9 Aralık 2011 Cuma

İSTANBUL EFENDİSİ TİYATRO METNİ



İSTANBUL EFENDİSİ” MERKEZİNDE CELAL MUSAHİPZADE 
S.Özlek


Türkiye’den “hasta adam” diye söz etmek ve dünyada hayatın en doludizgin sürdüğü kentlerden biri olan bu şehri yıkım ve çürüme ile bağdaştırmak adet olmuştur. Ancak Haliç’in herhangi bir yakasında yirmi dört saat geçiren biri ne İstanbul sokaklarında, ne Galata Köprü’sünde, ne hareketli Galata semtinde, ne de Pera tepelerinde ataletle uzaktan yakından ilgili hiçbir şey düşünemez. Avrupa’dan, İtalya veya Avusturya’dan gelen biri başkentin cihanşümul hayatı, canlılığı ve faaliyeti karşısında gerçekten şaşırır”
Musahipzade Celal’in gençliğinin İstanbul’u; karanlık sokakları, paragöz esnafına rağmen bir batılının gözüyle böyle bir İstanbul’dur.
Ama İmparatorluk tarihinin bitip, Cumhuriyet tarihinin başladığı bir dönemin en keskin değişimlerine tanıklık eden,  Musahipzade, İstanbul’un gün be gün değişen çehresini, o gününü değil, iki yüz yıl öncesini seyirciye göstermeyi seçer.
Terbiyeli ve bilgili olduğu kadar, zarif ve munis” bu zat, sanki hızla yaşanan değişimin yarattığı karmaşaya inat zamanı geriye çevirir, bildik bir tutuculukla ya da eski düzeni yücelterek de değil üstelik, radikalliğin kaçınılmaz olduğu değişim sürecinin aksine, sadece romantizmle açıklanamayacak biçimde geçmişe, tarihine ait olanı sahiplenerek.
Eski Osmanlı yaşamıyla, gelenek ve alışkanlıklarıyla, toplum yapısıyla dirsek teması sadece oyunlarına konu etmekten ibaret değil, neredeyse yaşamının bir parçasıdır. Hatta emekliliğinin ardından bir serpuş(başlık) koleksiyonu için Evkaf Müzesi’ne davet edilir (oyunlarında verdiği ayrıntılı dönem kostümü tarifleri bu kişisel merakın vesilesiyledir bir bakıma) “Eski İstanbul Yaşayışı” adlı, dönemin içtimai yapısı ve adetlerini konu alan bir inceleme kitabı da yazmıştır, araştırmacı kimliği dolayısıyla oyunları belgesel bir nitelik de taşımaktadır.
İstanbul Efendisi’yle ilgili ulaşılmış tüm kaynaklarda oyunun I. Mahmut döneminde geçtiği belirtilmekte. -ki bu dönem başka oyunlarında da işlenmiştir-Yani, İmparatorluk’taki yaşamın şaşaalı, parlak günlerinin sona erdiği zamanların İstanbul’unda. Ama yine de, onun izlettiği İstanbul da, en az yaşadığı İstanbul kadar renkli, çok kimlikli, zengindir. Yine  zaman değişmiştir, değişiyordur. Ama Lale Devri sona ermiş olsa da, Gerileme Dönemi başlamamıştır, Osmanlı İmparatorluğu  “hasta adam” değil, yedi cihana hükmetmiş bir imparatorluktur hala, Patrona Halil İsyanı yaşanmış, ama bastırılmıştır, İstanbul Efendisi hurafelere dalmış bir despot olsa da, iş görevini yapmaya geldiğinde dirayet sahibidir. Zaman zaman metinlerinde bozulmuş, bozulmakta olana karamsarlıkla bakıyor görünse de, aslında sahnesinde hala bozulmamış bir şeyler de vardır.
Ömrü, Meşrutiyet’ten II.Dünya Savaşı’na kadar uzanan bir döneme denk düşen Musahipzade’nin adı çoğu kaynakta Cumhuriyet yazarları arasında anılır,  oyun yazma arzusunu tatmin edecek olan saha ise Meşrutiyet’in ilanından sonra açılmıştır. İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci’nin Fransızca’dan yaptığı uyarlamalar gündemde iken, Musahipzade yabancı dil bilmeyişini, batıdan etkilenmemek için avantaj sayacak kadar “tutucu” görünür. İmparatorluk devri kapanıp, Cumhuriyet devri başlarken, eski zamanları, eski Osmanlı yaşamını konu eden oyunları, hamasi bir yüceltme değil, sistemin zaaflarına ve bozulmalara eleştiriler içerir. Ortaoyunu geleneğinden etkilenen, Osmanlı sanatına düşkün Musahipzade, batı edebiyatı tercümelerini, Manakyan’ı da takip etmekte, Osman Hamdi Bey’in eserlerinden de bir minyatürden aldığı hazzı alabilmektedir.
İlber Ortaylı, oyunları döneminde hasılat rekorları kıran yazarın kuşaklar ötesine ulaşmasının nedenini  “Musahipzade  her dönemin modern Allaturca’sıdır” diyerek açıklar: “Musahipzade Osmanlı toplumunun özündeki çelişkiyi taşır. İçine kapanık ve toplumsal ilişki çerçevesini belirleyen; değerlerine bağlı dışa karşı kuşkulu, ortamına yabancılaşmaya ve kültür emperyalizmine düşman...Ama ona karşı aynı silahla değil, geleneksel değerleri putlaştıran bir garip tutuculuk ve tinsellikle direnir. Bu yanıyla 19.yy doğu dünyasının bilinçsiz ama onurlu direnişini yapıtlarında görürsünüz.”
Bu “bir garip tutuculuk” yazarın kimi kez gericilikle suçlanmasına neden olsa da  Musahipzade’nin ne yaşam öyküsü ne metinleri üstünden, bir görüşe karşı ya da yandaş olduğunu söylemek pek mümkün görünmez.  Sevda Şener şu tespitte bulunmuştur: “Musahipzade’ Celal’in bütün hayatı gösterişten ve iddiadan uzak, kendini seven ve anlayanlar arasında sakin ve içine kapanık olarak geçmiştir. İkinci Meşrutiyet sonrasının çeşitli fikir cereyanlarını savunanlar, birbirleri ile çatışanlar, çığır açmaya uğraşanlar arasında onun ismine hiç rastlamıyoruz. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki “asri” akımlara, cemiyetlere katıldığını gösteren bir kayıt yoktur. Anılarında bile iddialı sayılabilecek her çeşit imadan kaçınmış gibidir.”
Ama her şeye rağmen, bir yazar olarak, geleneksel olana bakış noktasında “ilk Türk tiyatro oyunu” sıfatıyla tarihe geçen  Şair Evlenmesi’nin yazarı Şinasi’nin karşısında bir yerlerde durduğu açıktır.
Tanzimat döneminde batılılaşmanın da etkisiyle “hor görülen” Türk Tiyatrosu formlarından uzaklaşma sürecinden, II. Abdülhamid döneminde, yasaklamaların da etkisiyle sahne pratiğinden kopup, neredeyse sadece okunmak için yazılır hale gelen tiyatro eserlerinden sonra Musahipzade’yi ve onun eserlerini farklı kılan, geleneksel olanı biçim ve içerik olarak yeniden değerlendirmesidir.
M. Celal’in oyunları geleneksel Türk tiyatrosundan özellikle de Orta Oyunu’ndan beslenir. Gençlik yıllarında zenne olarak sahneye çıkmış, kimi oyunlarına kumpanyadaki oyuncular için rol eklemeleri yapmış, edebiyat geleneğinden çok, tiyatro pratiğinden yola çıkarak eserler kaleme almış olan Müsahipzade’nin eserlerinde piyesin seyirlik niteliği ön plandadır.
Darülbedayi Dergisi’nde yayımlanan bir röportajında şöyle der  Musahipzade;
“   …eski adet ve an’aneleri itikatları teşhir etmek, eski yaşayış ve giyinme tarzını, harem ve selamlık hayatını olduğu gibi göstermek, velhasıl tarih, perdesi altında unutulmaya mahkum olan geçmiş varlığımızın güzel ve çirkin safhalarını sahnede canlandırmak istedim.”
Geleneksel forma yakın biçimde, olayların tek bir konu etrafında ilerlediği oyunlarında eski Osmanlı’nın gündelik yaşamı, bir fon olarak bulunmaz, gündelik ilişkileri, sosyal kurumları ve figürleriyle kurguyu o sınırlar içerisinde boyutlandırır da.
İstanbul Efendisi”nde çarşı esnafının gösterildiği sahne, Baş Kadı Savleti Efendi’yi  görev başında görmemizi sağlar ki, aynı zamanda çarşı, yoldan geçen ocak süpürücüsü, eskicisi, turşucusu da dahil olmak üzere,  Osmanlı’nın renkli, çok kültürlü yapısının bir kesit gibidir. Ermeni terzi Agop, Yahudi bakkal Yuvan, Rumelili nalbant Durmuş, Kastamonulu saka Bekir, bir Osmanlı çarşısından olduğu kadar, geleneksel Türk Tiyatrosu’nun  sahnesinden çıkma birer figür gibidirler. 
Daha sahnenin başında diğer esnaflar, Yuvan’ı dükkanının tertipsizliğiyle alakalı uyarır. Nitekim Savleti teftişe geldiğinde onu uyaran terzinin ve nalbantın eksiklerini görse de falakaya çektirdiği kişi Yuvan olur. Çarşı esnafının arasında Savleti gelmezden önce konuşulanlar, bir bakıma onun adaletli bir ceza verdiğinin ispatı gibi görünmekle beraber, esnafın birbirini uyarması, Savleti’nin avarız mütevellisini akmayan çeşmeden sorumlu tutması Lonca Teşkilatı’nın kendi kendine işleyen-ya da işlemesi gereken- ve kendini denetleyen sistemine bir göndermedir. Ancak, Musahipzade, Ortaylı’nın yazarın başka metinlerinden örneklerle de destekleyerek, ileri sürdüğü gibi Lonca Teşkilatı örgütlenmesinin savunucusu olsa dahi, bunu da sahnede idealize ederek göstermeyi seçmez.
Çarşı esnafı arasında her şeyi usulüne uygun yapan, sonradan Savleti’yle dünür olacak  Muhsin Efendi’nin, kuvvetle muhtemel İstanbullu oluşu. Patrona Halil isyanından sonra Hacı Mimi adıyla dolaşmaya başlayan Menteş’in de, falakaya çekilen Yuvan’ın da Yahudi olması sadece bir tesadüf müdür bilinmez. Ancak Musahipzade’nin sahnesinde geleneksel tiyatromuzun da vazgeçilmez figürleri olan yöresel özellikleriyle anılan tipler ve azınlıklar birer zenginlik olarak sahnedeki yerlerini alırlar.
İstanbul Efendisi Savleti Efendi, bugünden bakıldığında hem yargıç, hem belediye başkanı olmak dışında, kadıların donatıldığı çok sayıda idari yetkiye sahip bir “baş kadı” olarak,  hukuk ve idarenin kısacası devlet otoritesinin yerel düzeydeki temsilcisidir. Savleti'nin kullandığı dil ise , bugün okunduğunda hayli anlaşılmaz olmakla birlikte, Musahipzade’nin oyunu yazdığı dönem açısından da “eski” ve "yüksek"tir. Darülbedayi dergisi için kaleme aldığı kimi yazılarda kendisinin de benzer bir uslupla yazmayı tercih ettiği, oyunlarıyla alakalı kimi eleştirilerde gündelik lisana daha yakın durmasının telkin edildiği görülmektedir.
Her ne kadar kızına okuma yazma öğretmemiş, evleneceği kişiyi seçerken rızasını almamış olsa da,  kızına  ve beceriksizlikle suçlasa da oğluna karşı, çarşı esnafına tavrına benzer bir uslupla davrandığı görülmez. Savleti Efendi, her daim devlet göreviyle alakadardır ve dönemin koşulları dahilinde iyi bir kadı, kendi usulünce oğlunun eğitimiyle alakadar, kızını seven bir babadır. Nitekim, kişisel işlerinde batıl itikatlara, hurafelere göre davrandığı görülse de, devlet işlerinde bu biçimde davrandığı ya da herhangi bir gerekçeyle görevini kötüye kullandığı görülmez. Hurafeler kadar, Çengi Afet’in aşıklarla bir olup kurduğu tezgaha da kolaylıkla kanan İstanbul Efendisi’nin, iş esnafa, görevini ifa etmeye geldiğinde gözünden hiçbir şey kaçmaz. Gerek hanesinde gerek sokakta her adı geçtiğinde korkulan Savleti Efendi’nin Musahipzade’nin kalemiyle sahnede gösterilen en büyük zaafı ve kusuru, batıl itikatlara, hurafelere olan inancıdır. Buna karşın Musahipzade, Savleti Efendi’nin dinle ilişkisine dair tek bir cümle kurmamış görünür.  Ancak bugünden bakıldığında gerek kadılık sıfatı gerekse batıl inançları dolayısıyla Savleti’nin bir “yobaz”ın değil ama, dini inançlarının yerine batıl itikatları koyan bir adamın karikatürü olduğu söylenebilir.
Bir diğer figür Çengi Afet, oyunun eksen karakterlerini, dolayısıyla bir anlamda kutuplarını bir araya getiren ve meseleyi mutlu sona kavuşturan kişidir. Daha ilk sahnesine geçmiş günleri anmakla başlayan Afet, görmüş geçirmişliğiyle, sadece yeri geldiğinde Savleti Efendi’nin akıl danıştığı değil, Hacı  Mimi’nin de, Safi’nin ve Esma’nın da yardım istediği kişidir.  
Kendisi de cariye olan ama kıdeminden olsa gerek Afet’e yakın duran Feraset, Orta Oyunu’nun “bacı kalfa”(kayarto)sıdır, büyü yapma sahnesi ise Orta Oyunu’ndan Köy Seyirlik’lere,hatta aynı kaynaktan beslenen Türk sineması örneklerine kadar uzanan bir trüktür.
Emrinde çalışanları ya da yetiştirdikleri üzerinden otorite olması dışında, Savleti Efendi’yi alt eden kişi olması da Çengi Afet’i metnin bir anlamda İstanbul Efendisi’yle denk figürü yapar. Nitekim, bugünden bakıldığında köle ticareti yapan ya da Hacı Mimi’nin Ferhat Ağa’ya kurduğu tezgaha göz yummuş görünen (Ferhat Ağa, Menteş’in kendisine zorla halayık aldırmaktaki maksadını sahnede anlar, ancak Afet’e fazladan para ödediğini Handan’dan mı yoksa başka birinden mi öğrendiği açık değildir) Çengi Afet de, iş mesleğini icra etmeye geldiğinde, bir o kadar özenli ve aşıkları kavuşturmak için uğraş verecek kadar da iyi yüreklidir. Savleti’yi aklıyla alt eden Afet’in oyunu, aslında kimsenin zarar görmediği bir mutlu sonla bağlanır. Bu oyundan en zararlı çıkanlar Dilaram’ı elde etmek için kendince türlü şeyler yapan evin budala oğlu İrfan’la, Esma’ya mı servetine mi göz diktiği belli olmayan aslen Yahudi, şimdi hacı olan Böcek başı Menteş’tir. 
Kadı kızı Esma’nın  taliplisi ise, çarşı esnafı Muhsin Efendi’nin oğlu Safi Çelebi’dir. “Çıtkırıldım, nazik” bu çelebi gerçekten de saf bir delikanlıdır. Esma’nın Dilaram’ın yardımıyla kendisine verdiği şifreli adresten hiçbir şey anlamaz. “Tütüncü güzeli” diye namlanmış olsa da belli ki aşk konusunda pek tecrübeli değildir. Savleti Efendi’nn karşısında aşk uğruna belki de hayatında yaptığı en cür’etkar şeyi yapıp Afet’in kendisine öğretlediği oyunu oynar. Nitekim Esma da, cariyesi Dilaram’ın akıl hocalığı olmasa ona nasıl ulaşabileceğini bilemeyecek kadar “saf”tır.
İki aşk hikayesinin paralel yürüdüğü oyunun diğer aşıkları Dilaver ve Dilaram’dır. Kapı yoldaşı bu iki figür halk tiyatrosunun tanıdık  aşık hizmetlileridir. Savleti’nin Dilaver ve Esma’yı evlendirme kararı üzerine, aşık çiftlerin kaderi bir olur. Dilaver’le Dilaram’ın memleketleri kaçamayacakları kadar uzakta, dağların ardındadır; kavuşmaları gibi. Ama  nihayetinde onlar da mutlu sonun bir ayağı olur ve muratlarına ererler.
Musahipzade’nin oyunlarının batılı örnekler ya da batılı üslupla yazılmış tiyatro metinlerine kıyasla,  sağlam bir dolantı kurgusu, çok katmanlı bir yapısı olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Bir yandan  zamanından  konu ettiği döneme, o dönemden zamanına  kendi başına incelemelere konu olacak bir perspektif sunsa da, en üstte görünen ve hiç de azımsanmaması gereken kısmıyla bir  güldürü sunar. Hamasi söylemler, baht dönüşleri, doğru yolu bulan kötüler yoktur Musahipzade’nin sahnesinde. Bununla birlikte, batı tiyatrosunun sahne yapısına kendine, bize ait olan özgün malzemeyi getirir, geleneği, tarihi, müziği, dansı tiplemeleri, seyirlik bir oyunun içine serpiştirdiği eleştirisiyle, sahne üstündeki zenginliğini burada bulur.
.Çiftler kavuşur, alması gerekenler derslerini alır ve geçmiş zamanlardan kalma bir mutluluk fotoğrafı üstüne kapanır Musahipzade’nin perdesi.
KAYNAKLAR:
ORTAYLI, İlber, Siyasal Hikaye Türü Açısından Musahipzade Celal Bey Üzerine Bir Deneme(makale) TİYATRO 70, SAYI 12
ŞENER, Sevda Musahipzade Celal ve Tiyatrosu-  DTCF YAYINLARI 146 -TÜRK TARİH KURUMU BASIMEVİ
ŞÜKRÜ, Mehmet DARÜLBEDAYİ DERGİSİ-Celal Bey’le Konuştuklarım(röportaj)- 1931/sayı 31
TUNCAY, Murat- Musahipzade Celal Tiyatrosu’nda Osmanlı Tavrı- BOĞAZİÇİ ÜNV. YAY.
PEKMAN, Yavuz- Çağdaş Tiyatromuzda Geleneksellik- MİTOS BOYUT YAY
İSTANBUL EFENDİSİ
MÜSAHİPZADE CELAL

(Aşağıdaki metin özgün İstanbul Efendisi oyun metni değildir. Bu çalışma özgün metinden farklı kısaltmalar, yer değiştirmeler ve sadeleştirmeler içermektedir. Yalnızca İ.B. Şehir Tiyatroları “İstanbul Efendisi” ekibinin çalışma kolaylığı için oyunun yönetmeni tarafından düzenlenen metnin, çoğaltılmaması önemlidir.)
SAHNE1
( Köy kahvesi)
Osman : Merhaba Ömer.
Ömer : Merhaba Osman.
Hasan : Eee... muhtar seçimleri de yaklaşıvedi.
Salih : Hayırlısı.
Hasan : Hayırlısıyla yine bizim Halis Ağayı seçiveriz inşallah.
Tahir : Bu sefer de Tırmıkçı Hüseyin Ağayı seçelim deyom. Değişiklikte ferahlık vardır. Hele bir yol da onu deneyelim.
Osman : Dere geçerken at değiştirilimi len. Bu sıkıntılı günlerimizde muhtarı değiştirip de nedecek-siniz? Halis Ağa tecrübelidir; hökümette, vi­layette adamları vardır. (*)
Ömer : He ya. Kaymakamımız bile kendisine itibar
etmiştir.
(Ramazan girer, oturanları eliyle selamlar, oturur.)
Ramazan: Mera bayın Ahali
Topluca: Merhaba
Osman : Muhtarın vilayetteki, kasabadaki tanıdıkları çok işimize yarıveyo.
Ömer : Elbet. Bıldır, Kalak Rıza'nm kaynanası Benli
Nine kuyuya düşmüştü de, nasıl traktöre atıp hemencecik kasabaya yetiştirivemiştik.
Hasan : Yetiştirdik de ne oldu. "Acilimiz dolu, bekle­yin sabah pilikıliniğe getirin" diye yüz geri edivedilerdi.
Ömer : Polikılinik.
Tahir : Hani muhtarın tanıdıkları vardı hastanede?
Osman : Kasabada yok, vilayette var.
Ömer : Baktık olmuyo, attık traktöre Benli Nine'yi
ertesi gün yatsı okunuken vardık vilayetteki hastaneye.




<*) Yönetmen isterse belirli bir ölçüde diyalekt kullanılabilir: Örne­ğin, "muhtar" yerine "mıhtar", "hükümet" yerine "hökümat" denile­bilir. Oyun Devlet Tiyatrosu'nda 2002'de Ergun Uçucu tarafından sahneye konduğunda oyuncular Ege'nin Çine Şivesini kullanmışlardır.

Osman : Bir selam söyleyivedik bizim muhtardan hastaba­kıcılara, o saat yatırdılar acile.
Hasan : Hey koca Benli Nine hey. Neyine gerek senin buğday kuyusunun başına çömelmek. Az kalsın ölüverecekti. Sahi niye düşmüştü bu kuyuya?
Salih: O sabah önünden kara kedi geçmiş. O da hiç bir tedbirini almamış. Basireti bağlanmış işte.
Osman: Yok ondan değil. Bir gün önce çarşambaymış. Bu da tutmuş çamaşır ıslamış. O yüzden düş­müş. Ben şu kadarcıktan beri anam derdi: "Çarşamba günleri çamaşır ıslayan iflah olmaz" deye
Hasan: Doğru söyleyivemiş büyükler. Bir, çarşamba ça­maşır ıslayanın, bir de perşembeleri peştemel asanın başından dert eksik olmaz. Ben bunu bilir bunu söylerim.
(Herkes kulağını çekip tahtaya vurur. Muhtar Halis Ağa girer, oturanları eliyle selamlar, oturur.)
Hasan: Hoş geldin Halisağa
Muhtar: Hoş gördük akedeşler. Rüstem hele bir çayları tazele.
Salih: Eee muhtar, seçim yaklaşıyor.
Muhtar: Daha 4 ay vadır Salih ağa
Ramazan: tırmıkçı Hüseyin ağa da aday oluvecekmiş. Seçilirsem yolu asfaltlayacağım, bir de çakıllı de reye köprü yaptıracağım deyomuş.
Muhtar : Ne var ki bunda yeğenim. Onu herbikes yapar.Hökümet bile yapar. Benim başka görüşlerim var.
Salih : Ne gibi?
Muhtar : Seçimden önce ve de sonra yepyeni icraatla­rım olecek. Kimsenin aklına gelmeyen bazı ihtiyaçlarımızı tedarik edecem.
Hasan : Ne gibi?
(Rüstem çayları getirir, dağıtır, oturur.)
Muhtar : Köyümüzün delisi eksiktir akedeşler.
Herkes : Haydahhh!
falih : Ne lüzumu var şimdi muhtar?
Muhtar : Komşu köylere bakın hele; hepiciğinin bir tane delisi var. Aşağı Çavuldur'da deli Mahmut var; kırıp geçiriyor milleti vallaha. Yukarı Cabbarlı'da Mestçi Memet var. Aşağı Cab-barlı'da Deli Davut. Dodurga'da desen Deli Hüsnü. Köyün meydanına toplaşıveriyoler, bun­lar söylüyo, köylü gülüyo; bunlar söylüyo, köylü gülüyo. Televizyon yanlarında halt etmiş akedeşler. Hem bizim onardan neyimiz eksik.
Hasan : Doğru dedin muhtar vallaha. Dün Cabbarlı'ya gitmiştim. Mestçi Memet, sabah akşam köy­de "Kuşlarım nerde? Kuşlarım nerde?" diye dolanıp duruyo. Biri karşısına geçip "Mestçi Memet kuşların nerde?" dedi mi de öfkeden köpürüveriyo, sövüp sayıyo. Millet de gülmek­ten ölüyo.
Ömer : Aşağı Çavuldur'daki Deli Mahmut daha ko­medi. Karşısına geçip "Mahmut saat kaç?" dedin mi, küfürü yedin. Bi sövüyo, bi sövü­yo, deme gitsin. O kızıp sövdükçe de millet gülmekten yerlere yatıyor.
Hasan,
Osman,
Ramazan: Heya.
Muhtar: İşte malumunuz üzere, her köyün bir delisi var akedeşler . Bizim köyde niye olmasın. Yukarı Çavuldur'un nesi eskik?
Salih,
Ömer,
Rüstem: Heya.
Muhtar: Yalnız köylük yerde değil, kasabada da var. Geçende Ankara'ya gitmiştim. Ankara da deli dolu. Ulus'ta neyim büyük çarşılar var. Her çarşının bir delisi var. Sonra kıyamet gibi mahalle var; her mahallenin de bir tane delisi var. Delisiz tek mahalle yok.
Rüstem: Merkez hökümet tabi, delisi de tamam olur.
Ramazan: Ben askerliğimi Balıkesir'de yapmıştım. Ba­lıkesir'in delileri meşhurdur. Çifter çifter ge­zerler caddede. Hepiciği de kuvvetlidir.
Muhtar: Çevre yanımıza bakın, delisi olmayan tek köy bizimki. Bizim delimiz niye olmasın akedeşler? Aşağı Çavuldur'dan neyimiz eskik?
Ömer: Doğru vallaha. Bir delisi olsa köyümüzün, hiç fena olmaz. Şöyle bi güzel güldürür bizi. Köy meydanında toplaşır sitires atardık.
Salih: Giydirip kuşandırırdık zavallıyı. Soğuk kış gecelerinde kahvede sobanın basma çökerdi garibim. Sevaba girerdik köycek
Rüstem: Yedirip içirirdik. Sonra iki de şaplak atar en­sesine, ne güzel eğlenirdik.
Hasan: Deliye şaplak atılmaz aslanım; günahtır. Bun­ların hepiciği mübarek adamlardır.
Rüstem: Nasıl yani?
Hasan: Demem o ki, kalbi temiz, mübarek adamlardır deli kısmisi. Cabbarlı'nın Mestçi Memet'ini duymadınız mı? Bıldır, hacıya gidenlere "be­ni de götürün" diye çok yalvarmış, götürme­mişler. Neyse lafı uzatmayalım, köylü gidivemiş o Hicaz'a; bir de ne görsünler, Mestçi Memet hepsinden önce vamış oraya. Tam karşılarında duruyo.
Herkes: Bak sen bak!
Ramazan: Davut için de duymuştum. Kuzu yıkımaya gidilecek: börekler, dürümler, tatlılar... Bin­mişler traktöre, bunu almamışlar. İkinci trak­törle arkadan gelsin demişler. Bir de varmışlar ki yaylaya, pınarın başında duruyor bu. Nasıl gelmiş, ne zaman gelmiş? Akıl, sır ermez.
Osman: Öyle, öyle... Temiz adamlardır bunlar. Gülmek mülmek olur da kalplerini kırmaya gelmez.
Muhtar: Her neyse akedeşler; herkeste var, bizde yok. Köyümüze de gerekli.
Rüstem: İyi de muhtar, deliyi nereden bulacağız? Şü­kür cümlemizin aklı yerinde.
Muhtar: Siz o işi bana bırakın ağalar. Seçimden önce size son bi hizmetim olsun. Gerekirse gaze­teye ilan veririz.
Hepsi: Neee?
Muhtar: Gece her şeyi düşünüvedim. Siz o işi bana bıra­kın. Veririz ilanımızı, buluruz bir tane. Üs­tünü, başını, maaşını tedarik ettik mi, oh, bundan iyi iş mi bulacak.
Tahir: Gazeteye ilan verince, iş resmiyete dökülür. Sonra vergisi, sigortası falan lazım olur.
Osman: Sigortaya ne gerek var. Şehirde kim sigortalı çalışıyor ki? İş, adamı razı etmekte.
Tahir: Canım sigortasız olur mu, adam deli mi?
Herkes: Tabi deli, deli olduğu için tutuyoruz.
Hasan: Yedirir, içiririz, askeri ücretini de verdik mi, bütün deliler koşar gelir.
Muhtar: Asgari ücret.
HasaN: He, işte ondan.
Salih: Vallaha muhtar, bu iş benim aklıma yattı.
Hasan: Hadi hayırlısı
(ahali muhtarı omuzlara alır En byük muhtar bizim muhtar sesleri arasında perde kapanır)


Sahne2

( köşede Arzuhalci yazısının altında masa, üzerinde daktilo, yanında ayaklı şemsiye. Arzuhalci oturmaktadır)

Arzuhalci: Ta şehirden buraya kadar geldim umarım önemli bir şeydir.
Rüstem: Önemli önemli; hah işte muhtar da geldi.
( Muhtar sahneye ıslık çalarak gelir)
Arzuhalci:İyi günler
Muhtar : Selamunaleyküm…Nasılsınız iyi misiniz, iyi misiniz hoş musunuz,saatiniz kaç çoluk çocuk nasıl baban nasıl,….. bitti.
Arzuhalci: Buyurun oturun
Muhtar: Estafullah sen otur
Arzuhalci: oturun beyefendi
Muhtar: ayp olur önce sen otur
Arzuhalci: Manyak mısın kardeşim oturuyorum ya
Muhtar: Ha… iyi öyleyse oturayım…
Arzuhalci: Umarım önemli bir şey için çağırmışsınızdır beni.
Muhtar: Önemli, önemli… Arzuhalci: Hanım Köyümüze aklı başında helal süt emmiş bir deli arınıyor?
Arzuhalci: Hıııı. Anlayamadım bir daha söyler misiniz?
Muhtar: Anlayamayacak ne var ki bunda deli aranıyor ! Yav köye deli aranıyor Deli - deli
Arzuhalci: köye deli aranıyor
Muhtar: Evet
Arzuhalci: İyi misiniz?
Muhtar: İyiyim iyi
Arzuhalci: Beyefendi bi Dakka tam anlayamadım bi daha söyler misiniz?
Muhtar: Allah Allah deli aranıyor deli deli
Arzuhalci: bakın ben buraya bunun için mi geldim?
Muhtar:Niye zoruna mı gitti?
Arzuhalci: yıllardır arzuhalcilik yapıyorum böyle şey görmedim. Gazete ilanıyla deli gelmez.
Muhtar: Kısmetse gelir. Sen hele bi yaz.Delilerin dikkatine Köyümüze askeri ücretle çalışıvecek (muhtar bu arada ayakkabısını çıkarır. Çorabı deliktir. Ayağıyla oynamaya başlar) Aklı başında helal süt emmiş bir deli arınıyor. İmza muhtar Muh-tar
Arzuhalci: Askeri ücretle deli gelmez ki
Muhtar: Aklı başındaysa gelir.
Arzuhalci: Beyefendi lütfen ayakkabınızı giyer misiniz?
Muhtar: çok konuşma bak ötekini de çıkarırım. Yazdın mı ilanı:
Arzuhalci:.Bana bak kamera şakası falan değil demi bu
Muhtar: ne kamera şakası canım. ( Muhtar labali bir şekilde arzuhalcinin omzunu vurur) bakarsınız adet olur herkes ilan vermeye başlar.
Arzuhalci: Hadi hayırlısı yazalım bakalım
Sahne 3
Ömer: Nerede kaldı bunlar?
Ramazan: Keşke yanında biz de gitseydik.
Ömer : Yahu Ramazan, iste misin yolda gelirken muhtarın elinden kaçıvesin?
Ramazan : Bak bunu düşünmediydik.
Remzi : Kim kaçsın Ömer ağabey?
Ömer : Deliyi diyorum. Yolda elinden kaçırırsa bunu
muhtar, yandık.
Ramazan : O kadar para boşa gider valla.
Remzi : Hangi para?
Ömer : Lan Remzi, öyle salak salak sorma? Haberin yok mu senin aslanım? Baban kiralık deli bulmaya getti şehre.
Ramazan : Sinirlenme Ömer. Bunun kafası futboldan başka şeye işlemez.
Ömer : Öyle vallaha. Futbol sor, pirofesör.
Remzi : Babam şimdi deli mi getirecek?
Ramazan : Öyle, bekliyoruz.
Remzi : Çok iyi. Haftaya Aşağı Cabbarlı ile maçımız var. Hakem yaparız.
Ömer : Kimi?
Remzi : Deliyi.
Ramazan : Ona mı kaldı hakemlik?
Remzi : Ne yapalım. Kimse olmak istemiyor. Rıza geçen hafta tövbe etti; bir daha hakem olmayacak.
Ömer : Olmaz tabi aslanım; maç boyunca adamı sürekli dövüyorsunuz.
Remzi: Yahu Ömer Abi, o da çok saçmalıyor. Son maçta topa el vurduk diye, iki penaltı üst üste verdi.
Ramazan: Niye?
Remzi: Televizyonda basket maçı izlemiş. Orda ceza atışları çift oluyor diye, bu da penaltıları çift veriyor. Biz de tabi bastık tokadı.
Ramazan: Lan Remzi sendeki bu boyu görünce Rıza seni basketçi sanmıştır.
Hasan: Nerede kaldı bunlar?
Ömer: Yolda elinden kaçırır deye korkuveyom.
Salih: Kaçırır mı canım. İple neyim bağlamıştır herhal.
Ramazan: Hata ettik. Biz bunu sigorta ettirecektik. Yangına, depreme, kaçmaya karşı.
Rüstem: Keşke muhtarın yanında biz de gideydik.
Tahir: Şehirden deli meli gelmez. Uyutuyor sizi muhtar.
Hasan: Muhalefet yapma Tahir.
Tahir: Hiç aklım kesmiyo, göreceğiz bakalım.
Osman: Komşu köylere de söyleyip durduk, şehirden deli getirecez deye. Gelmezse tefe koyarlar bizi.
Salih: Gelir, gelir, işini bilir mıhtar.

Biri : Geliyorlar, geliyorlar...
Hasan, Osman : Oh çok şükür.
(Muhtar ve Deli Hamdi girerler.)
Fadime : Koşun kadınlar delimiz geldi.
Hatice : Vah yavrum, adım atacak hali yok. Nasıl da sarsak yürüyor.
(Hamdi, bitkin bir şekilde valizin üstüne çöker.)
Kadınlar : Vah yavrum vah.
Fadime : Yarabbi, sen aklımıza mukayyet ol.
Hasan : Yarabbi, sen aklımızı alma.
Çocuklar : Deli deli tepeli Kulakları küpeli



Hasan
Helal sana muhtar, vallaha iyi becerdin.
Muhtar
Sayenizde akedeşler.
Osman
İcraat dediğin böyle olur.
Ömer
Adı ne bunun?
Muhtar
Deli Hamdi.
Ömer
N'aber lan Deli Hamdi! Heh, heh, heh...
Rüstem
Yahu bu deli pek suskun. (Hamdi'nin başlığın kapıp havaya atar.) Heh, heh, heh...
(Çocuklar Hamdi'nin başlığını kapıp kaçışırlar. Hamdı peşlerine ; düşer, başlığını yakalamaya çalışırken)
Hamdi : Verin lan başlığımı piç kuruları.
Fadime : Abovvv! Ne güzel konuştu.
Salih : Hay maşallah, deli dediğin böyle olur.
Osman : Helal olsun muhtar, ne güzel sövdü çocuklara.
Muhtar : Sayenizde akedeşler.
(öğretmen ve imam girerler.)
hasan : (Hamdi'yi öğretmene ve imama tanıştırarak) Yeni delimiz.
Öğretmen: Merhaba çocuğum.
Hamdi : Merhaba hocam.
İmam : Selamünaleyküm evladım. (Yavaş sesle) Sen sakla Yarabbi.
hamdi: Selamünaleyküm hocam.
Hasan: Öp len bakayım öğretmenin, imam efendinin ellerini.
Hamdi: Öpeyim hocam (öper).
İmam : Maşallah, pek de akıllıymış, el öpenin çok
Olsun evladım.
Hamdi : (Salih'e) Hocam çocuklar başlığımı kaptılar; söylesen de verseler.
Salih: Getirin lan Deli Hamdi'nin başlığını. Başka işiniz yok mu sizin. Gidin oynayın.
Hamdi: Sağol hocam.
İmam : (Hasan'a yavaşça) Yahu Hasan Ağa, bu herkese "hocam" diyor.
Hasan : Deli aklı hoca efendi, kusuruna bakma.
Öğretmen : (Muhtara) Okuması var mı bunun? Bir özel sınıf açalım okulda.
Hamdi : Ne okul mu! Ben okula gitmem, ben okula gitmem.
Hasan : Her bi şeyden önce, yatacağı yeri neyim belletsek. Gariptir, yer yordam bilmez.
Öğretmen : Okulun bahçesinde Atatürk büstünün kaidesine iki direk bir çaput koyarız orda yatar bu gece. Ben pencereden arada bakarım.
İmam : Yok öğretmen bey, okulun bahçesinde olmaz. Caminin duvarına iki çubuk dayar, üstüne de bir çuval atarız altında bir güzel uyur.
Hamdi : Ne, açıkta mı yatacağım ben ağalar?
Herkes : He ya elbet.
Hamdi : Açıkta olmaz ağalar; hava buz gibi. Donarım valla.
Salih : Hiçbir şey olmaz; deli kısmısı donmaz.
Osman : Komşu köylerdeki bütün deliler gece dışarda yatar. Kimi caminin avlusunda, kimi kahvenin damında, herkes meşrebine göre.
Hamdi : (Kendi kendine) Aman yarabbim; donduracak bunlar beni. (Yüksek sesle) Yakında kar yağacak ağalar, açıkta yatılır mı?
Ramazan : Sırtına çul neyim veririz deli kardaş; hiç delimizi karın altında çıplak bırakır mıyız?
salih : Benim eski ceketi verdim gitti. Bir güzel sarınır, sıcacık yatarsın cami avlusunda.
Hamdi : Açıkta uyumaya uyurum da ağalar, sizin için iyi olmaz.
muhtar : O neden yeğenim?
Hamdi : Ağalar, gece bana gelirler.
Herkes : Nee?
Hamdi : Gece bana gelirler.
İmam : Kim gelir?
Hasan : Kimler gelirler?
Hamdi : (Parmağını dudağına götürerek) Hişt. Anlayın işte, onlar; iyi saatte olsunlar gelirler.
Hasan: Tövbe, tövbe bismillah.
Herkes: Tövbe, tövbe...Hamdi : Geceleri bana iyi saatte olsunlar gelirler. Oturur konuşuruz, güreşiriz... İşte artık onlarla benim aramda. Şimdi açıkta, meydanda ya tarsam, bi gören olur, korkar, çarpılır, ne bileyim başına türlü işler gelir.
Kadınlar: Tövbe, tövbe; tövbe, tövbe...
Hamdi: İşte bundan dolayı beni açıkta yatırmayın. Kapalı bir odada yatayım da gelenim gidenim -iyi saatte olsunlar- sizi rahatsız etmesin. Bir açıkta yatsam, cin taifesinin gidip geldiği bir görülse, kadınlar, çocuklar, vallaha hep perişan olurlar.
Hasan: Bu doğru söylüyor muhtar. Açıkta yatacak olsa, kadınlar, çocuklar korkudan telef olur. İyisi mi biz buna kapalı bir yer tedarik edelim.
İmam: doğru doğru açıkta olmaz
Herkes: Açıkta olmaz
Muhtar: Bakkalın yanında tek göz oda var.delimizi oraya yerleştiriverelim.Bir de tezek sobası artık bildiği gibi oturuversin
Hepsi: En büyük muhtar bizim muhtar