30 Haziran 2015 Salı

POLİS VE AYİN

POLİS VE AYİN
Soapy,Madison Square’deki bankın üzerinde zorlukla kımıldanıyordu.Vahşi kazlar
Geceleri bağırdığında,kürklü giysileri olmayan kadınlar kocalarına iyi davranmaya başladıklarında ve Soapy,parkta sırası üzerinde zorlukla kımıldadığında,kışın yaklaştığını anlayabilirsiniz.
Kuru bir yaprak,Soapy’nin kucağına düştü.Bu,Jack Frost’un kartı idi.Jack Madison Squarenin yerlilerine iyi davranır ve gelişini güzelce anımsardı.Dört caddenin keşiştiği köşede,karton kağıtları Kuzey Rüzgarı’na verir ve oranın yerlilerini uyardı.
Soapy,yaklaşmakta olan kışın zorluklarına karşı hazırlıklı olma zamanının geldiğini düşünerek kımıldadı.Bu nedenle,sırası üzerinde zorla kımıldadı.
Soapy’nin,kışı yarı uykulu bir biçimde geçirme tutkusu pek yoktu.Akdeniz limanlarına uğramak,uyuşturucu Güney semaları altında dolanmak ya da Vezüv Körfezi’nde oyalanmak değildi istediği.
Tüm isteği,İsland’da üç ay geçirmekti.Üç aylık yemek,yatak ve samimi arkadaşlık güvencesi,
Soapy için yeterliydi.
Konuksever Blackwell’lar,yıllar boyu kış komşuları olmuştu.Daha şanslı Newyorklular’ın, nasıl her kış Palm Beach ve Riviera için biletlerini alırlarsa,Soapy de yıllık İsland göçü için alçakgönüllü hazırlıklarını yaptı.Ve işte zamanı gelmişti.Geçen gece,giysisi altına yerleştirdiği üç gazete,eski alanın fışkıran çeşmesi yanındaki sırası üzerinde uyurken,kendini soğuktan korumamıştı.Bu nedenle İsland,Soapy’nin aklında canlanıverdi,kenttekiler için iyilik adına yapılanları lanetledi.Soapy’ye göre yasalar,iyilikseverlerlikten çok daha akılcıydı.Sade bir yaşam ile yer ve yemek sağlayabileceği bir yığın kuruluş vardı.Ama Soapy,onuruna yediremiyordu bunu.
İyiliksever kuruluştan gördüğün yardımın karşılığını para olarak vermesen bile kişiliğinden
ödün vermek zorunda kalırsın.Sezar’ın Brütüs’e yaptığı gibi,her iyilik yatağının,her ekmek
somununun bir karşılığı vardı.Bu yüzden,yasalara bağlı olmak daha iyi idi.
İsland’a gitmeye karar vermiş olan Soapy önce bunu gerçekleştirmeyi düşünmeye başladı.
Bunu gerçekleştirmenin bir çok kolay yolu vardı.En iyi olanı,pahalı bir lokantada lüks bir yemek yemek ve sonra da,hesabı ödeyemeyeceğini belirterek ağırbaşlılıkla,hırpalanmadan polise teslim edilmekti.Daha sonra gereği yapılırdı.
Soapy,sırasından kalktı,Broadway ve Beşinci Cadde’nin birleştiği yere doğru alandan ayrıldı.Yukarı Broadway’e döndü ışıltılı bir kafede durdu.
Soapy,kendine güveniyordu.Tıraşlıydı ve Tanrı’ya Bağlılık Günü’nde bir misyoner hanım tarafından armağan edilen siyah ceketi,düzgün ve temizdi.Eğer lokantada kuşku uyandırmadan bir masaya ulaşırsa,başarı onun olacaktı.Masadaki tutumu,garsonda bir kuşku yaratmayacaktı.
Bir şişe Chablis ve sonra da Camembert ile kızartılmış bir kaz,bu işi sağlayacak diye düşündü Soapy.Kuşkusuz,bir de puro.Puro için bir dolar yeterdi.Hesap,kafe yönetimince ağır bir cezayı gerektirecek kadar yüksek olmayacaktı;et de,kendisini doyuracak ve kış göçü için yolculuğunu mutlu kılacaktı.
Ama Soapy restauranttan içeri ayak basar basmaz,garsonun gözleri,tüyleri dökülmüş
pantolonuna ve yıpranmış ayakkabılarına takıldı.Anında sessiz ve soğukkanlı bir biçimde geriye gelebilecek kötülükten kaçınarak,kaldırıma doğru yöneldi.
Soapy,Broadway’den saptı.İsland yolculuğu pek o kadar mutlu geçmeyeceğe benziyordu.
Başka bir serüven yolu düşünmeliydi.
Altıncı Cadde’nin köşesinde,elektrik ışıkları ve vitrinlerde kurnazca sergilenen giysiler,
mağazaları oldukça belirginleştiriyordu.Soapy,bir taş aldı ve vitrini kırdı.Başta bir polis olmak
üzere halk köşeye toplandı.Soapy,elleri cebinde,soğukkanlılıkla gülümsüyordu.
Bu camı kim kırdı?”diye sordu polis,heyecan içinde.
Soapy,taşlarcasına ama dostça,”Bu işe karışmış olduğumu anlamadın mı?”diye söylendi.
Polis,Soapy’i tanık olarak bile kabul etmek istemiyordu.Vitrinleri taşlayanlar yasaları uygulayanlarla konuşmazlardı.Tabana kuvvet,kaçarlardı.Polis,biraz ilerdeki arabaya doğru koşan bir adam gördü.Herkesle birlikte o da oraya doğru yöneldi.Bıkkın Soapy,ikinci kez başarısız olmuştu.
Caddenin karşı tarafında,pek ilgi uyandırmayan bir restaurant vardı.Fiyatlar uygun,çeşitler
Çoktu.Duvarları ve havası ağır,çorbası sıcak ve peçeteleri inceydi.Soapy,suçlayıcı ayakkabıları ve bağıran pantolonu ile içeri kolayca girdi.Bir masaya oturdu,biftek,çörek ve pasta yedi.Sonra da garsona,kendisinde para olmadığını belirtti.
Haydi ne duruyorsun,bir polisi çağır”dedi Soapy.”Bir beyefendiyi böyle bekletme.”
Tereyağlı pastayı andıran bir sesle ve bir Manhattan kokteylindeki parlayan vişne gibi gözlerle,“Polise gerek yok”dedi garson.”Hey Con!”
İki garson,Soapy’yi,sol kulağı üzerine,sert kaldırıma güzelce bırakıverdiler.Bir duvarcının
açılır kapanır metresinin açısı gibi,eklem eklem doğruldu ve giysisinin tozlarını silkti. Tutuklanmak,pembe bir rüya gibi görünüyordu.İki kapı ötede,bir bakkal önünde duran polis,güldü ve caddeden aşağıya doğru yürüdü.
Soapy,yeniden yürekleninceye dek beş blok yürüdü.Bu kez “Askıntılık”yapmayı düşündü.
Temiz giyimli,sıradan genç bir kadın,bir vitrin önünde durmuş,tıraş çanaklarına ve mürekkep
hokkalarına bakıyordu.Vitrinden bir metre ötedeki caddeye doğru da,ciddi görünüşlü bir polis,
bir yangın musluğuna doğru eğilmişti.
Nefretleri üzerinde toplayacak bir rol düşündü Soapy.Kurbanın şık ve düzgün,polisinse
dürüst görünüşü,kendisinin pek yakında kelepçeleri bileklerinde hissederek kışı adada geçirmeyi bir kez daha düşledi.
Soapy,misyoner kadının verdiği hazır kravatını düzeltti;şapkasını,öldürücü bir biçimde yatırdı ve genç kadının yanına doğru yöneldi.Ona göz kırptı,öksürdü,gülümsedi,sırıttı ve adi bir biçimde edebiyat patlattı.Soapy,polisin,yan gözle kendisine dikkatle baktığını gördü.Genç kadın birkaç adım öte gitti ve yine tıraş takımlarıyla ilgilenmeye başladı.Soapy,kadını izledi ve yanına gelerek şapkasını çıkardı:
Ah ne şeker şey! Bahçeme gelip oynamak istemez miydiniz acaba?”
Polis,hala bakıyordu.Sarkıntılık edilen genç kadın bir parmağını oynatsa,adadaki limana doğru yol alabilirdi Soapy.Karakolun ılık rahatlığını duyumsamaya başlamıştı bile.Genç kadın ona doğru baktı ve Soapy’nin ceketinin yakasına yapıştı.
Tabii tatlım”dedi sevinç içinde.”Eğer bana bir şişe bira ikram edersen tabii.Seninle daha
açık konuşurdum ama,polisi bize bakıyor.”
Genç kadının bu sözleri üzerine Soapy,polisin yanından üzüntülü bir biçimde yürüdü.Yine özgürdü.
Bir sonraki köşede kadını atlattı ve kaçtı.Gece ışıklı caddelerin,yürekli sözlerin ve opera
Kitaplarının bulunduğu bir bölgede durdu.Bu soğuk kış gecesinde,kürklü kadınlar ve ağır paltolu erkekler sevinç içinde dolaşıyorlardı.Birden,karşı konulmaz bir büyünün,kendisinin tutuklanmasını engellediği korkusuna kapıldı Soapy.Bu düşünce ile biraz paniğe kapıldı ve görkemli bir tiyatronun önünde,havalı bir biçimde duran başka bir polisle karşılaştığında,”uygunsuz davranış”biçimi geliverdi aklına hemen.
Soapy,kaldırımda,olanca çatlak sesiyle,sarhoş gibi bağırmaya başladı.Dans etti,uludu,
Abuk sabuk söylendi ve çevreyi rahatsız etmek için her şeyi yaptı.
Polis,elindeki copu sallayarak,Soapy’ye arkasını döndü ve birisine:
Bu,Yale’lilerden birisi,Hartford College galibiyetini kutluyor.Şamatacı ama zararsız.
Bunlara göz yummamız söylendi.”
Üzgün bir şekilde,başarısız oyununu kesti Soapy.Hiçbir polis,yakasına yapışmayacak mıydı?
İsland,düşünde,ulaşılamayacak bir cennet olarak belirmeye başlamıştı.Soğuk rüzgara karşı
İnce ceketini ilikledi.
Bir tütüncüde,iyi giyimli bir adamın,purosunu yaktığını gördü.İpek şemsiyesini girişte kapı
Yanına koymuştu.Soapy içeriye girdi,şemsiyeyi usulca aldı ve yavaşça çıktı.Purosunu yakan adam,ardından koştu hemen.
Şemsiyem”dedi,sertçe.
Öyle mi?”diye sırıttı Soapy,küçük hırsızlığını önemsemeyerek.”Peki niye bir polis çağır
mıyorsun? Aldım işte.Senin semsiyen! Niye bir aynasız çağırmıyorsun?İşte köşede duruyor biri.
Şemsiyenin sahibi,adımlarını yavaşlatmıştı.Her nedense şansının yine yaver gitmeyeceğini
sanarak,Soapy de yavaşladı.
Polis kuşkuyla ikisine baktı.”Evet”dedi şemsiye sahibi,”Biliyorsunuz,böyle yanlışlıklar oluyor işte.Şey,şemsiye sizinse,umarım beni hoş göreceksiniz.Bu sabah bir restaurantta elime geçti. Sizin olduğuna inanıyorsanız,niçin...Umarım beni..”
Evet benim”dedi Soapy,şeytanca.
Şemsiyenin eski sahibi çekildi.Polis,iki blok öteden yaklaşan bir tramvayın önünden karşı
Kaldırıma,bir opera girişi önündeki uzun boylu bir sarışına yardım etmek için,yanlarından ayrıldı.
Soapy,olan bitenle kafası karışık,bir cadde boyunca,doğuya doğru yürüdü.Şemsiyeyi bir
Kapı çukuruna fırlatıp attı.Başlık ve cop taşıyan adamlara kötü kötü mırıldanıyordu.Kelepçelerine takılmak isterken,onlar,kendisini,yanlış yapmayan bir kral olarak görüyorlardı.
Soapy,sonunda,doğuya doğru uzanan daha az ışıklı ve daha sessiz caddelerden birine ulaştı.Böylece,evi,bir park sırası bile olsa,hala insani içgüdülerinin kıpırtısı ile Madison Square’e doğru yola koyuldu.
Soapy,son derece sessiz bir köşede,birdenbire durdu.Sevimli,sağı solu dağınık,köşeleri
Çok eski bir kilise ile karşılaştı.Mor dumanlı bir pencereden yumuşak bir ışık parıldıyordu;
Hiç kuşkusuz,kilise orgçusu,düşler üzerine eğilmiş,gelecek Pazar ayini için ustalığını pekiştiri
yordu.Orada Soapy’nin kulaklarına,mutluluk verici bir müzik çalındı ve kendisini demir parmaklıkların büklümlerine yapıştırdı.
Tepedeki ay,parlak ve durgundu.Birkaç araba ve yaya vardı ortalıkta;kumrular saçaklarda
kesik kesik,uykulu bir biçimde ötüyorlardı.
Aslında sağlam bir iş yapabilirim.Geçenlerde bir adam bir numara vermişti.Onu arasam çalışmaya başlasam,belki de bir yuva kurarım.
Tam o sırada bir polis kolunu yakaladı ve ona”Ne yapıyorsun bakayım burada?diye sordu.
Hiiiç..dedi Soapy
Hiç mi? Yürü karakola kotese girersen görürsün hiçi.



O.HENRY/HİKAYELER/MEB