30 Haziran 2015 Salı

YARATICI YAZMA

YARATICI YAZMA
Yazının ruhu çözümlenmeye başladığından beri hemen hemen tüm yazarlara “Niçin ve nasıl yazıyorsunuz?” sorusu yöneltilmiştir. Her yazar bu soruya kendince bir cevap verir. Çoğunlukla da sınırlı olan bu cevaplar farklı farklıdır. Onlar sosyolojik, psikolojik, politik yaklaşımlarla kendilerini açıklamaya çalışmışlardır. Kısacası, yazarlar, bu dünyada nasıl yaşadıklarını dilin olanaklarını kullanarak duyumsatırlar.
Yazmak, sadece, edebî bir metin oluşturma amacıyla yazarların üstlendiği bir iş değildir. Yazı, tarih boyunca, her devirde yaşayan her insanın kendini ifade etmek ve geleceğe kendinden bir iz bırakmak amacıyla kullandığı en gelişmiş iletişim araçlarından biridir. Kullanıldığı dilin olanaklarıyla geçmişten geleceğe doğru yol alan büyülü bir zaman makinesine benzer. Her insan bu dünyadaki eşsiz varlığının bir kanıtını bırakmak ister yine bu dünyada. Bu nedenle her insan için yazı bir araç, yazma arzusu da kaçınılmazdır.
Yazma eyleminin bu kadar değerli ve gerekli olduğu dünyamızda, kendisini doğru ve etkili ifade edebilen bireyler yetiştirmek de bir o kadar gereklidir. Ancak bu konuda, ne yazık ki, eğitim sistemimizde boşluklar bulunmaktadır. Sürekli değişen eğitim modelleri içerisinde etkili ve planlı bir yazma eğitimi geliştirilememiştir. Yine de, Türk Dili ve Edebiyatı dersleri kapsamında, değerli öğretmenlerimizin geliştirdiği ve uyguladığı farklı etkinlikler bulunmaktadır. Dinleyen, dinlediğini anlayabilen, anladığını yorumlayan ve yorumladıklarını yazabilen bireyler yetiştirmek temel hedeflerimiz. Birbirine bağlı ve birbirini tamamlayan bu yetilere ulaşmak da yine birbirini destekleyen eğitim modellerinin etkin öğretimiyle mümkün olabilmektedir. Bu nedenle “iyi yazan” bireyler yetiştirmek bir süreç işidir. Bu süreci de farklı uygulamalarla daha etkili kılmak mümkündür.
Dünya üzerinde söylenmemiş söz, anlatılmamış olay kalmamıştır.” diye bir söz vardır. Öyleyse aslında anlatılacak yeni bir konu, işlenecek farklı bir tema da yoktur. Bizlerden binlerce yıl önce yaşamış olan insanlar da bizlerle benzer acı, korku, sevinç ve mutlulukları yaşamış ve bunları unutulmamak için farklı biçimlerde günümüze ulaştırmışlardır. Kimi zaman notaları, kimi zaman renklendirdikleri duvarları kimi zaman da kazıdıkları taşları ve papirüs kâğıtlarını kullanmışlardır. Sonuçta bugüne aktarılanlar hep benzer konulardır. Bunları birbirinden farklı kılan ise “nasıl anlatıldıkları”dır. İşte anlatımda bu farklılığı yakalamak da dilin olanaklarını ne kadar etkili kullandığımızla ilişkilidir. Ne anlattığımızdan çok nasıl anlattığımız önemli olduğuna göre burada bireyin diline ne ölçüde hâkim olduğu kadar kendisini ne ölçüde tanıdığı da önemlidir. Kendi değerlerinin farkında olan, belli bir okuma birikimine sahip, algıları açık ve güçlü bireyler elbette daha kolay yazacaklar ve daha zengin metinler oluşturacaklardır. İşte biz dil işleyicileri de bu noktada, yazma eğitimi verdiğimiz öğrencilerimize, algılarını açma ve güçlendirmede, farklı yöntemlerle yardımcı olabiliriz.
Bu çalışmamda sizlere, öğrenme ve uygulama süreci içerisinde, başka başka pek çok modelle zenginleştirilebilecek yazma etkinliklerinden birkaçına örnekler sunacağım.
Hayal gücü” her yazanın işbirliği yapmak zorunda olduğu alanlardan biridir. Bunu sezgiler, algılar, gözlemler, bilgiler ve duyarlılıklar izler. Bu alanların hepsi ve hatta daha fazlası etkili bir biçimde birleştirildiğinde ortaya gerçek bir metin çıkar. Daha önce de belirttiğim gibi bu birleşimi yakalamak bir birikim ve süreç işidir. Bu çalışmada sizlere bu birleşimin “algılarla” ilgili olan bölümüyle ilgili örnekler sunacağım.
Algılarımızın kaynağı öncelikle duyularımızdır. Dışımızdaki dünyayı görerek, duyarak, koklayarak, tadarak ve dokunarak algılarız. Bu algılarımız ne kadar gelişmişse hayal gücümüz de o kadar zenginleşir. Özgün bir metin yaratmadan önce birey iç dünyasını keşfetmeli ve algılarını güçlendirmelidir. Yaratıcı yazma öğrencilerine, dış dünyalarını keşfetmeye başlamadan önce, iç dünyalarının farkına varmaları için şu temel çalışma uygulatılabilir:
-Boşluk doldurma çalışması:
Eğer bir renk olsaydım……………….olurdum çünkü……………………”
Eğer bir biçim olsaydım……………..olurdum çünkü……………………”
Eğer bir ışık olsaydım…………………..olurdum çünkü………………….”
Eğer bir hareket olsaydım…………………olurdum çünkü…………….”
Eğer bir ses olsaydım…………………olurdum çünkü…………………….”
Eğer bir hayvan olsaydım…………….olurdum çünkü………………….”
Eğer bir şarkı olsaydım………………..olurdum çünkü…………………..”
………………
Bu basit ama uygulaması zevkli ve sonuçları renkli olan çalışmayla öğrenciler kendilerine daha yakın olmakta ve “nasıl yaşadıklarının” farkına varmaktadırlar.
Bir öğrencinin örnek cümleyi dolduruş biçimi:
Eğer bir harf olsaydım “ş” olurdum, “aşk”ın tam ortasına düşmek için!”
Oldukça orijinal bir buluş.
Bir başka örnekte farklı bir öğrenci “bir eşya olabilseydi güzel anılarını taze tutabilmek için buzdolabı olabileceğini” yazmıştı. Bir diğerinde “bir sözcük olsa umut olmayı tercih eden ve bunu da herkesin bir gün ona ihtiyaç duyacağı gerçeğiyle açıklayan” cümle… Bunlar yazmaya iyi birer başlangıç.
Dış dünyayı duyularımız aracılığıyla algılayıp yorumladığımızı daha önce belirtmiştik. Şimdi bu algılarımızı güçlendirmek için yazma öğretimi sırasında uygulanabilecek yöntemlere değinelim.
-Gözlem ve günlük tutma: Bir nesneyi tanımlamanın, ondaki değişimlerin farkında olmanın yolu o nesneyi uzun uzun gözlemlemekten geçer. Bunun için seçilen bir nesne belirlenen bir süre boyunca izlenir ve ondaki değişimler günü gününe not edilir.
Örneğin; üzerinde tomurcukları bulunan bir çiçeğin on beş gün boyunca izlenmesi. Bu süreç içerisinde çiçekteki değişim günü gününe not edildiğinde, öncelikle, o nesnedeki görsel açıdan farklılıklar öne çıkacaktır: Yaprakların ve tomurcukların biçimi; açılan çiçeklerin boyutu, rengi, biçimi… Sonrasında kokudaki değişim öne çıkacaktır.
Uygulama için örnekler çoğaltılabilir: Bir ucundan ısırılıp bir köşede bırakılan bir elmanın ya da içildikten sonra telvesi kurumaya bırakılan bir kahve fincanının gözlemlenmesi sonucunda da ilgi çekici yorumlar ortaya çıkmaktadır. Bunların dışında bir çalışmadan da özellikle fen bilimleri öğrencileri daha çok etkilenmektedir. O çalışma da, hepimizin bildiği basit bir deney, pamuk içinde fasulye büyütme deneyidir. Böyle bir çalışmanın yazma eğitimi içerisinde yer alması öğrencilerin daha çok ilgisini çekmektedir.
-Koklama, tatma, işitme, dokunma: Anlatımda önemli olanın ne söylediğimizden çok nasıl söylediğimiz olduğunu vurgulamıştık. Okuduğumuz öğrenci metinlerde gördüğümüz en temel yanlış en zayıf yön özellikle sözcük türlerinden sıfatların kullanımıyla ilgili olmaktadır. Öğrencilerimiz son derece sınırlı sözcüklerle sıradan betimlemeler yapmaktadırlar. Ne yazık ki bu eksikliği de “Bol bol kitap okuyun!” diyerek ya da sıfatların bol kullanıldığı örnek metinler okutarak giderememekteyiz. Ancak, yaşayarak, kendi deneyimleriyle sözcükleri keşfeden öğrenciler daha renkli ve zengin betimlemeler yapabilmektedirler. Bu deneyim de şu uygulamalarla sağlanabilir.
Koklama: Kimi insanlar, zaten doğuştan getirdikleri farklı bir koku duyarlılığına sahiptirler. Onlar için duyulan kokuyu tanımlamak daha kolaydır. Ancak benzer bir yorumlama da koklamaya odaklanarak sağlanabilir. Örneğin, yemek pişirme sırasında son derece zengin ve değişken koku malzemesi ortaya çıkar. Öğrencilere yemek pişirme ödevi verilebilir. Bu ödevde asıl hedefleri elbette yemekte lezzet yakalamak değil kullandıkları malzemelerin teker teker ve bir aradaki kokularıyla çiğken ve piştikten sonraki kokuları arasındaki farkı yakalamak olacaktır. Çiğ sebzelerin tek başlarına çok baskın olmayan kokuları ısıyla, baharatlarla ve diğer malzemelerle daha keskin, doğadaki diğer kokularla benzerlikler kurulabilecek yeni hallere bürünürler. Öğrenciler burada kokuya odaklandıklarından ve bunun üzerine not aldıklarından ellerinde daha detaylı veriler bulunmaktadır. En azından artık sadece “güzel kokuyor” dememektedirler.
Bunun dışında bir botanik bahçesinin gezilmesi, parfümeri ziyareti, hastanede geçirilen bir gün, bir deney laboratuarı da farklı koku deneyimleri elde etmek için uygun yerler olabilmektedir. Hastane örneği sevimsiz gelebilir ancak biliyoruz ki hayatımızda sadece güzel kokular yok. Yaşamı tüm gerçekliğiyle algılamak için bu sevimsiz örnekleri de deneyimlemek gerekebilir.
Tatma: Beslenmek gündelik yaşamımızın oldukça sıradan bir parçasıdır. Ancak bir yazan için söz konusu, tadına bakılan besindeki lezzeti oluşturan unsurların ayrımına varmak ise yapılan eylemin beslenmekten çok öte bir anlamı bulunmaktadır. Bu nedenle, bu çalışmanın bir parçası olarak besinleri tatmak ve onlardaki lezzet, koku, yoğunluk vb. farklılıkları keşfederek bunları önceki deneyimlerle karşılaştırabilmek önemli olmaktadır. Aslında bu karşılaştırmalar hayatın içinde hepimizin doğal olarak yaptığı bir işken bu çalışmayla daha bilinçli ve planlı olarak yapılması hedeflenmektedir.
Güzel bir bütünü oluşturan şey aslında o güzeli oluşturan küçük parçalardır. Bir pasta diliminde bütün olarak duyumsanan bir lezzet vardır ancak o lezzeti duyumsatan parçaların neler olduğunu keşfetmeye çalışmak kişinin hayata bakış ve algılayışını da çeşitlendirip zenginleştirecektir.
Aşure, bu çalışmada deneyimlenmek üzere seçilebilecek en doğru Türk tatlısıdır. İçerisinde pek çok bakliyat, meyve parçaları, buğday ve baharat bulunan bu tatlıdaki koku, yoğunluk ve tat farklılıklarını yakalayarak yorumlamaya çalışmak son derece keyifli olmaktadır.
İşitme: Duyu organlarımız aracılığıyla algılamaya çalıştığımız dış dünya işittiklerimizle zenginleşmektedir. Ancak kimi zaman işittiklerimiz arasındaki ayrımı da görmezden gelmekteyiz. Oysa yazan bir kişi için duyulan sesler de sözcükler gibi sihirli birer yazma aracıdır. Sihirlidir diyorum çünkü yazan kişi nasıl sözcükleri gündelik yaşamdaki sıradan hallerinden farklı kullanmak zorundaysa işittikleri arasındaki farklılığı da duyumsamak zorundadır. Örneğin çaydanlıkta kaynayan suyun sesiyle coşkun bir derenin suyunun minik taşlar üzerinden akarken çıkardığı sesin farklılığı bilmelidir. Bunu bilebilmek için de önce tüm seslere karşı duyarlı olarak, odaklanarak dinlemeyi öğrenmelidir.
Bu çalışmada, işitme duyusunun geliştirilmesi için verilecek ödevlerden biri de farklı sesleri dinleme ve tanımlamaya çalışmayla ilgili olmaktadır. Sadece sesi tanımlamaya çalışmak değil o sesten uzaklaşıp sese tekrar yaklaşarak ya da sesin kişide uyandırdığı çağrışımları da dikkate alarak notlar almak çalışmanın birer parçasıdır.
Dokunma: Kimi yazarlara göre dış dünya gözle algılamadan sonra en iyi dokunarak algılanabilmektedir. Görme engelli insanların “Biz dünyayı parmak uçlarımızla görüyoruz.” demeleri de boşuna değildir. Çalışmanın bu bölümünde bir kişinin yardımına ihtiyaç duyacağımız küçük bir oyun oynayabiliriz. Bir arkadaşımızdan, o ortamda önceden dikkatimizi çekmemiş olan nesneleri, gözlerimiz kapalıyken bize uzatmasını isteyeceğiz. Elimize aldığımız bu nesneleri öncelikle şekil, boyut, doku vb. bakımlardan tanımlamaya çalışacağız. Öğrenmenin bir parçası da benzerlik ilişkisi kurarak öğrenmedir. Görerek ne olduğunu öğrenemediğimiz bu nesneleri dokunma yöntemiyle benzerlik ilişkisi kurmaya çalışarak tanımlamaya çalışacağız. Bu süreçte bize diğer duyularımız da yardımcı olacaktır.
Örneğin, bir meyvenin, televizyonun uzaktan kumandasının, bir kitabın, bir biblonun biçim, boyut, doku ve koku anlamında birbirinden pek çok farklılığı bulunmaktadır. Daha önce görerek zihnimize kodladığımız özelliklerini ezberden kurtararak yeniden keşfetmeye çalışarak aslında hepsinde kendine has olan ve benzersiz özellikleri bu çalışmayla yeniden görmeye başlamış olacağız.
Sonuç olarak, parça parça ve başka başka zamanlarda yaptığımız bu çalışmalarla nesneleri anlatmaya yönelik olarak dünyamızı oluşturan sözcükleri dil varlığımızdan bulup çıkarmaya yardımcı olmuş olacağız.
-Kişi gözlemleme: (Kendinden bir Sherlock Holmes yaratma!) Gözlem yapmanın varlıkların herkesçe görülebilen, sıradan, ortak yanlarını saptamak olmadığını anlatmaya çalıştık. Gözlem, varlıkların birbirinden ayrılan yönlerinin belirlenmesi işidir. Yazma da o yönlerin en özgün biçimiyle ifade edilmesidir. Flaubert bu konuda yazarlara şunu öğütlemektedir:” Kimsenin görmediği ya da söylemediği bir yanını bulmak için olaylara gerektiği kadar uzun ve dikkatli bakmalı.”
Kişiler için de, yeteri kadar uzun bir süre, bakmak ve görmek arasındaki ayrımı bilerek gözlem yapmak gerekmektedir. Ancak bu çalışmada gözlem yapmak için belirlenecek kişinin yakın çevreden seçilmemesi gerekmektedir. Çünkü yakın çevremizdeki insanlar için yapacağımız yorumlar, daha çok önceden sahip olduğumuz fikirle ezberlenmiş olması muhtemel yorumlardır. Bu nedenle daha objektif olabilmek için uzak çevreden, önceden hiç tanınmayan kişilerin gözlemlenmek üzere seçilmesi daha uygun olacaktır.
Örneğin her gün okula gelirken durakta karşılaşılan bir kişi, aynı servisi paylaştığımız ama hiç iletişim kurmadığımız bir okul arkadaşımız, alış veriş yaptığımız mahalle bakkalı, kuaförde/berberde karşılaştığımız bir kadın/bir erkek vb. bir hafta ya da on beş gün gibi sürelerle gözlemleyerek fiziki ve ruhsal özellikleriyle, tutum ve davranışlarıyla çözümlemeye çalışacağımız insanlar olabilirler. Burada unutulmaması gereken yaptığımız işin sadece bir gözlem olduğu ve kişilerin özel yaşamlarına asla girilmemesi gerektiğidir.
-Yer betimleme: (“Kamera” tekniği) Özgün bir metin oluştururken gerçek dünyaya benzer kurmaca bir dünya çizmeye çalışmak karşılaşılan güçlüklerden bir diğeri olmaktadır. Kurmaca bir yer betimlemeye çalışmadan önce içinde yaşanılan dünyanın nasıl bir yer olduğunu daha yoğun olarak görmeye çalışmak, etrafımıza daha dikkatli bakmak gerekmektedir. Bunu başarabilmek için şu yöntem denenebilir:
A4 büyüklüğünde bir kartonun tam ortasından 5 cm. çapında bir yuvarlak delik açarız. Bu karton kameramız, ortasındaki yuvarlak boşluk da bizim kameramızın objektifidir. Evimizin balkonundan ya da okul-ev arasındaki yolda servis penceresinden izlediğimiz çevreyi bir de bu objektiften görmeye çalışırız. Sınırlı bir açıyla baktığımız pencereden dikkatimize takılanları ayırt etmeye çalışırız. Belki o güne kadar, yol boyunca gördüğümüz - bütün olarak gördüğümüz – her nesnede dikkatimizden kaçan bir parça bu sefer sınırlı olarak baktığımız pencerede karşımıza çıkacaktır. Örneğin durağın camına yapıştırılmış tarihi çok eski bir afiş, bir marketin önünde yığılmış boş süt şişeleri, her gün önünden geçerken “ne güzel bir çiçek” diye takılarak baktığınız pencerenin o gün bomboş olması…
Bu örnekler elbette çoğaltılabilir. Ancak örneklerin çeşitliliğinden çok örnekler aracılığıyla kişilerde belirecek farkındalık ve yeni durumları tanımlamak için ortaya çıkan yeni sözcükler öğrenme ihtiyacı bu çalışmada daha büyük önem kazanmaktadır.
-Zamanı keşif ve zamanda yolculuk: Kendimizden, çevremizden, mekânlardan ve zamandan kurulu bir dünyada yaşamaktayız. Öyleyse yaratıcı yazma çalışmalarının çalışma alanlarından birinde, zamanın nasıl kullanılacağı da yer almaktadır. Kendini, algılarını tanıyan ve tanımlayan, çevresindeki kişi, olay ve mekânların durumlarının ayrımına varabilen birey önünde, bir çalışma alanı daha durmaktadır ki o da zaman kavramıdır. Zamanın, bir metin içerisinde nasıl kullanılacağına o metnin yapısı ve olay örgüsü düşünülerek karar verilir. Ama bunu yapmadan önce yani bir bütün metin içerisinde zaman kavramını kullanmadan önce yine farklı zaman dilimlerinin özelliklerini betimlemeye çalışmak gerekmektedir. Bunu sağlayabilmek için yine parçadan bütüne ulaşma yöntemi kullanılabilir. Örneğin günü belirli zaman aralıklarına bölerek o aralıklardaki zamanın özelliklerini betimlemeye çalışmakla başlanabilir. Sabahın çok erken bir saati veya öğleye yaklaşan bir saatinde güneşin gökyüzündeki konumu ve yeryüzüne etkisiyle karlı bir günde ya da yağmurlu bir günde aynı zaman aralığı içerisinde güneşin gökyüzündeki durumu ve yeryüzüne etkisi farklı olacaktır. Bu farklılık sadece gözle görülmekle kalmayıp gözlemleyen kişinin ruh durumlarıyla da tanımlanabilir. Burada önemli olan yine “zamandaki farklılığı yakalamak”tır.
Bir metnin canlılığının, okunabilirliğinin ve güncelliğinin korunabilmesi, metnin içerisinde çok iyi kurgulanmış bir zaman kavramının bulunmasına bağlıdır. Bazen metin içerisinde ilerlerken bir zamandan başka bir zamana geçiş gerekli olabilmektedir. Metnin akıcılığının sağlanması okuyucu üzerindeki etkisinin devam etmesi için bu atlamalar gereklidir. Böyle bir durum karşısında yazan kişinin hazırlıklı olabilmesi için bu çalışmada şöyle bir yöntem uygulanabilir:
Olay örgüsü net, az kişiden oluşan ve kronolojik olarak ilerleyen, merak unsurunun son bölümünde çözümlendiği kısa bir öykü seçilerek öğrencilere okunur. Bu öykünün, merak unsurunun çözümlendiği son bölümünden başlanarak yeniden yazılması istenir. Böylelikle zamanı değiştirilen metnin olaylarının anlatımında da sıra değiştirilecek bu sefer olay örgüsü zamana uydurulmaya çalışılacaktır.
Başka bir örnekte öğrencilerden, etkileyici, çarpıcı bir an belirledikten sonra geri dönüşlerle kısa bir öykü yazmaları istenecektir. Mesela tanık olunan bir kazanın (çarpışan iki otomobilin görülmesi) etkisiyle bir anının canlanması, yeni tanışılan bir kişinin parfümünün eski bir arkadaşı ve o kokuyla bağlantılı bir olayı hatırlatması, elimizden aniden düşüp kırılan kavanozdan dökülen nohut tanelerinin yuvarlanışıyla çocukluğumuzda oynadığımız renkli misketlerin gözümüzün önüne gelmesi vb. gibi. Burada önemli olan anlatımdaki o ilk andan geriye dönerek zamanda atlamalar yapmayı başarabilmek ve bu ana dönerken bağlantıları mantıklı bir şekilde kurabilmektir.
Sonuç olarak, yazan bir kişinin, bir olayı, bir durumu, bir algıyı, sezgiyi, bir karşılaşmayı vb. içinde biriktirmesi ve hafızasında depolaması gerekir. Yazma, özellikle yaratıcı yazma bu depolama işleminin bir sonucu olarak süreç içerisinde mümkün olabilecektir. Bu süreç, bireyin kişisel gelişimini ve beklentilerini okuma alışkanlıklarıyla zenginleştirmesiyle, yazma çalışmalarını disiplinli olarak sürdürmesiyle olgunlaşacaktır. Biz bu çalışmada, yazmaya istekli ve yetenekli lise öğrencileri için uygulanabilecek yaratıcı yazma tekniklerinden sadece bir kısmına, algılananların gözlem ve deneyimler aracılığıyla yeniden yorumlanması çalışmasına değindik.
Yaratıcılık, akıcılık, eleştirel düşünme, esneklik, özgür düşünme, analitik düşünme, problem çözme, ıraksak düşünme, mantıksal düşünme, sezgisel düşünme vb. hemen her düşünme yeteneği ile yakından ilişkilidir. Yaratıcılık zihinsel ve duyuşsal özelliklerimizin hemen hepsinde vardır ve bunlardan olumlu ya da olumsuz olarak etkilenmektedir.”(Dr. Nuri DOĞAN,“Yaratıcı Düşünme ve Yaratıcılık” ,Eğitimde Yeni Yönelimler, Pegem Yayıncılık, Ankara,2005,s:171.)

Bu çalışmanın olumlu sonucu olarak çalışmaya katılan öğrencilerde;
-Kendine ve çevreye karşı duyarlılık,
-Farkındalıklarında artış,
-Yeni sözcükler öğrenme ihtiyacı,
-Yazmaya karşı özgüven,
-Parça-bütün ve neden-sonuç ilişkisi kurabilmede artış,
gibi davranış değişiklikleri olduğu gözlemlenmiştir.