10 Aralık 2011 Cumartesi

STAND UP GÖSTERİSİ DUYGUSAL GÜLÜMSEMELER METNİ


STAND UP GÖSTERİ DUYGUSAL GÜLÜMSEMELER


1
GİRİŞ KONUŞMASI
2
HİÇ Mİ YOK
3
KENEL ÇERRAHİ
4
ADLİ TIP
5
BEYAZ -- GÜL
6
ATA DEMİRER
7
CEM YILMAZ
8
JULİUS SEZAR
9
PİLAV GÜNÜ
10
KÜSME
11
DOKUNMANIN GÜCÜ
12
SIFIRLAR VE BİR
13
KADAVRA
14
BULUNAMAYAN YATAK
15
NÖBETÇİ MÜDÜRLÜK
16
BEBEK
17
MUSTAFA HOCA
18
KOMONİST DİYETİSYEN
19
ZAYIFLAMA
20
MAKBUL DOKTOR
21
KAYBOLMAYAN …….
22
MİSSOURİ
23
DAMAR YOLU
24
YOLLARIMIZ
25
KÖPEKLER
26
YEMEK
27
LOKAL







GİRİŞ MÜZİĞİ : BEYAZ GİYME SÖZ OLUR, SİYAH GİYME TOZ OLUR

Efendim hoş geldiniz.. katılımınız için verdiğiniz destek için çok teşekkürler..
Biliyorsunuz şubat mart aylarında yaklaşık bir ay süren hizmet içi eğitim programı yaptık.Bu program sunulurken bu kadar uzun süreçte insanlar ciddi konulardan sıkılabilirler birde biz bu kadar geniş bir aileyiz çalışan sayımız binlerle ifade ediliyor hele bir de hastaları ve hasta yakınlarını sayarsanız rakam katlanarak artıyor dolayısıyla başımızdan her gün bir sürü olay geçiyor ve bu olayların arasından komik olanları derleyelim de anlatalım hem hoş bir şey hem de moral olur diye düşünmüştük. Dolayısıyla o gün bir fikir olarak yola çıkılan söyleşi bugün hayata geçebildi.
Efendim biz profesyonel değiliz. Metin yazmak özellikle mizah metni yazmak zor iş.Hele bir de işin içine oynamak da girince daha da zorlaşıyor buraya çıkmak. Ama amaç kutsal olunca her şeyi göze aldık ve hoşgörünüze sığınıp çıktık. Umarım keyif alırsınız bu söyleşiden..
Biz söyleşi dedik ama yeni trend de buna stand up diyorlar.. neyse efendim stand up ya da söyleşi.. siz hangisini isterseniz..ben söyleşiyi tercih ederim de diğer taraftan stand up olsa iyi olur.. Hani belki bazen alkışlarsınız ..:-)))))))))))

Bu fikri ilk ortaya attığımda olmaz dediler.. --niye dedim.. Burası hastane, Bizim hastanemizde o kadar komik olay ne olur ki .. 45 dakika ne anlatacaksın.. (45 dakika buradasınız yani)..Öyle demeyin malzeme bol dedim.. Aslında bunu söylerken düşündüğüm coğrafyamızın bu konuda baya cömert olduğu idi... Düşünsenize stand up’çılardan daha komik siyasetçilerimiz, sanatçılarımız var..televizyonumuz var..dizileri,reklamları, tele vole’siyle.. Arabesk gibi, Tele vole de artık bir kültür oldu kabullenmesekte.. yöresel insanlarımız lazı Trakyalısı,hiçbir yöre insanına bu kadar fıkra yakıştırılmamıştır..Hacivatımız karagözümüz ve tabi ki Nasrettin hocamız.. Futbolumuz var.. futbolcusuyla eleştirmeni hakemiyle.. Ermanı Şansalı Fatih Terimiyle…şimdi fatih terim denilince korkuyorum bir yerlerden çıkıp…-- Sezar yapacaksan yap artık şu espriyi diyecek diye.. hep rengarenk bir coğrafya.. Yani mizahı hayatın her yerinde bulmak mümkün..Biz de hastanemizde aradık..
Ben ısrar edince topla hikayeleri de sonra bakarız dediler..Düşünceleri nasılsa bişi bulamayacak böylece de bu iş açılmadan kapanacak..Gerçektende hikaye aramaya başladığımda zorluğu anladım..Kapısını çaldığım bir çok kişi ---hocam bırak bu işleri modunda.. morali bozuluyor insanın.. Ama daha sonra da bir çok kişi de bak bu çok komik bunu anlat deyip bişiler anlattılar.. Hepsini tek tek inceledim yazdım.. Fakat bir esprinin burada anlatılabilmesi için genel olması gerekir. Anlatılan hikayelerin çoğu özel. Ya kişiye özel ya da çalışılan bölüme özel..Anlatamıyorsunuz..değişik karşılaşmayı ummadığım bir durumu ayniyattan arkadaşlar anlattı..sorduğumda “bizde espri standart hocam” dediler. Hadi ya standart espri mi olur dedim...—Oluyor hocam dediler ve anlattılar..;
enjektör var mı?..Bilgisayardan stoklara bakılır sonra..
hayır efendim YOK…
--HİÇ Mİ YOK…!!!!!
Ben buna kendimce bir de cevap yazmıştım..
--şey efendim..kenarından acıcık kopardığım bir tane var.valla ağzımı değdirmedim ..o olur mu?
Yok un azı hiçi çoğu olmaz tabi ki..Yok yoktur..
Enteresandır aradan 3-5 gün geçmedi bana bir şey lazım oldu aradım ayniyatı;
--Kartuş varmıydı acaba..benim yazıcınınki bitmiş de..
--Maalesef Sezar bey yok..
--Acil lazımdı ya.. HİÇ Mİ YOK.. konuşmamı bitirdim aklım başıma geldi ya derse kenarından kopardığım bir tane var diye.. hemen kapattım telefonu..

bir de tek kelimelik ya da tek cümlelik espriler var..bunları nasıl hikaye yapacaksınız?
Örnek; geçenlerde bir hasta elinde bir kağıt..
--kizum ha pu şahısla körüşeçeğum.. Sekreterimiz kağıda bakınca gülmemek için zor tutuyor kendini..Kağıtta aynen şöyle yazıyor..;
---kenel çerrahiden oğuz pey.. adamcağıza söylemişler o da kendi şivesiyle yazmış.. O adamın üzerine benzin döküp yaksanız genel diyemez..o genel deduğun kenel dur da…en cüzel çay doğuş çay diyecesun da.Bir gün sonra da sayın rektörümüze geçmiş olsuna gittik..Hoş beş ten sonra Faruk bey bu kağıdı saklamış Rektörümüze gösterdi..Hocamız gülümsedi tabi..
--bu adam Laz dedi..ve ekledi.. bize de gelmişti böylesi.. eşimi arıyormuş..kağıda da “”sinir dohtoru--- bakinin de garusu”” yazmışlar yollamışlar..:-))
Bir örnek de Adli tıp tan Başar hocamızdan..Başhekim yardımcılığı yaptığı dönemde sekreter ;
--hocam hastalarınızdan biri arıyor… dediğinde..:
--Hayırdır.. beni pek hastalarım aramazda… kızım sor bakim nerden arıyormuş..cennettense bağla.. cehennemdense boşuna bağlama feryatlarından ne dedikleri anlaşılmıyor..:-))
Adli tıp deyince aklıma geldi, hep merak ederim burada rotasyon olsa olabilir mi diye..ben çok severim rotasyonu...Burada yani hastanemizde uygulasak bunu.. mesela plastik cerrahların ameliyatına adli tıpçılar girse.. gerçi kesip biçerken ve de dikerken biraz özensizler falan ama olur..Türkiye de her şey olur..mesela şahsen ben kendi adıma yüzümde bir kesik olsa kesinlikle adli tıpçıların yapmasını isterim.niye onlar ucuz mu yapıyorlar?diyebilirsiniz.. tabi ki hayır da nerde façası bozuk mafya adam varsa hepsi el üstünde..bu ülkede rektör tutuklanır ama Türkiye sizinle gurur duyuyor alkışını mafya babaları alır....
Tabi bunlar anlık durumlar yani durum komedisi benim aradığım ise biraz daha farklı bir şeylerdi.Biraz daha uzun fıkramsı ama bizden bişiler..İnsanlara anlatılırken merak uyandırsın sonu beklensin ve gülümsetsin....
Sonra efendim ben baya bir hikaye topladım.. baktılar ki iş ciddi.. ya da ben ciddiye alıyorum.. sonra engellemelerin şekli değişti…bu sefer sen yapamazsın edemezsin ciddi adamsın kimse sana gülmez lere geldi... Neden gülmicekler ki.. Ben komik adam olmayabilirim..Ama bana bakıp gülsünler diye çıkmadım ki ben buraya.. anlattıklarıma gülecekler..ben cem yılmaz değilim ki tipime bakıp gülsünler... Sahneyi doldurmak gibi endişemiz hiç olmadı..Öyle olsaydı da Ata Demirer’i getirirdik.. Maşallah enine boyuna biri yani.. 2 ye 5..o derece..
Ama Haklarını yememek lazım stand up olunca bu konuda bu adamlar usta.. Beyaz, Ata Demirer, Cem Yılmaz.. Bu kişileri baya bir izledim...Neler yapıyorlar sahnede diye..
Mesela Beyaz olsaydı..;
Genelde toplumlar arası davranış farklarından bahsediyor..Bu konuda da enteresan örnekler veriyor..Mesela …--pardon o gülü bir alabilir miyim..—teşekkür ederim.. Avrupalı bir adam yerde bir gül bulsa yerden alır bir güzel temizler ve kız arkadaşına centilmence sunar.. Peki biz ne yaparız... ? alırız gülü.. yapraklarını koparırız.. diğer avucumuzu şöyle yapar gül yaprağını koyar ve şlakkk… ailenizin komedyeni..
Ata Demirer … saklambaç bile oynamamış, komik, komedide taklit olayını hortlatan,sahneyi sadece gövdesiyle değil sesiyle de dolduran adam.
Cem Yılmaz ı pek anlayamadım.. Yaptığı Show boyunca herkesi kahkahaya boğuyor.Dışarı çıkıyorsunuz soruyorlar nasıldı diye.. süper diyorsunuz öldürdü bizi..ne anlattı diyorlar.. dumur durumlar.. Ahmet ne anlattıydı bu bize yav.. Bu mudur? Budur.. Bir de çok duygusal..hatta tamamen duygusal olduğu rivayet ediliyor.. ama herkes hasta adama.. ne yapsa tutuyor..

Efendim bizim ki farklı tabi...Biz BİZİ anlatacağız. Memuruyla Doktoruyla Yöneticisiyle Hemşiresiyle bizi anlatacağız.
Başlayalım o zaman.. (9,30 dakika)


Yananı ALLAH görür…

Madem başlıcaz bari ilk önce kendimi ateşe atim diye düşündüm.. yani bak bak bizi anlattı da kendini anlatmadı demesinler..
Üniversite yıllarım.. Yıl …. M.Ö… 1982..Sabah kalktık okula gideceğiz ama önce kahvaltı tabii..Özel bir yurtta kalıyorum..Çok özel değil canım Eskişehir öğrenci yurdu. Ben 2. katta kalıyorum mutfak 7. katta. Ayıptır söylemesi sucuklu yumurta ve çay var mönüde.. Hem ayıp olup hem söylenen laf bir bizim ülkemizde var sanırım..Neyse efendim ayağımda Tokyolar işimi bitirdim aşağı iniyorum.Fakat temizlikçi teyzelerimiz var yerleri yıkıyorlar arapsabunlu suyla. Ben 5. kata kadar gelebildim.Ayaklarım bir kaydı 2 ayağımı da yukarda gördüm.Elimdeki çaydanlık ve tavayı atayım da üstüme dökülmesin diyorum ama o kadar hızlı atmışım ki hesap etmediğim demlik bir an havada bekledi ve üstüme boca oldu.Tabi hemen bizim çocuklar geldi.Yurt olduğundan Cerrahpaşa da okuyan çocuklar var arkadaşım hemen hastaneye götürdüler.Doktor açık yara dedi tetanos iğnesi yapalım da mikrop kapmasın.Ben uyardım doktoru aç karnına yaparsanız bayılırım diye.. yok bişi olmaz deyip bastılar iğneyi.Ben tabi küt bayılmışım kendime geliyorum beyaz giymiş birileri var başımda bişiler söyleyip duruyor..dedim her hal cennetteyim.. ama cennette olsam neden tokatlayıp duruyorlar.. olsa olsa zebanilerdir düşünceleri arasında en son anlayabildiğim cümle –hah kendine geliyor.. söyle bakalım adın ne? Ben zaten yarı baygın ---SEZAR dedim.. doktor.. ;
saçmalamaya başladı dedi kendini imparator sanıyor …sonra Allah tan arkadaşlar orda da inandı..Aslında imparatorum ama yetkisiz imparator..biliyorsunuz huzurlarınızda tabi ki evet diyerek yetkileri devrettik efendim..:-))
Sonrasında beni çarşafa sarıp yurda getirdiler..Gerçekten Sezar kıyafetinde yani.. bir zeytin dalından tacım eksik..Odada yatıyorum ama çıplak.. yanıyorum.. diyorum..dostlar bugünler için lazım.. sağ olsunlar..arkadaşlar sırayla üflüyorlar, yelliyorlar ama gözleri kapalı..Bakamıyorlar ki.. adem baba şeklindeyim ama bir incir yaprağım bile yok…neyse efendim kızdım ya teyzelere..beni düşüren ve yanmama sebep olan onlar..Bende Sezar’sam bunun intikamını temizlikçi teyzeden alırım..Teyzelerimiz önce koridorları temizliyorlar sonra da tek tek odalara girip odaları temizliyorlar.Hemen planı yaptım.Ama şikayet ederse diye de önlemi mi aldım. kapıya görebileceği bir not astırıp (hani sigara şirketlerinin tazminat ödememek için paketlere yazdıkları gibi..ben bunu kaç yıl öncesinde akıl etmişim) TEYZE SAKIN GİRME…(altına da bizim muzipler eklemişler girersen de gözlerini kapa ) odada yatıyorum.. teyze önce bir tıklar gibi yapıp daldı odaya sonra beni görünce adem baba halinde gözlerini fal taşı gibi açıp abereyyyyyyyyyy deyip kaçtı..sonra şikayet etmiş beni müdüre..benim savunmam hazır tabi.. ne giriyorsun odaya odada yatan biri var....ve de çocuk değil.... tabi bu arada itiraf edeyim ben biliyorum ama onlar benim bildiğimi bilmiyorlar TEYZENİN OKUMA YAZMASI YOK…
(4.00 dakika)

PİLAV GÜNÜ
bizim geçenlerde 1. GELENEKSEL PİLAV GÜNÜMÜZ yapıldı. Hem 1. hem geleneksel olmasıyla tarihe geçebilecek bu olay süperdi. Organizasyonda emeği geçen kişileri kutluyorum ellerine kollarına sağlık...Herkes eğlendi.. Yemekler nefisti.. ustalarımız harikaydı..Hele o final yarışması muhteşemdi.. Gerçi bu sene kaybettiler ama seneye Bilgi işlemden Tayfun bey ve ekibinin daha sıkı hazırlanıp yarışmayı kazanacaklarına inancım sonsuz..(ne yarışması ya ben görmedim) diyenler için olayı anlatmam gerek.. biliyorsunuz pilav günümüz kent orman da Açıkhava da yapıldı..yemekler yendi.. güzel sanatlardan müzik öğrencilerinin katılımıyla şarkılar türküler söylendi.. en sonunda da yani finalde de bu bahsettiğim yarışma yapıldı..Yarışma; biliyorsunuz oradaki masalar piknik masaları iki tarafına oturuluyor yemekler ayranlar tatlılar masa üstünde bulunuyor.. ee.. yarışma bu işte.. kim erken kalkar VE KAÇARSA o kazanıyor.. ödül mü?? Haaa ödül.. erken kalk kaç ve karşı tarafı seyreyle…Hiç bir masraftan kaçmayarak sanal Dolby dijital surround ortamda hazırladığımız görüntülerle bakalım ne oluyor.. OYNAT UĞURCUUMM….Yağlar ayranlar tatlılar karşı tarafın üstüne boca olunca ki o kişiler eğer siz değilseniz komik oluyor..Hani demin Cem YILMAZ’IN yaptığı espriler akılda kalmıyor dedim ya.. bir tanesini hatırladım..KENDİNE YAPILMASINI İSTEMEDİĞİN ŞEYİ BAŞKASINA YAP.. ÇOK ZEVKLİ OLUYOR….:-))

(1.30 dakika)

Dedik ya bizi anlatacağız diye..Bazen anlatırken olayların başlangıcını alıcaz sonrasına kendi mizansenimizi yerleştireceğiz.Yani kendi diyalogumuzla oynayacağız.Ama kimseyi kırmadan, incitmeden, küstürmeden…


Küsdüm

Efendim küsmek deyince birde bizim içimizde (ki her ailede olur) anlamsız küsüşmeler var.. o onu dedi ben bunu dedim..sonuç küstük.. iyi halt ettiniz diyesi geliyor insanın.. Bu haltı ben de yediğimden rahat rahat söylüyorum.. Kime mi küsdüm.. Çay ocağı sorumlumuz Gül hanıma.. sebep önemli değil sonuç önemli küsdüm.. Protesto olarak da çay içmemeye başladım. Sonra bir baktım ki Gül hanım bir üzülmüş bir üzülmüş kendini düğünlere vurmuş..malum yaz ayı ve haliyle düğün dernek çok..bizde bazılarına gidebildik bazılarına gidemedik..gittiğimiz düğünlerde gül hanımı gördüm.. üzüntüsünden kendini pistlere atmış…(müzik girer) Sezar bey bana küsdü yandan.... çay istemeyecekmiş artık.. yandan.... ya bir nefes al be kadın bu kadar mı üzüldün..sanki suyun yüzeyine çıkıp nefes alan yunuslar misali..arada bir masaya uğruyor bir nefes alıp tekrar piste..yav el insaf orkestra akort yaparken oynanır mı ya..oynadı.. .. Bakın işte böyle küsmelerin sonuçları çok vahim olabiliyor.... kimsenin kimseyi üzmeye hakkı yok.. Karar verdim Bugünden tezi yok barışacam..Artık bana çay getirebilir.. (Gül hanım çay getirir)
(1.30 dakika)

Efendim kimse kimseye küsmesin biz bir aileyiz..şimdi sarılma zamanı…aynen Britanya da dünyaya gelen ikizler misali..

DOKUNMANIN GÜCÜ...(Yaşanmış Bir Hikayedir)

Britanya'da Dünya'ya Gelen İkizlerin İnanılmaz Hikayesi;
Her şey Doktorların Aralarından Birinin Yaşama şansı Olmadığına Karar Vermesiyle Başladı.İkizler Önce Ayrı Ayrı Kuvözlere Konuldu. Ancak Ayni Hastanedeki "Kural Tanımaz" Bir Hemşire, İki Kardeşi Ayni Kuvöze Koydu.
Sağlıklı Olan Bebek, İçgüdüsel bir şekilde Ölümü Bekleyen Kardeşine Sarıldı..
Bu Sarılışın Etkisiyle Hayatından Ümit Kesilen Kardeşin Kalp Atışları Ve Vücut Isısı Normale Döndü. Britanya’da Minik Bir Bebek, "Yaşamaz" denilen İkizine Sarılarak Hayat Fonksiyonlarının Düzelmesini Sağladı.

Lütfen sarılın.. hayata, eşinize, dostunuza .. ama sarılın ..lütfen..


***Dostum,
Evin varsa bir sıfır koymalısın varlıklar hanene,  İşin varsa bir sıfır daha
koymalısın,  İş seninse üç    sıfır daha koymalısın,  İşin iyi gidiyorsa üç
sıfır daha,  Araban varsa bir sıfır,  Yazlığın varsa bir sıfır daha,
Daha sıralanabilir sıfırlar hanesi...

Ancak, Sağlığın varsa bir koyarsın başına, bütün  sıfırlar anlamlı bir
değere ulaşır. Yoksa  sonuç sıfırdır, hiç uğraşmayasın boş yere..."   ***

*Vehbi Koç*

bazen hiç tanımadığımız insanların, bazen yakınlarımızın başlarına olmadık dertler hastalıklar geliyor.

Eşimle benim de Allah’a şükür diyelim birkaç sıfırlık bir hayatımız ve sağlığımız vardı.Geçenlerde başımıza küçük diyebileceğimiz bir hastalık gelince baştaki Bir’in yani sağlığın ne anlama geldiğini öğrendik.Tanrıdan dileğim kimsenin Vehbi beyin söylediği BİRden yani sağlığından mahrum olmaması..    
Öğrendim ki...
    İnsanların başına ne geldiği değil
    O durumda ne yaptıkları önemli.
bu yüzden Ben eşimle gurur duyuyorum.. O’nun her durumdaki dik duruşundan.. Her şeyin üstesinden gelebilecek bir yapıya sahip olmasından.. Birbirimize ne kadar ihtiyacımız olduğunu bilmesinden…Desteğinden….Ve bana tüm verdiklerinden.. Bu yüzden aşığım O’na.. Nuriye’nin nezdinde herkesten bu güzel duyguları bizlere yaşatan eşlerimiz, desteğimiz olan dostlarımız için bir alkış istiyorum….
(2.00 dakika)
Efendim aramızda Hüsnü hocamızın öğrencileri de var. Onlara buradan bir şeyler söylemek istiyorum doktor olduklarında yazdıkları reçetelerdeki ilaçları sevgi ve aşkla yoğursunlar..Sonucu görüyorsunuz..
Duygusal Gülümsemelerin Duygusal kısmı buraya kadar..Ve artık gülümseme zamanı.. Daha çok güneş toplayacağız…

..eee hadi artık gülelim…



ah şu yöneticilerimiz..

efendim yöneticilerimizden bazıları alınmasınlar maalesef konumuz hastane ve onlarda buradalar.. onları da Anlatıcaaz tabi ki.. …
efendim başhekimlikte işler çok yoğun olur. Yan yana odaları olup gün boyu birbirlerini pek göremez müdürlerimiz.Akşam servislerindeki 15-20 dakikalık yol konuşabilmek için birebirdir.Servis sohbetlerine doyum olmaz... Bir gün sohbet nerden açıldıysa konu kadavraya geldi.. sohbet devam ederken arkadaşlardan biri sordu başmüdürümüze..
hocam kadavranın ömrü ne kadar.. hocamız gayet kendinden emin..
-- ÖMÜR BOYU.. (yav hocam kadavra adı üstünde ölü.. ömür boyusu ne!!!!!!)
Bu söyleşi için izin almaya gittiğimde bu hikayeyi anlattım kendisine...Kendisi ile alakalı bölüm diye.. –ama kadavranın ömrü var Sezar.. diyordu ısrarla..:-)

(0,40 saniye)

bir akşam oğuz hocamız nöbetçi müdürü arar ve 2 tanıdığı için yatak bulunmasını ister mümkünse de özel oda olsun der..Sopalı da olduğumuz ve yatak kıtlığının yaşandığı dönemler..fakat yer yoktur.. zar zor bazı yataklar ayarlanır ve güçlükle de olsa yataklar bulunur..
aradan çok geçmez oğuz hocamız yine arar ve bu seferde kendisinin ateşlendiğini söyleyip yatak ayarlanmasını ister ve ambulans gönderin der.... fakat yatak yoktur… en sonunda hani arabada yer yoktur da sen bagajda idare et misali çocuk cerrahisin de yer bulunur ve hocamız geceyi çocuk bağırtılarıyla geçirir.. ama bu arada gelmesi gereken ambulans gecikince yükselen ateşinin de etkisiyle ;
kardeşim siz ne biçim hastanesiniz ,sizin ne biçim ambulansınız var..halen gelmedi.. yoksa devlet hastanesinin ambulansını çağıracam haa…(hocam hatırlatırım bu hastane bizim!!!!!!!)
(1.00 dakika)


nöbetçi müdürlük…

Deneysel hayvan laboratuarından bir tane tavşan kaçar ve bulunur nöbetçi müdürlüğe getirilir. Nöbetçi müdürlük hayvanı tekrar laboratuara yerine yerleştirmek ister fakat laboratuarın anahtarı tüm aramalara rağmen bir türlü bulunamaz.. napalım derler ve bir kutu içinde tavşanı bekletirler..
ertesi gün raporlarında şöyle yazmaktadır.. laboratuardan kaçan tavşan anahtar bulunamadığından nöbetçi müdürlükte kutu içinde MİSAFİR edildi.. (kolonya da tutsaydınız? havuç da bulundurmak lazım nöbetçi müdürlükte..)
­­­­­­­
Kolonya dedikte, Kurban bayramı 1. günü..dahiliye yoğun bakımda kolonya zehirlenmesi sonucu EX olan adli vaka biri için otopsisi yapılmadan önce savcı Hüsnü Bey EX yakınını çağırıp sorar..
merhum neden kolonya içerdi.. EX yakını..
bunalımdaydı işsizdi..Savcı bey..
---ŞİMDİ İŞ BULDU MU…
-- he buldu.. ateşe odun atıyor öbür tarafta..

Efendim nöbetçi müdürler normal işlerinin yanı sıra hiç aklınıza gelmeyecek işleri bile yaparlar.Bunların arasında nöbetçi doktorun hiç üşenmeden arayıp --bizim TV starı çekiyor mu sorusuna cevap vermek bile vardır,Ya da bir refakatçinin banyo sorununa çözüm bulmak da..kese yapıyorlar mı bilemicem…bir örnek de bizden…
Geçenlerde bir ödül töreni için İstanbul’a gittik..Güzel bir geceden sonra midibüsümüzle dönüyoruz.Yorgunuz ama, tatlı bir yorgunluk var üzerimizde..Sanki ödülü biz almışız gibi sevinçliyiz.Dedik ya biz bir aileyiz onun içinde kim ödül alırsa kendimiz almış gibi hissediyoruz.Neyse efendim..Benim telefonum çaldı.Arayan nöbetçi müdürlerimizden Hakan bey..nedense hakan beyden telefon gelince özellikle de onun nöbetçi olduğu zamanlarda içimiz bir hoş olur.şansından mı kendinden mi bilinmez tüm vukuatlar gelir onu bulur…telaşlandık tabi…


  • Efendim Hakan hayırdır.. Halit beylere ulaşamadın mı?Yoldayız, arabadayız hakan dönüyoruz.. telefonları çekmemiştir..
  • Sen söyle ben ileteyim..Dinliyorlar zaten..

  • Biri bebek mi bırakıp kaçtı…!!!nasıl yani..?
  • Şu bebeği bir dakika tutar mısınız dedi .. annesi şimdi geliyor deyip kaçtı öyle mi? Plakasını aldın mı?
  • Yaya kaçtı alamadık diyorsun..
  • Duyuyorlar beni hakan sen devam et..Tüm hastane duyuyor zaten.. ağlama sesi nerden geliyor?
  • Ha bebek ağlıyor.. ne mi yapacaksın?
  • Tamam tamam telaş etme..Bebeği göğsüne yasla..yüzü sana dönük olacak..başı omzundan arkaya bakacak şekilde..evet..
  • Neden mi? Ağlıyor dedin ya.. Gazı vardır onun..gazını çıkaracaksın..pat pat pat vur sırtına..
  • Gark yaptı mı? Allah iyiliğini versin kustu mu?üstün başın battı diyorsun..
  • Ama be kardeşim arkadaşınla şakalaşır gibi vurmasaydın sende.. bebek o bebek..yavaşça pat pat vurcan..
  • Ha.. ben pat pat pat deyince öyle vurdun.. küt küt küt deseydim napacaktın. Tamam tamam pıt pıt pıt vur...
  • Alttan da mı çıkardı? Nasıl anladın..?
  • Sesi duydum diyorsun..tamam tamam anladım şimdi nasıl diyeyim Halit beye bebek pırt yapmış diye..hallet işte.. Altını kokladın mı?
  • Ya niye olacak altına yaptıysa diye?
  • Kokuyor diyorsun.. doldurmuştur şimdi..neyse dinle..
  • Hemen masanın üstünü boşalt..bir bez ser oraya.. ne mi yapacaksın? Altını değiştireceksin..bir de bebek bezi buldur hemen..
  • Açtın mı altını? Katı mı sıvı mı?
  • Ne katı mı sıvı mı? Ne olacak Bebeğin kakası..iki parmağının arasında şettir anlarsın..tamam iyi öyleyse sorun yok.. güzelce al altını.. ıslak mendille de sil ha..iyice temizle..bezini iyi bağla ama..Biliyorsun di mi bez bağlamayı..
  • Artık gülüyor mu? Tabi keyfi yerine geldi altı alınınca…
  • Şimdi de gömleğine mi saldırıyor.. niye ki..ha..gömleğinin üstünden göğsünü ısırmaya çalışıyor..
  • Tamam..tamam..şimdi ne yapacağını söyleyeyim….gömleğinin düğmelerini çöz … sıyır gömleğini…göğsünü aç ve alttan sıktır..!!!
  • Aklımdan bile geçirmeyeyim mi????? Niye bağırıyorsun hakan..
  • Alo alo…yüzüme kapattı..
(4.00 dakika)



MUSTAFA HOCANIN CUMA GREVİ
Biliyorsunuz bizim bir Mustafa hocamız var.Mustafa hocamız bir bölümün sekreteryasında görevli. Hocamız Aynı zamanda serde hocalık olduğundan Cuma namazlarında da cemaate namaz kıldırma işini de içinden geldiği için gönüllü olarak yapıyor. Üstlerinden bir talebi var.Kendisine sorumluluk verilmesini Fakat yöneticilerimiz yapamamışlar bu isteği.çünkü sorumluluk olması için birilerinin size bağlı çalışması lazım. Hocamız da kızmış “Bende artık Cuma namazlarını kıldırmıyorum” demiş.. Eee Cuma namazı için hoca şart. Bizim yöneticilerimiz de ne yapsak diye düşünürlerken diyetisyenimiz Ercan çıkmış ortaya..Ben hallederim bu işi diyerek.. tamam denmiş fakat nasıl yapacağını sormamışlar.Cin fikirli Ercan hemen bir dedikodu yaymış.. Mustafa hoca cemaatten para istemiş cemaatte vermeyince Cuma namazını kıldırmıyor diye.. Ama buradaki herkes Mustafa hocamızın zaten böyle bir şeye tenezzül bile etmeyeceğini iyi bilir ve zaten amaç da bu..Bunu duyan Mustafa hoca hemen o hafta başlamış Cuma namazını kıldırmaya…söylenti amacına ulaşmış.Ama hocamız sonra işi öğrenince Ercan’ı kovalamaya başlamış koridorlarda;
---grev kırıcısı…. pis sendikacı…...:-)


DİYETİSYENLERİN HEPSİ KOMÜNİST Ercanın maceraları 2
Efendim bir gün diyabetli bir hastaya diyetle ilgili tavsiyelerde bulunuyor yine Ercan beyimiz.. Hastanın fazla değil ama çok sık yemek yemesi gerekiyor. Sanırım şekeri çok yüksek ve Ercan bey yaklaşık bir saat durumu anlatıyor ve lafın arasında da amca sen oruç tutmasan iyi olur diyor. Hepsi hepsi bir cümle.. Adam dışarı çıkıyor eşi dışarıda soruyor ne dedi doktor diye.. adamın cevabı;
­­--Bu doktorların hepsi komonist.. bana oruç tutma dedi..


ZAYIF İNEK Ercan’ın maceraları 3

Efendim yine Ercan bey ve yine bir hasta.Sopalıdayız.. prefabrikte olduğumuzdan dışarıda konuşulanlar içerden içerdekiler dışardan duyuluyor.İçerdeki bir hastaya hocamız diyet anlatırken dışardan gelen sesleri dinliyor bir yandan.Dışarıdaki Adam karısına sitem edip duruyor..
--ne getirdin bizi şimdi diyetisyene..önce ye ye şiş..sonra diyetisyene..ne diyecek şimdi sana YEME.. ee ben ne diyorum sana YEME.. boşu boşuna geldik..be kadın ye yeşilliği zayıfla işte…
neyse sıra onlara gelmiş ve girmişler içeri..Adamda surat bir karış suratından negatif enerji akmıyor fışkırıyor sanki.. hocamız başlamış anlatmaya..Hanfendi biz diyetisyen olarak diyoruz ki yiyeceksiniz yemek yemeden zayıflama olmaz.olursa da sağlıksız olur...(adama inat) yiceksiniz ama dikkat edeceksiniz.. bu arada kadın adama okkalı bir dirsek atar.. (gördün müü..boşuna gelmemişiz…)..Ercan beyimiz devam eder.. bilmeyenler bu konuda ahkam keserler.. neymiş efendim yeşillik yiyecekmişsin.. yeşillik yiyerek zayıflansaydı inekler zayıflardı…. hiç zayıf inek gördünüz mü?adam odayı terk eder…



makbul doktor….

servisimizden birinde bir hasta yatıyor.. durum ümitsiz ve yapılabilecek bişi yok.. artık yatmasının da bir mantığı yok. Doktorlar taburcu etmek evine göndermek istiyorlar fakat hasta yakını çıkmasını istemiyor ve başında oturmuş Yasin okuyor.. Baş hekim yrd.mıza yansıyor olay ve başhekim yardımcımız bölüm AD başkanı hocamızla odaya gidiyor. adama;
kardeşim aslında hastaya yapılabilecek bişi de yok alın bu hastayı eve götürün son zamanlarını evinde geçirsin vs. cinsinden bişiler söylüyor ama adam oralı bile değil.. ve bir de şikayet ediyor.. sorumlu doktoru göstererek; (takke ve tespih)
-- Hem bakamıyorsunuz hem de bacak kadar doktorlar geliyor bişiler söylüyor.. nasıl yer burası…
Başhekim yrd hocamız dışarı çıkıyor. Yapabileceği bişi yok hasta yakını istemezse gönderemeyiz.. Nasıl yapsak nasıl etsek diye düşüne düşüne ilerlerken, Levent hocayla karşılaşıyor ve kafasında şimşekler çakıyor..(bilmeyenler için hatırlatayım Levent Karabaş hocamız kendisine sordum 1,90 boyundaymış ama enini soramadım döver diye korktum)
Faruk hocamız;
gel .. diyor …gel bir işimiz var seninle hem de resmi bir iş.. beraber gidiyorlar ve Hüsnü hocamızı da alıyorlar yanlarına ve tekrar odaya geliyorlar.. Hocalarımız (biri göz uzmanı biri nörolog) kendi uzmanlıklarıyla alakasız bölümdeki hastayı güya muayene ediyorlar ve;
  • bu hasta öğlene kadar kalabilir.. ama öğleden sonra çıksın…
hasta yakını dev gibi hocalarımızı görünce tamam diyor ve hasta taburcu..



kaybolmayan sakız

başhekim yardımcılarımızdan birine hastanın biri şikayete geliyor. Şikayet aynen şöyle..
-Efendim bir maruzatım var..görevli elemanınız falan işimi yapmadı ve ağzında sakızla benimle lakayt bir şekilde konuştu…
başhekim yardımcımız her zamanki güleç yüzüyle;
-tamam efendim gelin gidelim ve görevini yapmayan ve sakız çiğneyen memurumuzu bana bir gösterin..
giderler ve memurun yanına gelirler.. memuremiz neden hastanın işini yapamadığını ayrıntılarıyla bir güzel anlatır ve hasta da sakin kafayla dinleyince ikna olur…. ama ortada bir de sakız durumu vardır. başhekim yardımcımız;
-kızım aç ağzını der ve memur itiraz etmeden ağzını açar. sakız falan yoktur.. başhekim yardımcımız ;
-tamam efendim der hiç endişe etmeyin en kısa zamanda KAYBOLMAYAN SAKIZ da alıcaz..


Tatbikattan alıntı!
(amerikan ve kanada bayrakları)

Amerikan Deniz Kuvvetleri'ne ait ünlü savaş gemisi Missouri'nin görevlileriyle, Newfoundland'de görevli Kanadalı yetkililer arasında 1995 yılında yapılan ve tümüyle gerçek olan bu telsiz görüşmesi, Amerikan Deniz Kuvvetleri tarafından aynı yıl açıklanmıştır.

Amerikan gemisi: Çarpışmayı önlemek için lütfen rotanızı 15 derece kuzeye çevirin! Tamam!

Kanadalı yetkililerin yanıtı: Çarpışmayı önlemek için biz sizin rotanızı 15 derece güneye çevirmenizi öneriyoruz. Tamam!

Amerikan gemisi: Amerikan Deniz Kuvvetleri gemisinin kaptanı konuşuyor! Tekrar ediyorum! Rotanızı değiştirin. Tamam!

Kanadalı yetkililerin yanıtı: Hayır, biz rotamızı değiştiremeyiz. Tekrar ediyorum; siz rotanızı değiştirin. Tamam!

Amerikan gemisi: Burası Amerikan uçak gemisi Missouri. Adımızı duymamış olanlara anımsatıyoruz; Amerikan Deniz Kuvvetleri'nin büyük savaş gemisi Missouri'yiz. Lütfen şakanızdan ya da inadınızdan vazgeçin, derhal rotanızı değiştirin. Hem de hemen simdi! Tamam!

Kanadalı yetkililerin yanıtı: SS/Missouri… Peki bizde size kendimizi tanıtalım BURASI Newfoundland DENİZ FENERİ! Tamam!




damar yolu açma (BİZİM AMERİKALILARDAN NE EKSİĞİMİZ VAR)

(yarım doktor önlüğü giyilecek ve telefon kulaklığı takılacak)
efendim geçenlerde bippp servisinde yatan bir hasta var durum kritik.. asistan doktor hemşire kim varsa uğraşıyor hastanın damar yolu kapalı.. naptılar ne ettilerse açamıyorlar.. napalım napalım derken kim söylediyse bilinmez 80 39 u arayalım deniyor.. Heyecana kapılan asistan doktorumuzda kimdir nedir sormadan etmeden 80 39’u arıyor veee.... telefon çalar…;
(bilgisayar ve dahili telefon) bilgisayardan telefon çalma efekti…)

efendim..
  • damar yolu açılacak gelebilir misiniz?.. biz açamadık da..
  • efendim anlamadım ne yolu..
  • hastanın yolu efendim durum acil..
  • hangi bölümdesiniz?
  • Bippp servisinde…
  • Ama bippp servisinde herhangi bir aksama tıkanıklık görünmüyor..Ne yapmamı istiyorsunuz?ekrandan yapabileceğim bişi var mı?
  • yaw hocam durum kritik …damar yolu..
  • arkadaşım gelip napıcam..
  • hocam damar yolu açacaksınız..
  • anlayamıyorum.. programa mı giremiyor sunuz? Neresi tıkalıysa söyleyin ben açayım buradan..
  • ya hocam dalga geçmeyi bırakın da çabuk gelin hastayı kaybedecez..
  • yahu delirdiniz mi ben bilgisayarcıyım.. ne anlarım damardan ne anlarım yoldan..siz kimi aradınız….. derin bir sessizlik…..
  • sevgili serkan telefonunu verdik sen bundan sonra daha çok damar yolu açarsın hatta ameliyat yapman bile söz konusu..

kara dalış hikayesi
Efendim şimdi bahsetmek istediğim konu yollarımızla alakalı..Tabi biz bu konuları yazalı çok oldu.Gündem değişti, yollarımız yapılmaya başlandı ama şimdi de toz toprakla boğuşuyoruz ve umarım yollarımız yapılana kadar araçlarımız sağlam kalır…
biliyorsunuz yollarımız harika!!!! Bu yollarda baya bir çile çekeceğe benzeriz. Hele bir de kar yağınca tam oluyor macera.. biz kandıra yolundan geliyoruz diğer servislerse dapdaracık yollardan arabanın bir tarafı evlere ha değdi ha değecek şekilde şehir içinden. Neyse efendim yine diz boyu kar ve yollar malumumuz..kandıra ya giden yoldan saptık ve gündoğdu konutlarının oradan tırmanmaya başladık. Yollar karla kaplı ama sağ olsun belediyemiz 3 lü olan yolun aşağıdan yukarı doğru 2 sini temizlemiş.. tırmandık bize ait olan orta yoldan.. bir yere kadar gelince tek yol temizlenebilmiş ve o yola girmemiz gerekli.. fakat o da ne şöferimiz karlı yola girdi..yola girmeklere kalmadı ilerde kar aracının karları yolun ortasına yığdığı yere doğru gaza bastı……..dur napıyosun demeye bile vaktimiz olmadı…
Sağ olsun şoferimiz bize kara nasıl saplanılır uygulamalı olarak göstertti.. Sanırsınız yel değirmenlerine saldıran DON KİŞOT..Tamam don kişotluk yap da be adam don kişot bile mızrağını saplıyordu yel değirmenlerine rozinante yi yani atını değil.Sen niye atını pardon arabanı saplamaya çalışıyorsun.. Birde içinde biz varız arabanın.. bir sor bakalım biz saplanmak istiyor muyuz..kara bir saplandık ki ..O ne muhteşem bir kar görüntüsüydü tanrım.... çünkü kardan araba olmuştuk.. Her yerde kar var kalbim senin bu gece Her yerde kar var kalbim senin bu gece …herkes birbirine bakıyor ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.. şoferimiz gayet sakin indi ve biraz önce ALLAH ALLAH ALLAH nidalarıyla girdiği kara bakıp ALLA ALLA nasıl oldu yaw dercesine bakıyor ve bizim sinir katsayımızın tavanını kontrol etmeye çalışıyordu.. kapıları zar zor açıp indiğimizde belimize kadar gömüldüğümüz karın içinde yürümeye çalışıp arabanın halini nasıl kurtarabileceğimizi anlamaya çalışıyorduk..bayanları arabanın içinde bırakıp biz erkekler arabayı geri geri itip kurtardık.. (laf atılır)
--ne kadar centilmensiniz!!!!!
--ne centilmenliği ..sen öyle san.. bayanları ağırlık yapsınlar diye bıraktık herhalde…
efendim bu bölümün provalarını yaparken Ayniyattan Celal bey izliyordu.Bu hikayenin sonunda ne dese beğenirsiniz;
--Bayanlar arabada olunca araba badanaj yapmıyor değil mi?Badanaj patinaj değil.:-)
Köpeklerimiz..
Biliyorsunuz hastanemizde baya bir miktar köpeğimizde mevcut.Bu başıboş köpekler bazen sıkıntı yaratıyorlar.Gerek personeli gerekse hastalarımızı korkutuyorlar.Önlem olarak bu köpeklerin tabancayla vurularak bayıltılması
Gündeme gelmiş..Öncesinde bir barınak yapılması fikri vardı ama sanırım vazgeçilmiş..Bu vurma işini de temizlik firma şefi İbrahim bey üstlenmiş. İlacın azlığından mıdır bilinmez köpek vurma işi komediye dönüşmüş..İbrahim köpekleri vuruyor ama köpekler bir türlü bayılmıyormuş.. İbrahim beyde peşlerinden koşturup duruyormuş.Sonunda köpekler de isyan etmişler..
Ama alma mazlumun ahını… Köpekler bakmışlar İbrahim’e diş geçiremiyorlar gitmişler onlarda mesai arkadaşı Demet hanımı ısırmışlar..

yemek
biliyorsunuz yemek en büyük sorunumuz.. Kalitesi, çeşidi, parasıydı derken baya bir meşgul ediyor bizi.. biliyorsunuz 2 yemek firmamız var.. bu çekişmelerin arasında sıkışıp kalan.. tabi 2 firma olunca haliyle rekabet de söz konusu.. aralarında bir yarıştır başladı.. önce küçük olan porsiyonlar büyüdü.. yetmedi ana yemek seçmeli oldu.. sonra salata meyve veya tatlı seçenekleri çıktı.. ve en sonunda rekabet sayemizde akıl almaz boyutlara ulaştı...:
--Ahmet hangi yemekhaneye gideceksin?
--walla ben DAR KEPÇE yemekhanesine gidelim diyorum.çünkü orda garsonlar elini kaldırınca hemen geliyorlar ve düğmeleri çözüp gömleğinizin kollarını sıvıyorlar.. yemek sonrası da ıslak mendil veriyorlar...sen ne düşünüyorsun..?
--tabi iyi güzel şeyler bunlarda BAKIR KAŞIK yemekhanesi de canlı yemek müziği yapıyor..ana yemeği 3 ten seçmeli yapmışlar..salata meyve veya tatlıdan 2sini alabiliyor muşsun..ayrıca aynı öğünde iki kere yiyene 3. bedava..
(((tam o sırada yemekhane sorumlularından biri ile göz göze gelinir kaş göz işaretlerinden sonra o yemekhane hakkında reklam yapılmaya başlanır..sorumluda gelir ve cebime bir kağıt koyar.. ))) ama bence DAR KEPÇE yemekhanesi en iyi yemekhane.. temizlik,çeşit, kalite, manzara..ambiyans.. VE yakında dev hizmet..hiçbir masraftan kaçınmayarak yemeklerde ocak başı hizmeti..sloganları da şimdiye kadar hep biz pişirdik siz yediniz artık kendiniz pişiriniz kendiniz yiyiniz.. miş..;DAR KEPÇE lezzetle buluşulan yer…. (verilen kağıt okunarak) CİMRİ HERİF O KADAR REKLAM YAPTIK SADECE BANA OLUR MU? HERKESE HEPİMİZE..(kağıt gösterilir) ÜCRETSİZ YEMEK


Lokal ihtiyacımız….

efendim baş müdürümüz anlattı.. başka bir üniversitenin çalışma saatleri dışında gittikleri bir yer varmış. İş bitiminde buraya gider kağıt oyunları vs oynar bir şeyler içer hoş sohbetler yaparlarmış.. geçenlerde müdürümüz burayı ziyaret etmiş duruma bakmış.. o arada bir masada BATAK oynanıyormuş. Hocamızın gözü takılmış bu masaya.. (eski okeycilerden kim kaldı)..Oynayanlar profesör.. birdenbire masa hareketlenmiş..o da ne…. profesörlerden biri çıkmış masanın üzerine horoz gibi ötüyor ve kanat çırpıyormuş..bizim müdürümüz şaşırmış “”ne oluyor”” diye sorunca karşı tarafı batırmışlar ona seviniyor diye cevap almış.. koskoca profesör masa üstünde bir oyunda rakibi batırdım diye seviniyor hem de ne sevinme… şimdi hayal ediyorum..benle Ercan beyi partner kabul edin.. rakiplerimiz de Halit bey ve Faruk hocamız olsun.. ve bizi o el için batırmış olsunlar.. ve hepimizin olduğu ortamda masa üstüne çıkıp horoz sesi çıkarıp kanat çırpsınlar… hayal bile edemiyorum..
bunu ne için anlattık.. biz de üniversitemizde böyle sıcak ortamlar istiyoruz. Bir lokalimiz olsa akşamları eşimizle dostumuzla gidip oturabilsek..Demin anlattığım yemek hikayesinin devamı olarak öncelikle sıcak ortamlarda yemek yiyebilsek..... Kaliteli olsun sıcak olsun .. mümkünse parasız VE PARAVANSIZ olsun..
Efendim Sürçü lisan ettiysem affola..amatör bile denmeyecek bir söyleşi denemesi yaptık.. Umarım hoş vakit geçirmişsinizdir.
Saygılar sunuyorum..

FİNAL MÜZİĞİ : ÇIKTIK AÇIK ALINLA… 

'BOBO' ÜRÜNLERİ REKLAM FİLMİ SKEÇ


'BOBO' ÜRÜNLERİ REKLAM FİLMİ

OYUNCU SAYISI:4
KONU: ABARTILI REKLAMLARIN Tİ'YE ALINMASI MESAJ: REKLAMLARDA ABARTILI VE GERÇEK DIŞI TANITIMLAR YER ALABİLİR. ÜRÜNLER ARAŞTIRILMADAN ALINMAMALIDIR.

SUNUCU– Merhaba sayyyyın konuklar ve ekranları başındaki değerli izleyiciler! E alkış yok mu ayol?
SEYİRCİ– Şak şak şak şak!
SUNUCU– Bugün sizlere muhteşem üçlü setimizi tanıtmak istiyorum. Şimdi içinizden üç gönüllü isiyorum! Hımm, evet siz, yan yana oturan saf ııı, yani şey, temiz görünüşlü teyzeler, hemen buraya gelip sandalyelerinize oturun bakalım!
.............

SUNUCU– Saçında en çok kepek olan teyzemizin yanındayım. Saçının yarısınıBobo şampuanla, diğer yarısını da normal şampuanla yıkıyoruz... Eveeet, şimdi örtümüzü örtüp üç dakika bekleyelim... Eveeet, işte gördüğünüz gibi kepekten eser yok! Teyzaanım, alın aynayla siz de bakın. (Biz tamamını bobo ile yıkıyoruz.)
KEPEKLİ TEYZE– Aaaa, evladım kepek yok ama o taraftaki saçlarda yok.
SUNUCU– E kökü sende değil mi teyzoş? Benim sinirimi yıpratma!
........
SUNUCU– Şimdi de ikinci teyzemizin şalına ketçap dökelim... Biraz da mayonez, domates, kahve, meyve suyu, kan, ayran, çiğ köfte ve içli köfte ekleyelim... İşte olduuu! Üst üste olan bu korkunç, tiksinç, berbat, felaket ve rezil leke kitlesinin üzerine azıcık Bobo deterjanı dökelim ve sadece üç dakika bekleyelim... İşteee, lekeden eser yok!
ŞALLI TEYZE – Kızım ne yaptın yaa? Leke kayboldu ama şalımda da kocaman bir delik oluştu! Tuz ruhu mu döktün a kızım?
SUNUCU– Aman ne çok bilmiş çıktınız yaa! Ne tuz ruhu, Bobo ruhu Bobo! Şimdi çıt çıkarmadan otur teyze!
Sıra geldi en tombul teyzeye... Ooo teyzoş, kilolarından şikayetçisin herhalde!
TOMBUL TEYZE– Evet evladım. Ne yesem yarıyor; dayak yesem bile! İki tokat at, anında yüzüm gözüm şişiyor. Bir de karın ağrım var yavrum. Bir türlü geçmedi!
SUNUCU– Merak etme teyze, bu dertlerden kurtulacaksın! Şimdi bir ölçek tamamen bitkisel Bobo içeceğinden iç bakalım....


Ay çok acı bu yavrum! Ne bitkisinden yaptınız bunu, zıkkımın kökü otu mu var bunda? Ay kızım içim bir tuhaf oldu! Amanin midem! Aaaa, çekilin yoldaaan, tutmayın beni gaari!
SUNUCU– Teyzoş sahnede koşup durmayı bırak, üç dakika sonra geçecek! Ay dur sahneden düşeceksin!Aman tüh yaa!
Pat, küt, katırt, kütürt, langırt..vs. vs...!
SUNUCU– Neyse, teyzemiz nihayet durabildi. Şimdi soralım:Karın ağrınız geçti mi teyzeciğim?
TOMBUL TEYZE– ...
SUNUCU– Bakın ses yok, demek ki ağrı geçmiş! Bobo içeceğini içtiği için yaklaşık bir ay yemek yiyemeyecek ve kilolarından da kurtulacak...

Sayyyyın seyirciler, gördüğünüz müthiş sete sahip olmak için hemen bizi arayın! Kargo ücreti bizden... Memnun kalmadığınız ürünü, siparişi verdikten bir saniye sonra iade edebilirsiniz... REKLAMI ÇOK YAPILAN ÜRÜNLERİ İYİ SANMAYA DEVAM EDİN, ARAŞTIRMADAN ALIP KULLANIN; 'SAĞLICAKLA KALMAYIIIIN!'...BAAAY!













Tartuffe ya da Sahtekar 1969 Baskısına Önsöz


Tartuffe ya da Sahtekar
1969 Baskısına Önsöz
Jean Baptiste Molière
Çev: Taner Olçum,Ozan Uysal,Hilmi Atıl Ünal

Aşağıdaki
metin, Jean Baptiste Molièrein Tartuffe oyununa 1669 yılında yazdığı önsözü ve 1664, 1667 ve 1669 yıllarında Kral XIV. Louisye yazdığı arzuhalleri içermektedir. John Woodun çevirdiği The Misanthrope And Other Plays (The Penguin Classics, Baltimore, Maryland 1959) adlı kitapta Tartuffe or The Imposter: Preface to the edition of 1669başlığıyla s. 97de yayımlanmıştır.
Tartuffe, bugüne kadar birçok tartışmaya konu olmuş ve aynı zamanda uzun süredir zulme uğrayan bir komedidir. Oyunda tiye aldığım insanlar, şimdiye kadar muhatap olduğum hiçbir ülkede Fransada olduğu kadar nüfuz ve etki sahibi olmadıklarını kanıtladılar. Soylular, kibarlık budalası kadınlar, boynuzlanan erkekler ve doktorlar, hepsi sahne üzerinde tefe konulmaya boyun eğdiler ve onları nasıl tasvir edersem edeyim, diğer seyirciler kadar eğlenmiş gözükmeye çalıştılar. Ama riyakarlar şaka kaldıramadılar. Benim onların tuhaflıklarını alaya alma veya onları sayısız defa hatırı sayılır şekilde kötüleme hususundaki cüretimi garip karşıladılar ve hemen tehlike çanlarını çaldılar. Onlara göre bu affedilemez bir suçtu ve onlar oyunuma gözü dönmüş bir şekilde saldırmak üzere bir araya geldiler. Gerçekten çok kurnazlardı, gerçek niyetlerini gizleme konusunda oldukça tecrübeli kimselerdi. İçlerine en çok oturan konularla ilgili misilleme yapmamak için kendileriyle savaştılar. Şahsi menfaatlerini gizlemek için, takdire şayan geleneklerine uygun olarak dini kullandılar; onlara göre Tartuffe gerçek inanca saldıran bir oyundu. Bu oyun baştan sona tiksinti veriyor, cehennem ateşlerine tevdi edilmeye layık; her bir hece Tanrıya bir küfür, aktörlerin her jesti bir suç, küçük bir göz kırpış, bir kafa hareketi, sağa veya sola doğru en ufak bir yönelme benim aleyhime kullanabilecekleri bir takım sihirli manalar içerir.

Oyun hakkında arkadaşlarımın eleştirilerine ve halkın takdirine başvurmam ise bana hiçbir fayda sağlamadı. Tüm o yapmayı düşündüğüm değişiklikler, oyunu izlemiş olan Kral ve Kraliçe'nin kanaatleri, varlıklarıyla oyunu halkın huzurunda onurlandıran yüce prens ve bakanlarımızın takdiri, oyunu faydalı bulan tüm o değerli ve iyi insanların tanıklıkları, hepsi boşa gitmiş oldu. Fikirlerini değiştirmeye hazır değiller ve beni her gün halkın önünde suçlamaları için taraftarlarını teşvik etmeye devam ediyorlar; suçlamaları din kisvesine büründürerek ve beni nazikçe azap çekmeye sürükleyerek.

Saygı duyduğum kişiler arasından bana düşmanlar yaratacak; gerçek imana olan ilgileri nedeniyle riyakarların telkin etmeye çalıştığı etkiyi benimsemeye hazır olan gerçekten iyi insanların inançlarını kurnazca kötüye kullanarak ayartacak olmasalar, söyleyecekleri herhangi bir şeyi çok da kaale almazdım. İşte beni kendimi savunmaya mecbur eden şey de bu. Yürekten dindar olan insanların tümünün, oyunumun konusunu doğru anlaması için uğraşıyorum. Tüm bu önyargılardan sakınabilmeleri, erdemlerini taklit eden ve bunu yaparak aslında onların erdemlerine saygısızlık eden fanatizme destek vermemeleri için onlardan, oyunu okumadan ve izlemeden mahkum etmemelerini rica ediyorum.

Oyun boyunca hep masum amaçlarla hareket ettiğimi; öyle ki, hiçbir aklın, saygıyı hak eden yerlerde saçma şeyler amaçlanmış olduğunu söyleme eğilimine sahip olamayacağını, bunu yaparken tebaanın taleplerinin hassasiyetini hep göz önünde bulundurduğumu, riyakarları gerçek dindarlardan ayırmak için gereken her tedbiri aldığımı ve bunun için tüm hünerlerimi kullandığımı, oyunu iyi niyetle inceleme zahmetini gösterecek herkes kesinlikle görecektir. Şimdiye kadar, oyundaki kötü adamın antresini hazırlamak için tam iki tane sahne yazdım. Seyirci bir an için bile onun o olmadığından şüphe etmez. Ona verdiğim ayırt edici özelliklerle bir bakışta tanınır ve oyunun başından sonuna kadar, ona tezat olarak oluşturduğum gerçekten iyi adam karşısında tam anlamıyla aşağılık olduğu konusunda şüpheye yer bırakacak hiçbir söz söylemez veya hiçbir eylemde bulunmaz.

Şunun tamamıyla farkındayım ki, bu beyler tiyatronun bu meseleleri tartışmak için doğru yer olmadığını öne sürmeye çalışmaktadırlar. Fakat onlara, tabii ki büyük bir tevazuyla şunu soruyorum: Bu münasip varsayımlarını neye dayandırıyorlar acaba? Bu, hiçbir kanıt ileri sürmeden tamamen varsayımlar üzerine kurulmuş bir önermedir. Hiç zorlanmadan şu kesinlikle kanıtlanabilir ki, eski çağların tiyatrosu kökenlerini dinde bulmuştur ve bu tiyatro dinsel ayinlerin önemli bir kısmını oluşturmuştur. İspanyol komşularımız, içinde tiyatro oyunu olmayan hiçbir dini festival kutlamamışlardır. Bizim insanlarımız için bile drama, kökenlerini inancımızın en önemli sırlarının varlığını orada devam ettireceği inancıyla onlara verilen Hotel de Bourgogne
ya sahip olan dinsel bir kardeşliğin çabalarına borçludur. İsteyen biri, Gotik alfabesinde yazılmış, Sorbonne doktoru imzalı oyunları hala orada bulabilir ve çağımızda sergilenen oyunlarıyla tüm Fransanın hayranlığını kazanmış olan Monsieur de Corneillein kutsal oyunlarına ulaşmak için de çok uzağa gitmeye gerek yoktur.

Eğer komedinin amacı insanların zayıflıklarını acımasızca cezalandırmaksa neden herhangi bir sınıfın üyelerinin bundan muaf tutulması gerektiğini anlamıyorum. Bu dikkate değer eksiklik tüm kamusal sonuçlar içinde en çok tahribat yaratanlardan biridir ve tiyatronun ne kadar büyük bir ıslah etme aracı olduğunu görürüz. Bilimsel bir ahlaki incelemenin en nitelikli pasajları bile bir taşlamadan her zaman daha az etkilidir ve insanların büyük bir çoğunluğu için hatalarını kendilerine resmetmekten daha etkili bir ayıplanma biçimi yoktur. Ahlaksızlığa yapılacak saldırının en etkili yolu, onu kamuya alay konusu olarak ifşa etmektir. İnsanlar azarlanmaya dayanabilirler ama gülünç duruma düşmeye katlanamazlar, ahlakı bozuk olarak nitelendirilmeye hazırdırlar ama gülünç duruma düşmekten hiç hoşlanmazlar.

Sahtekar tiplemesine dini ifadelerle dolu replikler yazdığım için ayıplandım. Fakat bir riyakarın karakterini ifşa etmek isteyen ben, bundan nasıl kaçınabilirdim ki? Onu bu replikleri söylemeye sevk eden ahlaksız güdülerini gözle görünür kılmam ve yanlış kullanması bize acı verecek olan belli kutsal terimleri silmem bana yeterli gözüktü. Ah! Fakat dördüncü sahnede kinci bir ahlak anlayışı ileri sürüyor! Fakat bu ahlak anlayışı daha önceden de kulaklarımıza çalınmamış mıydı? Oyunum yeni bir şeyden mi bahsediyor? Bu tiksinti uyandıran hislerin insanların zihninde herhangi bir etki uyandırabileceğinden gerçekten korkan biri var mı? Sahne üzerinde dillendirildiklerinde mi tehlikeli hale geliyorlar? Alçak bir herifin dudaklarından dökülen sözlerin duyulmasının bu görüştekilere otorite kazandıracağı mı düşünülüyor? Bunların hiçbirinin olabileceğine en ufak bir ihtimal bile vermiyorum ve gerçek şu ki ya
Tartuffe onaylanmalı ya da tüm diğer oyunlar da yasaklanmalıdır.

Bir süredir birkaç insanın yapmaya çabaladığı şey de budur. Tiyatro aleyhinde hiçbir zaman böyle bir yaygara koparılmamıştır. Tabii ki Hristiyan Kilisesi
nin kurucuları tarafından yasaklanan oyunlar olduğunu inkar edemem, ama diğer taraftan kabul edilmelidir ki onlara her zaman için daha müşfik davranan insanlar da olmuştur ve böylesine bir fikir ayrılığı bu insanların diğerleri üzerinde temellendirdikleri sansür otoritesinin yok olmasına neden olur. Hemen hemen aynı seviyede eğitim görmüş insanlar arasında böyle görüş ayrılıkları olması, soruna farklı açılardan bakmış olmalarıyla ilişkilendirilebilir. Bazıları dramayı saf haliyle değerlendirdiler, diğerleri ise onu alçaltıcı şekliyle. Ahlak bozukluğunun sergilenmesini, haklı olarak yasaklanan utanç verici temsillerle karıştırdılar.

Bununla birlikte eğer tartışma, olması gerektiği gibi, olgulara atfedilen isimlerle değil de olguların kendisi ile yürütülürse -çünkü fikir ayrılıklarının çoğu, yanlış anlamalardan ve aslında tamamen farklı olan şeyler için aynı terimleri kullanmaktan doğar- yapmamız gereken tek şey yalanların üzerindeki perdeyi kaldırmak, bir oyunu gerçekten nasılsa öyle değerlendirmek, ayıplanmayı hak edip etmediğini görmek olacaktır.

Eğer araştırırsak tiyatronun, kabul edilebilir bir şekilde sunulan derslerle, insanların kusurlarını yüzlerine vurmak için ustalıklı bir yol arayan şiir formundan daha fazla veya daha az bir şey olmadığını göreceğiz. Bir yandan adil olup bir yandan da onu yasaklayamayız. Antik Çağ
ın konu üzerine tanıklığına başvurmak istersek, en çetin görüşleri ileri süren ünlü filozofların bile dramayı methettiğini göreceğiz. Aristotelesin nasıl vaktini bu işe adadığını, tiyatro üzerine düşündüğünü ve oyunlar için birtakım temel prensipler belirlemek adına zahmetlere girdiğini göreceğiz. Zamanın en önemli ve soylu insanlarının kendilerine ait yazılı oyunları bulunmasından gurur duyduğunu ve onların bu çalışmalarını halkın önünde ezberden okumasını diğerlerinin de küçük görmediğini öğreneceğiz. Antik Yunan, Tiyatro Sanatına olan saygısını, onu görkemli ödüllerle mükafatlandırarak ve onuruna diktiği muhteşem binalarla göstermişti. Romada da aynı Sanat'a muhteşem onurlar bahşedilmişti. Sefih ve ahlaksız Sezarların Romasından değil, Roma erdemlerinin hala gücünü koruduğu, Konsüllerin akıllıca yönetimi altındaki disiplinli Romadan bahsediyorum.

Tiyatronun itibarını yitirdiği ve yozlaştığı dönemler olduğunu itiraf ediyorum, ama dünya üzerinde yozlaşmaktan kaçabilmiş ne var ki? Masum olan hiçbir şey yoktur ki insanlar tarafından kirletilemesin, etkileyici olan hiçbir sanat yoktur ki amaçları tersine kullanılamasın, özü itibariyle iyi olup da kötü emellere alet edilemesin. Tıp çok değerli bir sanattır, kainatta herkes ondan yararlanabilir, ama onun bile kötü ün sahibi olduğu dönemler olmuştur; iyileştirme sanatının, zehirleme sanatı olarak kullanıldığı dönemler çok da az değildir. Felsefe, doğanın harikaları karşısında derin düşüncelere dalmamızı sağlayarak bir Tanrı'nın olduğunu zihnimize taşıyan bir araç olarak bağışlanan, Cennet'in insanlığa bir hediyesidir; fakat biz çok iyi biliyoruz ki onun bu amaçları sıklıkla saptırılmış ve tanrıtanımazlığı desteklemek için kullanılmıştır. En kutsal şeyler bile insanoğlunun mahvedici etkisine karşı güvence altında değildir. Alçaklar tarafından dindarlığın her gün suistimal edildiğini ve kötü işler için kullanıldığını görüyoruz, fakat tüm bunlara karşı gerekli ayrımı yapmakta hataya düşmeyiz, yanlış çıkarsamalarda bulunmayız ve insanların yozlaştırdığı temel faziletleri, kafalarında tasarladıkları kötülükle karıştırmayız. Herhangi bir sanattaki şeytani uygulamalarla, sağduyulu niyetleri birbirinden ayırabiliriz. Bir zamanlar Roma
dan kovulmasına rağmen hekimliği nasıl yasaklamadıysak, aynı şekilde Atinada göz göre göre mahkum edilmesine rağmen felsefeyi de yasaklamadıysak, bazı dönemler sansürlendi diye tiyatroyu da yasaklamaya çabalamamalıyız. Bir zamanlar bu sansürü meşrulaştıran düzenlemeler vardı, fakat şimdi buna başvurmuyorlar. Bu, o zamanlar varlığı kanıtlanmış kötülüklere doğrultulmuş bir uygulamaydı. Farklı koşullarda bunu uygulamamalı veya uygulama alanını kendi irademizle genişletmemeli, böylece masumiyetin kabahatle karıştırılmasına izin vermemeliyiz. O zamanların tiyatrosu, şimdi savunmaya çalıştığımız tiyatrodan tamamen farklıydı. Birini diğerine karıştırmamaya dikkat etmeliyiz. Bunlar, yaşam tarzları tamamen karşıt olan iki insana benzerler. İsimleri haricinde ortak başka hiçbir şeyleri yoktur. Zenginlerle yatıp kalkan başka bir Olympia daha var diye iffetli Olympiayı ayıplamak korkunç bir haksızlık olurdu. Bu tür yargılar toplumda kesinlikle çok fazla sıkıntıya sebep olurdu. Hiçbir şey mahkûmiyetten kurtulamazdı. Dahası gündelik hayatta, yozlaştığı halde böylesi sert ölçütleri uygulamadığımız o kadar çok alan var ki. Benzer bir toleransı tiyatro için de göstermeliyiz, yönelimi ve güvenilir amaçları açıkça ortaya konan oyunlara destek olmalıyız.

Öyle müşkülpesent insanlar biliyorum ki hiçbir oyuna tahammül edemezler. Derler ki oyun ne kadar iyiyse, o kadar çok zarar verir; erdemli insanlar tutkuların dile getirilmesinden çok fazla etkilenirler ve böylesi performanslar onları gereğinden fazla uyarır. Samimi bir tutku tarafından harekete geçirilmenin büyük bir suç olduğunu düşünmüyorum. Bizi umutlandıran bu eksiksiz duygusuzluk ise aslında yüksek bir fazilet mertebesinin ürünü! Bu mükemmeliyetin, insan doğasının gücünün yeteceği bir şey olduğu konusunda şüpheliyim. İnsanların ihtiraslarının kontrolü ve sağaltımı için uğraşmanın, soyunun tükenmesi için uğraşmaktan daha iyi bir şey olduğundan da hiç emin değilim. Herhangi bir insan için tiyatrodan daha yararlı olacak başka yerler olduğunu itiraf ediyorum. Eğer Tanrı ve Kurtuluşumuz adına doğrudan bir fayda sağlamayan her şey sansürü hak ediyorsa, o zaman tiyatro kesinlikle bunun içine dâhil edilmelidir ve bu durumda tiyatronun diğerleriyle birlikte mahkum edilmemesi için hiçbir ayrıcalık beklemem. Ancak bahsi geçen konuda olduğu gibi, çile pratiği sırasında bu tarz molalar mazur görülebilir ve bu insanların bile biraz rahatlamaya ihtiyacı vardır. Ben de bu nedenle tiyatrodan daha zararsız bir şey olmadığı konusunda ısrar ediyorum. Lafı çok uzattım. Büyük bir Prens
in Tartuffe hakkındaki yorumuyla bitirmeme izin verin.
Oyunumun sergilenmesi yasaklandıktan bir hafta sonra, Scramouche the Hermit adlı oyun Sarayda sergilendi. Kral, Prens ayrılırken, hatırladığım kadarıyla şöyle dedi: Molièrein oyununu bir skandal havasında değerlendiren insanların, Scaramouche hakkında neden hiçbir şey söylemediğini merak ediyorum. Prens ise şöyle yanıtladı: Nedeni şu; Scaramouche, bu beylerin hiç de umursamadıkları dini ve kutsal şeyleri alaya alıyor, Molièrein oyunu ise onları alaya alıyor. İşte, tahammül edememelerinin sebebi bu.
ARZUHAL I
Tartuffe oyunu hakkında Kral'a ithafen.

Haşmetmeapları,

Komedyanın görevi, insanları eğlendirirken aynı zamanda onların hatalarını düzeltmek olduğundan; düşündüm ki dönemin ahlak sorunlarına saçma bir dış görünüş içinde ve ikiyüzlülükle saldırmaktansa sanatımı bu şekilde icra etmemden başka hiçbir şey benim çıkarlarıma bu kadar uygun olamazdı. Haşmetmeapları, bana öyle geldi ki riyakâr insanlara saldıran, aynı zamanda üst dindar pozlarına bürünmüş olanlara ve sahte coşkunluk ile safsata kabilinden merhameti kullanarak arkadaşlarını tuzağa düşürmeye çalışan ibadet kalpazanlarına dikkati yöneltecek olan -ki bunlar ahlaki sorunlar arasında şüphesiz en baskın ve zararlı olanlardır- bir oyun yazarak, tebaanızdaki iyi insanlara pek de az bir hizmette bulunmadım.

Haşmetmeapları, bu oyunu tüm özen ve dikkatimle yazdım. İnanıyorum ki, gerçekten dindar olan insanlara borçlu olduğumuz hürmet ile riayeti daha iyi muhafaza etmek ve tebaanızın taleplerinin hassasiyeti adına, tasvir ettiğim karakterin gerçek doğasını ortaya çıkarmaya özen gösterdim. Belirsizliğe hiç yer bırakmadım: İyiyle kötünün karıştırılmasına yol açabilecek her şeyden kaçındım; düpedüz riyakâr ve gerçek bir karakterin derhal tanınabilmesi adına, karakteri tasarlarken ana karakteristik özelliklerini kullandım.

Bununla beraber aldığım tüm bu önlemler boşunaydı. İnsanlar, sizin inançla ilgili konulara olan vicdani hassasiyetinizden faydalandılar ve sizi savunmasız bölgenizden yakalamayı başardılar. Ben sizin kutsal şeylere olan hürmetinize sığınıyorum.
Tartuffe” ler sinsice sizin unvanınızı kullanarak rağbet görmeyi başardılar ve oyunda betimlenen insanlar bu durumu kasıtlı olmasına rağmen yararlı, benzerlerinin olmasına rağmen kusursuz bir şekilde örtbas etmeyi başardılar.

Benim uğraşıma yönelik saldırının bastırılması kadar sizin bu konuda kişisel fikirlerinizi belirtmeniz de hayal kırıklığımı önemli ölçüde yatıştırdı. Haşmetmeapları, oyunun topluluk önünde sergilenmesine engel teşkil edecek hiçbir şey olmadığını belirtme lütfunda bulunduğunuzda benim tüm şikâyet gerekçelerimi elimden almış olduğunuzu düşündüm.

Hükümdarların en büyüğünün ve en aydınının bu lütufkâr bildirisine, Papalık adına Papa hazretlerinin sunduğu onaya ve Papa'ya yakın mertebedeki psikoposların, huzurlarına çıkarak kendilerine verdiğim metinleri inceleyip siz Majesteleriyle bir uyuşma içinde olmalarına rağmen; tüm bunlara rağmen, bir papazın kendi bölgesinde tüm bu soylu delillerle çelişecek bir kitap yayımladığını söylemek durumundayım. Majesteleri istediklerini söyleyebilirler, Papa hazretleri ve müritleri istedikleri karara varabilirler; papaza göre oyunum -ki o insan oyunumu hiç izlememiştir- şeytani bir eserdir ve ben kendim de oyundan daha az şeytani değilim, ben ibret verici bir ceza hak eden insan görünümlü bir iblisim, bir ateistim, bir kâfirim. Toplum önünde günahlarımın ateş tarafından temizlenmesi yeterli değildir ki bu benim cezamı hafifletmek olur. Bu noktada durmak, bu değerli ve Tanrı
dan korkan adamın merhametli gayretini tatmin etmeye yetmeyecektir: Tanrının merhametini benden esirgemek ve en kesin ifadelerle benim sonsuza kadar lanetlenmemi istemektedir ve bu konuda hiçbir kanıtı yoktur.

Bu kitap siz Majestelerine sunulmuştur; her gün bu bayların hakaretlerine maruz kalmanın benim açımdan ne kadar sıkıntı verici olduğu hakkında kuşkusuz siz de bir yargıya varabilirsiniz. Böyle iftiralar benim halk önündeki itibarıma zarar vermeye daha ne kadar devam edecek, bu durumun düzeltilmeden devam etmesine daha ne kadar izin verilecek, kendimi aklamak ve halka oyunumun yansıtıldığı gibi bir oyun olmadığını ispat etmek için daha ne kadar çaba sarf etmeliyim. Demek ki itibarım adına veya tüm dünyanın gözü önünde uğraşımın masumiyetinin gerekçelendirilmesi hakkında hiçbir şey söylememeliyim. Sizin gibi aydın hükümdarlara sunulan isteklerin detaylandırılmasına gerek yoktur. Sizin gibi hükümdarlar bizim ihtiyaçlarımızın ne olduğunu bir Tanrı gibi idrak ederler ve bizim için neyin uygun olduğunu bizden daha iyi bilirler. Çıkarlarımı siz Majestelerine emanet etmek benim için kâfidir. Vereceğiniz her türlü takdiri saygıyla bekliyorum.

(Ağustos 1664)
ARZUHAL II
Flandradaki Lille kasabasından önce kurulan kampta verilmek üzere Krala ithafen.

Haşmetmeapları,

Şanlı zaferlerinin ortasında olan yüce bir krallığa gelmek ve ısrar etmek, aslında aptalca bir cesaret örneğidir. Fakat benim konumumdaki biri için, şu anda başvurduğum yer dışında başka nerede kendime bir güvence arayabilirim? Beni bu derece etkileyen bir güç otoritesine karşı; bütün gücün ve otoritenin kaynağı olan, egemen yargı, yönetim ve bütün mutlak emirlerin sahibinden başka kimden yardım isteyebilirim?

Haşmetmeapları oyunum, Majestelerinin onu onaylamasının onurunu Paris
te uzun süre taşıyamadı. Oyunu boşu boşuna Sahtekâr adı altında yazdım ve ana karakteri boşu boşuna sıradan insan kılığına sokarak kamufle ettim. Ona küçük bir şapka, uzun perçemler, kırmalı bir yaka ve bir kılıç vermem, onu dantellerle bezemem, oyunun birçok yerini yumuşatmam, benim çizmeyi seçtiğim ve aynı zamanda sizin takdirinizi kazanan orijinal portrelere gölge düşürebileceğini düşündüğüm her şeyi tereddütsüz yok etmem hiçbir işe yaramadı. Bunların hepsi faydasızlıklarını kanıtladı. Entrikacı gruplar, kendi husumetlerini yine kendi kaba önyargıları temelinde yenilediler. Hiçbir konuda etki altında kalmayacakları ile böbürlenen kişilere bile tesir edecek yollar buldular. Oyunum sergilendikten çok kısa bir süre sonra, saygı duyulması gereken bir güçten darbe aldı. Böyle bir fırtınaya maruz kalmışken tek sığınağım, oyunu sergilememe izin verdiği için Majestelerine ne kadar müteşekkir olduğumu söylemekti ve oyun sadece sizin talimatınız ile yasaklanabilecek olduğu için başka hiç kimseden izin isteme ihtiyacı duymadım.

Haşmetmeapları, komedimde tasvir ettiğim şahısların, Majestelerini etkilemek ve başkalarının da kendileri gibi iyi olduğunu sandığı için kolayca kandırılabilecek gerçekten iyi insanları -daha önce de yaptıkları gibi- kendi saflarına katmak için her türlü yolu deneyeceklerinden hiçbir şüphem yok. Bu kişiler kendi niyetlerini en uygun renklerle bezemekte yeteneklidir ama bu kişiler hangi iddiayı öne sürerlerse sürsünler niyetleri kesinlikle kalplerindeki dini inançla ilgili değildir. Onlara oyunlarda yeterince gösterilen tek şey, oyunların hiçbir protesto ile karşılaşmadan halkın huzurunda sıklıkla sergilenmesidir. Fakat bu oyunlar dindarlık ve gerçek dine sadece onlara çok az ilgi gösterildiği zaman saldırmıştır. Komedim doğrudan onlara yöneltilmişti, onları alay konusu haline getirmişti ve bu da izin vermeyecekleri bir şeydi. Sahtekârlıklarını gizleyen perdeyi herkesin gözü önünde yırttığım için beni affedemezlerdi. Hiç şüphesiz ki oyunumun herkesi şok ettiği hakkında Majestelerini bilgilendirmeyi ihmal etmeyeceklerdir. Ama asıl gerçek haşmetmeapları, tüm Paris
i şok eden şeyin oyunun yasaklanışı olmasıdır. En adil yargıçlar temsili yararlı bir etkisi olduğu şeklinde değerlendirdiler; insanların o malum dürüstlüğü, uluslararası alanda dehşetle saygı görenlere gereken saygıyı göstermeyi gerektirirken, sürprize yol açan şey ise üzerinde uzmanlaştıkları gerçek dindarlığa tam anlamıyla karşı olmalarıdır.

Majestelerinin konu üzerine karar vermeye tenezzül etmesini saygıyla beklemekteyim. Ama haşmetmeapları şüphesiz bir şey var ki, eğer
Tartuffeler günü kurtaracaklarsa bundan sonra tiyatro adına herhangi bir şeyler yazmanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. Eğer günü kurtarırlarsa, kendilerinde bana şimdiye kadarkinden daha da fazla baskı yapma hakkını bulacaklar ve kalemimden çıkan en masum eserlerde bile mahkûm edilecek bir şeyler bulmayı başaracaklardır.

Haşmetmeapları, muzaffer seferinizden döndüğünüzde, fetih yorgunluğunuzdan sonra kafanızı dağıtmak, soylu gayretlerinizden sonra zararsız bir eğlence ve tüm Avrupa
yı titretmeden önce Kraliyet'in çehresine bir tebessüm getirmek adına, âlicenaplığınız onların bu nefret dolu hışmına karşı beni himayesi altına almaya tenezzül eder mi?

(Ağustos 1667)
ARZUHAL III
Krala ithafen

Haşmetmeapları,

Hastası olmaktan onur duyduğum saygıdeğer bir hekim, Majestelerinin kendisine bir ayrıcalık lütfetmesini sağlarsam bir otuz yıl daha yaşamamı sağlayacağına söz verdi ve kendisi bu konuda yasal bir taahhütname altına girmeye bile hazır. Ben ise ona, bu taahhüdü geçerli olduğu sürece başka bir şey istemeyeceğimi ve beni öldürmemeyi taahhüt ettiği takdirde bununla yetinmem gerektiğini söyledim. Haşmetmeapları, istediği ayrıcalık (...)
nın vefatı nedeniyle boşalan Vincennes Kraliyet Şapelindeki rahiplik mertebesi.

Sizin alicenaplığınızla hayata dönen
Tartuffeun bu büyük yeniden diriliş gününde sizden bu lütfu da istemeye cüret edebilir miyim? Böylece öncelikle dindarlarla aramı düzeltmiş ve ikinci olarak da doktorlarla barış yapmış olacağım. Kuşkusuz benim için bunları tek bir seferde ve aynı anda istemek kabul edilemeyecek kadar çok, fakat majestelerinin cömertliği namına muhtemelen çok da fazla değil. Cüzi ölçüdeki umudumla arzuhalime bir cevap bekliyorum.

(Şubat 1669)