti.Her
zaman yanında taşıdığı küçük tabancayı çıkardı.Kontrol
etti.Mermiler yerin-
de
idi.Soğuk ve siyah namlusuna baktı.Yavaşça şakağına
dayadı.Fakat Behram’ın
kanlı
yüzünü hatırlayınca tabancayı pantolonunun cebine koydu.Tekrar
kalktı.
koridorda
paltosunu ve kaloşunu giydi.Şemsiyesini de alıp evden çıktı.Sokak
tenhaydı.
kar
tanecikleri havada yavaş yavaş dönüyordu.Nereye gittiğini
bilmeden yola koyuldu.
sadece,evinden
bu korkunç olaylardan kaçıp uzaklaşmak istiyordu.
Soğuk,beyaz
ve iç kapayıcı bir caddeye çıktı.Araba tekerleklerinin izi
alçak ve
yüksek
yarıklar açmıştı.Ağır ve uzun adımlar atıyordu.Yanından bir
otomobil geçti ve
caddenin
sulu ve çamurlu karlarını üzerine sıçrattı.Durup elbisesine
baktı.Çamura
bulanmıştı.Sanki
onu teselli ediyor gibiydi.Yolda kibrit satan küçük bir erkek
çocuğuna
rastladı.Seslendi
ona.Bir kutu kibrit aldı.Fakat çocuğun yüzüne bakınca,siyah
gözleri,
küçük
dudağı ve sarı bıyıkları olduğunu gördü.Behram’ı
anımsadı.Titremeye başladı
ve
yola devam etti.Birden bir dükkan vitrininin önünde durdu.Yaklaşıp
alnını soğuk
cama
yapıştırdı.Neredeyse şapkası düşecekti.Vitrinde oyuncaklar
sergilenmişti.Buharla
üstü
temizlensin diye paltosunun eteğini vitrin camına sürüyordu,ama
boşunaydı.
tam
önünde pembe yüzü ve mavi gözleriyle büyük bir bebek duruyor
ve gülümsüyordu.
bir
süre dikkatle baktı ona.Bu bebek Homa’nın olsaydı,onu ne kadar
mutlu ederdi.
Mağaza
sahibi kapıyı açtı.O tekrar yoluna devam etti.İki sokaktan daha
geçti.Yolu
üzerinde,önünde
sepetiyle bir tavukçu oturmuştu.Sepete ayakları birbirine
bağlanmış
üç
tavukla bir horoz konulmuştu.Kızarmış ayakları soğuktan
titriyordu.Önündeki
kar
üstüne kan damlaları düşmüştü.Biraz daha uzakta,bir evin
girişinde,parçalanmış
gömleğinden
kolları çıkmış kel bir oğlan çocuğu oturmaktaydı.
Mahalle
ve yolunu bilmeden bunların tümünü farketti.Yağan karı
hissetmiyordu.
eline
aldığı şemsiye öylece kapalı duruyordu.Başka bir tenha sokağa
girip,bir evin
yüksekçe
olan sekisine oturdu.Kar yağışı daha da hızlanmıştı.Şemsiyesini
açtı.Çok
yorulmuştu.Başı
ağırlaşıyordu.Gözleri yavaş yavaş kapandı.
Yoldan
geçen birinin sesi onu kendine getirdi.Kalktı.Hava
kararmıştı.Günlük
olayların
hepsini hatırladı.Aynı şekilde,o evin girişinde
gördüğü,parçalanmış
gömleğinden
kolu çıkan kel çocuğu,sepette soğuktan titreyen tavukların
ıslak ve
kırmızı
ayaklarını ve kar üzerine damlamış kanı anımsadı.Biraz açlık
duydu.Bir tatlıcı
dükkanından
tatlı ekmek satın aldı.Yolda yerken,bilinçsizce,gölge gibi
sokakta dola-
şıyordu.
Eve
girdiğinde gece yarısını iki saat geçmişti.Bir koltuğa attı
kendini.Bir saat
sonra
soğuğun şiddetinden uyandı.Elbisesiyle yatağa girip yorganı
başına çekti.
rüyasında,aynı
odada o kibrit satan çocuk siyah bir elbise giymiş ve üstünde
mavi
gözlü
gülümseyen bebeğin durduğu masaya oturmuştu.Onun önünde elleri
göğüslerinde
üç
kişi duruyordu.Kızı Homa içeri girdi.Elinde bir mum vardı.Onun
ardısıra,beyaz
yüzünde
kanlı beyaz örtü bulunan bir adam girdi.Yaklaştı,kibritli
çocukla Homa’nın
elini
tuttu.Kapıdan çıkmak istediği sırada,ona doğru çevrilmiş
tabancalar tutan iki el
perde
arkasından çıktı.Humayun korkarak,baş ağrısıyla birlikte
uykusundan sıçradı.
İki
hafta boyunca yaşantısı böyle geçti.Gündüzleri daireye
gidiyor,geceleri yatmak
için
eve çok geç dönüyordu.Bazen ikindi vakitleri,nasıl olup da
yolunun,Homa’nın
okuduğu
kızlar okulunun yakınından geçtiğini bilmiyordu.Ders bitince
duvarın köşe-
sine
saklanıyor,kayınpederinin evindeki hizmetçisi Meşedi Ali’nin
onu görmesinden
korkuyordu.Çocuklara
bir bir dikkat ediyor,ama aralarında kızı Homa’yı göremiyordu.
sonunda
tayin isteği kabul olundu ve kendisine Kirmanşah gümrüğüne
gitmesi tebliğ
edildi.
Humayun
hareket gününden önce bütün işlerini yoluna koydu.Hatta otogara
gidip
bilet
bile aldı.Gar görevlisinin ısrarına rağmen,bavullarını
kapatmadığı için,o gün
akşamüzeri
gidecekken ,ertesi sabaha Kirmanşah’a hareket etmeye karar verdi.
Evine
girince dosdoğru çalışma masasının bulunduğu mütevazi odaya
gitti.Oda
dökülüp
saçılmış,sobanın önüne soğuk küller dökülmüştü.İpekli
mor kumaş ile
Behram’ın
vasiyetnamesinin bulunduğu zarfı masanın üstüne
koymuşlardı.Zarfı alıp
ortadan
yırttı.Fakat arasında, o gün aceleyle farkına varmadığı,yazılı
küçük bir kağıt
parçası
gördü.Parçaları masanın üzerinde yanyana koyduktan sonra şöyle
okudu:
“Bu
kağıt mutlaka ölümümden sonra eline geçecek.Bu ani kararımdan
dolayı şaşıra
cağını
biliyorum.Çünkü sana danışmadan hiçbir iş yapmazdım.Fakat
aramızda gizli
bir
şey kalmaması için itiraf ediyorum.Ben karın Bedri’yi
sevdim.Dört yıldır kendimle
mücadele
ediyordum.Sonunda galip geldim ve sana hiyanet etmemiş olmak için
içimde
uyananan
devi öldürdüm.Homa hanıma naçiz bir hediye veriyorum.Umarım
kabul
olur.Kurbanın
Behram.”
Humayun
bir süre şaşkın, şaşkın odanın çevresine bakındı.Artık
Homa’nın
kendi
çocuğu olduğundan şüphesi yoktu.Homa’yı görmeden gidebilir
miydi? Kağıdı
iki
kere,üç kere okudu.Cebine koyup evden çıktı.Yol üstündeki
oyuncakçıya girdi ve
beklemeden
pembe yüzlü,mavi gözlü büyük bebeği satın aldı.Kayınpederinin
evine
gitti.Kapıyı
çaldı.Hizmetçileri Meşedi Ali,Humayun’u görür görmez yaşlı
gözlerle:
“Bey,başım
nerelere vurayım? Homa Hanım!” dedi.
“Ne
oldu?”
“Bey,bilmiyorsunuz.Homa
Hanım sizin ayrılığınızdan dolayı ne kadar zayıfladı,
ne
kadar halsizleşti.Her gün okula götürüyordum.Cumartesi
günüydü.Beş gün önce
ikindi
üzeri okuldan kaçtı.”Babacığımı görmeye gidiyorum”demişti.O
kadar telaşlan
dık
ki.Muhammed size söylemedi mi? Karakola telefon ettik.Tekrar evinize
geldim.”
”Ne
diyorsun? Ne oldu?”
“Hiç.bey.Geceleyin
onu eve getirdiler.Yolunu kaybetmiş.Soğuktan donmuş.Öldüğü
ana
kadar hep sizi istedi.Dün onu Şah Abdulazim’e götürdük.Behram
Mirza’nın
kabri
yanında toprağa verdik!”
Humayun
dikkatli dikkatli Meşedi’ye bakıyordu.Buraya gelince bebek kutusu
kolunun
altından düştü.Sonra deliler gibi paltosunun yakasını
kaldırarak uzun adımlarla
garaja
doğru gitti.Artık bavulunu kapamaktan vazgeçti.İkindi arabasıyla
en kısa
zamanda
hareket edebilecekti.
Yapı
Kredi Yay. İran ve Afgan Hik.Antolojisi
Sadık
Hidayet