30 Haziran 2015 Salı

GİRDAP

GİRDAP
Humayun kendi kendine mırıldanıyordu:
Doğru mu acaba?...Mümkün mü acaba?...O kadar genç yaşta,orada Şah Abdulazim
mezarlığında,binlerce ölünün arasında,nemli ve soğuk toprağın altına yatmış!..Kefeni
tenine yapışmış! Artık ne baharın gelişini görür,ne güzün sonunu, ne de bugünkü gibi
boğucu ve gam dolu günleri!..Acaba gözünün parlaklığı ve sesinin ahengi tamamen,
kaybolmuş mudur? Halbuki o ne kadar güleçti! Ne esprili sözler ediyordu!..”
Hava kapalıydı.Camlar hafifçe buharlanmıştı.Çatıdan,üstü kar tutmuş komşu
evi görülüyordu.Kar tanecikleri ağır ağır ve düzenli olarak havada dönüyorlar ve saçaklara
konuşuyorlardı.Bacadan,gri gökyüzünde döne döne yükselip yavaş yavaş kaybolan koyu
bir duman çıkıyordu.
Humayun,genç karısı ve küçük kızı Homa sade döşenmiş odalarında sobanın
karşısına oturmuşlardı.Fakat her Cuma günü bu odada gülüş ve sevinç hakim olduğu
halde,bugün hepsi üzgün ve suskundu.Hatta meclisi şenlendiren küçük kızları bugün
taşbebeğini suratı asık bir şekilde yanına koymuş,şaşkın şaşkın dışarıya bakıyordu.
sanki o da ortada bir eksiklik olduğunu anlamıştı.O eksiklik,her zamanın tersine eve
gelmeyen amcası Behram’dı. Bu yüzden annesiyle babasının üzgün olduklarını hissediyordu.
Siyah giysi,uykusuzluktan al çanak kan oturmuş gözler ve havada dalgalanan sigara
dumanı.Bütün bunlar da onun düşüncesini teyit ediyordu.
Humayun, dalgın dalgın sobadaki ateşe bakıyordu ama aklı başka yerdeydi.
Elinde olmadan okuldaki kış günlerini hatırlamıştı.Bugünkü gibi yer bir karış kar tuttuğu
zaman,teneffüs zili çalınca o ve Behram önce davranırlardı.Böyle zamanlarda hep aynı
oyunu oynarlardı.Büyük bir yığın haline gelene kadar bir kartopunu yuvarlarlardı.
sonra çocuklar iki bölük olur,kar yığınını siper alarak kar topu oynamaya başlarlardı.
soğuğu hissetmeden,soğuktan acıyıp kızarmış ellerle birbirlerine kar topu atarlardı.
Yine bir gün oyun oynarlarken bir avuç sulu karı avcunda sıkıştırarak Behram’a atmış
ve alnını yarmıştı.Müdür muavini gelip avucuna birkaç defa sertçe sopa vurmuştu.
Belki de Behram’la dostluğu oracıkta başlamıştı ve son zamanlara kadar alnındaki yara
izini gördükçe avuçlarını hatırlıyordu. Geçen on sekiz yıl boyunca ruh ve düşünceleri
birbirine yaklaşmıştı.Öyle ki çok gizli düşünce ve duygularını bile birbirlerine açmadan
edemiyorlardı.İkisi de hemen hemen aynı düşünce ve ahlaka sahipti.Şimdiye kadar
aralarında en küçük bir görüş ayrılığı ya da dargınlık olmamıştı.
Ancak önceki gün sabahleyin Humayun dairede iken “Behram Mirza intihar etmiş”
diye telefon ettiler.Humayun hemen bir arabaya atlayıp Behram’ın yanına gitti.Üstüne
örtülmüş ve bir tarafı kan lekesi olmuş beyaz örtüyü yavaşça kaldırdı.Kanlı kirpikleri
yastığa akmış beyni,halıdaki kan lekeleri,yakınlarının feryat figanı onu şoka soktu.
Behram’ın toprağa verildiği gurup vaktine kadar tabutunun başından ayrılmadı.
Bir demet çiçek ısmarladı.Getirdiler.Çiçeği kabrinin üstüne koydu.Son defa vedalaştıktan
sonra yüreği kalkmış bir vaziyette eve döndü.Fakat o günden sonra bir dakika olsun
huzuru kalmamıştı.Gözüne uyku girmemiş,şakakları ağarmaya başlamıştı.Önünde
bir paket sigara duruyordu.Sigaranın birini yakıp birini söndürüyordu.
Humayun ilk kez ölüm ve mezar meselesi hakkında derin derin düşünüyordu.
Fakat bir türlü aklı almıyordu.Hiçbir inanç ve varsayım onu ikna edemiyordu.Şaşırıp
kalmıştı.Ne yapacağını bilmiyordu.Bazen kendisinde delilik halleri görülüyordu.
ne kadar unutmaya çalışsa da bir türlü unutamıyordu.Dostlukları okulda başlamış ve
senli benli olmuşlardı.Birbirinin sevinç ve üzüntülerine ortaktılar.Ne zaman dönüp de
Behram’ın resmine bakacak olsa bütün eski anılar gözünde canlanıyor,onu görüyordu.
sarı bıyığı,aralıklı gözleri,küçük ağzı,ince çenesi,yüksek sesle gülüşü ve boğazını
temizlemesi,hepsi gözünün önündeydi.Onun ölümüne ,hem de bu kadar ani ölümüne
bir türlü inanamıyordu.Behram onun için ne fedakarlıklarda bulunmamıştı ki...Göreve
gittiği üç yıl boyunca evinin bakımını Behram üstlenmişti.Karısı Bedri’ye göre evden
kuş sütünü bile eksik etmemişti.
Şimdi Humayun hayatın yükünü omuzlarında hissediyor ve geçip giden günlere
üzülüyordu.Çünkü büyük bir içtenlikle bu odada bir araya gelip tavla oynuyorlardı.
saatlerin nasıl geçtiğini anlamıyorlardı.Fakat her şeyden çok ona azap veren şey şu
düşünceydi:Onunla yürekleri bir,inançları bir olduğu halde,nasıl oldu da Behram
intihar kararını ona açmadı?Sebep neydi? Delirmiş miydi,ya da bir aile sırrı mı söz
konusuydu? İşte bunu kendine sorup duruyordu.Sonunda aklına bir şey gelmiş gibi
karısı Bedri’ye dönerek:
Sen ne dersin? Behram’ın bu işi niçin yaptığını biliyor musun?”diye sordu.
Dikiş dikmekle meşgul olan Bedri başını kaldırıp,bu soruyu beklemiyormuşçasına,
isteksizlikle:
Ben nereden bileyim? Sana söylememiş miydi?”dedi.
Hayır...Öyle sordum işte..Ben de buna şaşıyorum.Seyahatten döndüğümde değiştiğini
hissettim.Fakat bana bir şey demedi.Bu tutukluğunun idari işlerden dolayı olduğunu
sandım..Çünkü idari işler onu bezdiriyordu..Defalarca söylemişti bana...Ama hiçbir
konuyu benden saklamazdı...”
Allah rahmet eylesin.Ne kadar zinde ve neşeliydi! Ondan böyle bir şey beklenmezdi!”
Hayır, öyle görünüyordu...Kimi zaman çok değişiyordu..Çooook.Yalnız kaldığı zaman
bir gün odasına girdiğim zaman onu tanıyamadım.Başını ellerinin arasına almış düşünüyordu.Beni görür görmez afalladı.Beni yanıltmak için güldü ve her zamanki şakalarını yaptı.iyi bir oyuncuydu.”
Belki de sana söylerse,üzüleceğinden korktuğu bir şey vardı?Seni düşünmüştür.
Ama ne olursa olsun ,sen kadınsın ve çocuğun var.Yaşamak zorundasın. Ama o..”
İntiharın önemi yokmuş gibi başını anlamlı anlamlı salladı.Sessizlik yeniden
onları düşünceye itti.Fakat Humayun karısının sözlerini yapmacık ve geciştirmeye
yönelik olduğunu sezdi.Sekiz yıl önce kocasına tapan ve aşk hakkında güzel düşünceleri
olan bu kadının şimdi gözünün önünden perde kalkmışçasına Behram’ın anıları
karşısında teselli verişi Humayun’un ondan nefret etmesine neden oldu.Karısında bezdi.
Şimdi maddeci,akılcı,dünya malı ve düşüncesinde olan,üzülmek istemeyen bir kadındı.
ileri sürdüğü delil,Behram’ın karısı ve çocuğunun olmamasıydı.Ne tuhaf düşünce!
kendisini bu ortak zevkten mahrum ettiği için,onun ölümüne üzülmüyor.Acaba çocuğunun
dünyadaki değeri,arkadaşından daha mı fazla?Asla! Acaba Behram üzülmeye değmez
miydi?Dünyada onun gibi birini bulacak mıydı acaba?
O ölsün de şu doksa yaşındaki moruk Seyyid Hanım yaşasın! Bugün karda tipide
çınar dibinden bastonunu vura vura gelmişti ve ölü helvası yemek için Behram’ın
evini arıyordu.Bu Allah’ın işidir.Karısına kalırsa,normal.Günün birinde karısı Bedri’de
şu Seyyid Hanım gibi olacak.Daha şimdiden huyu,gözlerinin hali ve sesi değişti.
Sabah erkenden daireye giderken o uyuyor.Gözlerinin altı kırışmış,tazeliğini yitirmiş.
mutlaka Bedri’de ona karşı aynı duyguyu hissediyor olmalı.Kim bilir?Acaba kendisi de
değişmedi mi? O eski sevecen,itaatkar ve güzel Humayun mu?Acaba karısını aldatmamış mı?
Ama neden bu düşüncelere kapılmıştı?Uykusuzluktan mı,yoksa dostunun hüzünlü
anısından mıydı?
Bu sırada kapı açıldı ve dişiyle örtüsünün ucunu sıkıştırmış olan hizmetçi büyükçe,
parlak bir kağıt getirerek Humayun’a verdi ve dışarı çıktı.
Humayun zarfın üstündeki kısa ve kesik kesik yazıyı,Behram’ın el yazısını tanıdı.
aceleyle bir kenarından zarfı açtı ve içinden çıkan kağıdı okudu:
Şimdi 13 Mihr 1311.Gece yarısı saat bir buçuk.Ben Behram Mirza-yı Erjenpur
kendi rızamla bütün mal varlığımı Homa Mahaferid Hanıma bağışladım.BehramErjenpur”
Humayun bir kez daha hayretle mektubu okudu.Donup kaldı.Kağıt elinden düştü.
Göz ucuyla ona bakan Bedri sordu:
Kimin mektubuydu?”
Behram’ın”
Ne yazmış?”
Biliyor musun? Bütün mal varlığını Homa’ya bağışlamış!”
Ne ince adam!”
bu içtenlikle karşılık şaşkınlık ifadesi Humayun’un karısından daha da nefret etmesine
sebep oldu.Fakat elinde olmadan Behram’ın resmine gözü ilişti.Sonra dönüp Homa’ya
baktı.Ansızın aklına bir şey gelerek ürperdi.Sanki gözünün önünden bir perde daha
kalkmıştı.Kızı Homa tıpatıp Behram’a benziyordu.Ne kendisine ne de annesine çekmişti.
onlardan hiç birinin gözü siyah değildi.Küçük ağzı,ince çenesi,hemen hemen bütün
yüz hatları Behram’a benziyordu.
Şimdi Humayun,Behram’ın Homa’yı neden bu kadar sevdiğini ve ölmeden önce
bütün varlığını ona bağışladığını anlamıştı.Acaba o kadar sevdiği bu çocuk,karısıyla
Behram’ın yasak ilişkilerinin sonucu muydu? Hem de can dostu olan ve kendisine
son derece güvenilen bir arkadaşın! Karısı ,onun yokluğunda Behram’la sıkı fıkı olmuş
ve bütün bu süre zarfında onu aldatmış,rezil etmiş!Şimdi de,ölümünden sonra verilmek
üzere bu vasiyetnameyi,bu küfürü yazmış! Hayır,olanları kendisiyle bağdaştıramıyordu.
Bu düşünceler yıldırım hızıyla aklından geçti.Başağrısı tuttu,yanakları soğudu.Bedri’ye
alevli gözlerle bakarak:
Sen ne dersin ha? Niye yapmış Behram bu işi? Kız kardeşi,erkek kardeşi yok muydu”dedi.
Eskiden beri bu çocuğu severdi.Sen Bendergez’de iken Homa kızamık oldu.
Bu adam on gün on gece başucunda durdu.Allah rahmet eylesin.”
Humayun,sinirlenerek:
Hayır,bu kadar da basit değil..”dedi.
Nasıl bu kadar da basit değil? Herkes senin gibi üç yıl karısını çocuğunu bırakıp
gidecek kadar ilgisiz değildir.Hem suçlu hem de güçlü.Döndüğün vakit bir çorap bile
getirmedin bana.Çam sakızı çoban armağanı.Çocuğunu,seni sevdiği için sevdi.Yoksa
Homa’nın aşığı değildi.Bu çocuğu göz bebeğinden daha çok sevdiğini görmüyor muydun?”
Hayır,bana doğruyu söylemiyorsun.”
Ne söylememi istiyorsun? Anlamıyorum!”
Anlamazlıktan geliyorsun.”
Ne demek yani? Biri intihar etmiş,malını bağışlamış.Hesap mı vereceğim?”
Senin bilmen gerektiğini biliyorum.”
Bana bak.Kinayeli sözlere aklım ermez benim.Git tedavi ol.Aklın karışmış senin.
Benden ne istiyorsun?”
Bilmiyor muyum sanıyorsun?”
O halde neden soruyorsun bana?”
Humayun sabırsızlıkla bağırdı:
Yeter!yeter! Rezil ettin beni!”
Sonra Behram’ın vasiyetnamesini alıp buruşturdu ve sobaya attı.Vasiyetname
tutuşup kül oldu.
Bedri elindeki mor bezi fırlatıp kalktı ve :
Bana inat olsun diye mi yaptın bunu? Kendi çocuğuna reva görmüyor musun?”dedi.
Humayun kalktı.Masaya yaslanarak alaycı bir ifadeyle:
Benim çocuğum,benim çocuğum.Peki niçin Behram’a benziyor?”dedi.
dirseğiyle Behram’ın resminin bulunduğu işlemeli çerçeveye vurdu.Çerçeve yere düştü.
o ana kadar üzülen çocuk ağlamaya başladı.Bedri,rengi uçmuş bir halde ve tehditkar
bir sesle:
Maksadın ne senin?Ne demek istiyorsun?dedi.
Sekiz yıldır beni aldattığını ve rezil ettiğini söylemek istiyorum.Sekiz yıldır alda-
tıyordun beni,değil mi kadın?”
Bana mı,kızıma mı?”
Humayun sinirli bir gülüşle resim çerçevesini gösterdi ve nefes nefese:
Evet senin kızın...Senin kızın.Al da bak.Demek istiyorum ki,artık gözüm açıldı.Neden
bağışladığını,neden şefkatli bir baba olduğunu anladım.Ama sana göre sekiz yıldır...”
Sekiz yıldır senin evindeydim.Her türlü rezilliği çektim.Senin felaketine katlandım.
üç yıl yoktun,evine baktım.Sonra da Bendergez ‘de bir Rus yosmasına aşık olduğun
haberi geldi.Şimdi de bana bunu yapıyorsun.Bahane bulamıyor.”Çocuğum Behram’a
benziyor”diyorsun.Ama artık dayanamam.Bir dakika bile kalamam bu evde.Gel canım..
gel,gidelim.”
Homa korkuya kapılmış hali ve uçuk rengiyle titriyor,annesi ile babası arasındaki
bu tuhaf ve görülmemiş kavgayı seyrediyordu.Ağlayarak annesinin eteğini tuttu.İkisi
birlikte kapıya doğru gittiler.Bedri,kapının yanında,anahtar destesini cebinden çıkarıp
fırlattı.Anahtarlar Humayun’un ayağının önüne düştü.
Homa’nın ağlayışı ve ayak sesleri koridorda kesilmeye başladı.On dakika sonra
karda tipide onları götüren faytonun tekerleklerinin sesi duyuldu.Humayun hayretten
donup kalmıştı.Başını kaldırmaktan korkuyor,bu olayların doğru olduğuna inanmak
istemiyordu.Kendi kendine deli mi olduğunu ya da korkunç bir kabus mu gördüğünü
soruyordu.Fakat aşikar olan şey,bundan böyle bu ev ve hayatın onun için dayanılmaz
olmasıydı.Artık o kadar çok sevdiği kızı Homa’yı göremeyecek,onu öpüp okşayamaya-
caktı.Arkadaşının anısı kirlenmişti.Hepsinden kötüsü,karısı sekiz yıldır,tek dostu ile
ilişki kurmuş ve aile ocağını bulandırmıştı.Gizlice!habersizce! İkisi de iyi oyunculardı.
yalnız o aldanmış,ona gülmüşlerdi.Bütün hayatından nefret etti.Her şeyden,herkesten
bezmişti.Kendisini son derece yabancı ve yalnız hissetti.Uzak şehirlerden veya güney
limanlarından birine gidip hayatının kalan kısmını orada geçirmek ya da intihar etmekten
başka seçeneği yoktu.Hiç kimsenin görmeyeceği bir yere gitmek,kimsenin sesini duymamak
bir çukurda yatıp,bir daha uyanmamaktan başka yolu yoktu.Çünkü ilk kez,etrafında
bulunanlarla kendisi arasında şimdiye kadar fark etmediği korkunç bir uçurum
bulunduğunu anlamıştı.
Bir sigara yaktı.Odada uzunlamasına birkaç adım attı.Tekrar masaya yaslandı.
dışarıda düzenli,ağır ağır ve aldırmadan yağan kar taneleri,sanki gizemli bir musiki
ahengiyle havada dans ediyorlar ve saçaklara konuyorlardı.Gayri ihtiyari,anne ve
babasıyla birlikte Irak’taki köylerine gittikleri güzel ve zevkli günleri anımsadı.
gündüzleri tek başına ağaç gölgesi altında,yeşilliklerin arasına uzanıyordu.Şir Ali
orada çubuğunu yakıyor,dövene oturuyor,kırmızı başörtülü kızı saatlerce orada
babasını bekliyordu.Döven acı acı sesler çıkartarak altın buğday başaklarını ufalıyordu.
dürtlengeçin tesiriyle sırtları yara bere olan öküzler,uzun boynuzları ve geniş alınlarıyla
güneş batana kadar kendi çevrelerinde dönüyorlardı.Şimdi onun durumu da tıpkı o
öküzlerin ki gibiydi.Bu hayvanların ne hissettiklerini biliyordu artık.O da hayatı boyunca
gözü bağlı olarak kendi çevresinde dolanıp durmuştu.Dolap beygiri gibi o harman
döven öküzler gibi.Saatlerce küçük gümrük odasında masa başında oturup,sürekli aynı
kağıtları karaladığını anımsadı.Bazen iş arkadaşına bakıp esniyor,tekrar kalemi alıp
kendi sütununa aynı numaraları yazıyor,karşılaştırıyor,topluyor,defterleri altüst ediyordu.
fakat o zaman içini ferahlatan bir şey vardı.Gözü,fikri,gençliği,kuvveti parça parça
çözülse de,Behram’ı kızı ve karısını karşısında güleryüzle gördüğü akşam,bütün
yorgunluğu çıkıp gidiyordu.Ama şimdi her üçünden de bezmişti.Üçü birlikte onu
bu günlere getirmişti.
Ani bir karar vermiş gibi,gidip çalışma masasının başına oturdu.Masanın gözünü
çekti.Her zaman yanında taşıdığı küçük tabancayı çıkardı.Kontrol etti.Mermiler yerin-
de idi.Soğuk ve siyah namlusuna baktı.Yavaşça şakağına dayadı.Fakat Behram’ın
kanlı yüzünü hatırlayınca tabancayı pantolonunun cebine koydu.Tekrar kalktı.
koridorda paltosunu ve kaloşunu giydi.Şemsiyesini de alıp evden çıktı.Sokak tenhaydı.
kar tanecikleri havada yavaş yavaş dönüyordu.Nereye gittiğini bilmeden yola koyuldu.
sadece,evinden bu korkunç olaylardan kaçıp uzaklaşmak istiyordu.
Soğuk,beyaz ve iç kapayıcı bir caddeye çıktı.Araba tekerleklerinin izi alçak ve
yüksek yarıklar açmıştı.Ağır ve uzun adımlar atıyordu.Yanından bir otomobil geçti ve
caddenin sulu ve çamurlu karlarını üzerine sıçrattı.Durup elbisesine baktı.Çamura
bulanmıştı.Sanki onu teselli ediyor gibiydi.Yolda kibrit satan küçük bir erkek çocuğuna
rastladı.Seslendi ona.Bir kutu kibrit aldı.Fakat çocuğun yüzüne bakınca,siyah gözleri,
küçük dudağı ve sarı bıyıkları olduğunu gördü.Behram’ı anımsadı.Titremeye başladı
ve yola devam etti.Birden bir dükkan vitrininin önünde durdu.Yaklaşıp alnını soğuk
cama yapıştırdı.Neredeyse şapkası düşecekti.Vitrinde oyuncaklar sergilenmişti.Buharla
üstü temizlensin diye paltosunun eteğini vitrin camına sürüyordu,ama boşunaydı.
tam önünde pembe yüzü ve mavi gözleriyle büyük bir bebek duruyor ve gülümsüyordu.
bir süre dikkatle baktı ona.Bu bebek Homa’nın olsaydı,onu ne kadar mutlu ederdi.
Mağaza sahibi kapıyı açtı.O tekrar yoluna devam etti.İki sokaktan daha geçti.Yolu
üzerinde,önünde sepetiyle bir tavukçu oturmuştu.Sepete ayakları birbirine bağlanmış
üç tavukla bir horoz konulmuştu.Kızarmış ayakları soğuktan titriyordu.Önündeki
kar üstüne kan damlaları düşmüştü.Biraz daha uzakta,bir evin girişinde,parçalanmış
gömleğinden kolları çıkmış kel bir oğlan çocuğu oturmaktaydı.
Mahalle ve yolunu bilmeden bunların tümünü farketti.Yağan karı hissetmiyordu.
eline aldığı şemsiye öylece kapalı duruyordu.Başka bir tenha sokağa girip,bir evin
yüksekçe olan sekisine oturdu.Kar yağışı daha da hızlanmıştı.Şemsiyesini açtı.Çok
yorulmuştu.Başı ağırlaşıyordu.Gözleri yavaş yavaş kapandı.
Yoldan geçen birinin sesi onu kendine getirdi.Kalktı.Hava kararmıştı.Günlük
olayların hepsini hatırladı.Aynı şekilde,o evin girişinde gördüğü,parçalanmış
gömleğinden kolu çıkan kel çocuğu,sepette soğuktan titreyen tavukların ıslak ve
kırmızı ayaklarını ve kar üzerine damlamış kanı anımsadı.Biraz açlık duydu.Bir tatlıcı
dükkanından tatlı ekmek satın aldı.Yolda yerken,bilinçsizce,gölge gibi sokakta dola-
şıyordu.
Eve girdiğinde gece yarısını iki saat geçmişti.Bir koltuğa attı kendini.Bir saat
sonra soğuğun şiddetinden uyandı.Elbisesiyle yatağa girip yorganı başına çekti.
rüyasında,aynı odada o kibrit satan çocuk siyah bir elbise giymiş ve üstünde mavi
gözlü gülümseyen bebeğin durduğu masaya oturmuştu.Onun önünde elleri göğüslerinde
üç kişi duruyordu.Kızı Homa içeri girdi.Elinde bir mum vardı.Onun ardısıra,beyaz
yüzünde kanlı beyaz örtü bulunan bir adam girdi.Yaklaştı,kibritli çocukla Homa’nın
elini tuttu.Kapıdan çıkmak istediği sırada,ona doğru çevrilmiş tabancalar tutan iki el
perde arkasından çıktı.Humayun korkarak,baş ağrısıyla birlikte uykusundan sıçradı.
İki hafta boyunca yaşantısı böyle geçti.Gündüzleri daireye gidiyor,geceleri yatmak
için eve çok geç dönüyordu.Bazen ikindi vakitleri,nasıl olup da yolunun,Homa’nın
okuduğu kızlar okulunun yakınından geçtiğini bilmiyordu.Ders bitince duvarın köşe-
sine saklanıyor,kayınpederinin evindeki hizmetçisi Meşedi Ali’nin onu görmesinden
korkuyordu.Çocuklara bir bir dikkat ediyor,ama aralarında kızı Homa’yı göremiyordu.
sonunda tayin isteği kabul olundu ve kendisine Kirmanşah gümrüğüne gitmesi tebliğ
edildi.
Humayun hareket gününden önce bütün işlerini yoluna koydu.Hatta otogara gidip
bilet bile aldı.Gar görevlisinin ısrarına rağmen,bavullarını kapatmadığı için,o gün
akşamüzeri gidecekken ,ertesi sabaha Kirmanşah’a hareket etmeye karar verdi.
Evine girince dosdoğru çalışma masasının bulunduğu mütevazi odaya gitti.Oda
dökülüp saçılmış,sobanın önüne soğuk küller dökülmüştü.İpekli mor kumaş ile
Behram’ın vasiyetnamesinin bulunduğu zarfı masanın üstüne koymuşlardı.Zarfı alıp
ortadan yırttı.Fakat arasında, o gün aceleyle farkına varmadığı,yazılı küçük bir kağıt
parçası gördü.Parçaları masanın üzerinde yanyana koyduktan sonra şöyle okudu:
Bu kağıt mutlaka ölümümden sonra eline geçecek.Bu ani kararımdan dolayı şaşıra
cağını biliyorum.Çünkü sana danışmadan hiçbir iş yapmazdım.Fakat aramızda gizli
bir şey kalmaması için itiraf ediyorum.Ben karın Bedri’yi sevdim.Dört yıldır kendimle
mücadele ediyordum.Sonunda galip geldim ve sana hiyanet etmemiş olmak için içimde
uyananan devi öldürdüm.Homa hanıma naçiz bir hediye veriyorum.Umarım kabul
olur.Kurbanın Behram.”
Humayun bir süre şaşkın, şaşkın odanın çevresine bakındı.Artık Homa’nın
kendi çocuğu olduğundan şüphesi yoktu.Homa’yı görmeden gidebilir miydi? Kağıdı
iki kere,üç kere okudu.Cebine koyup evden çıktı.Yol üstündeki oyuncakçıya girdi ve
beklemeden pembe yüzlü,mavi gözlü büyük bebeği satın aldı.Kayınpederinin evine
gitti.Kapıyı çaldı.Hizmetçileri Meşedi Ali,Humayun’u görür görmez yaşlı gözlerle:
Bey,başım nerelere vurayım? Homa Hanım!” dedi.
Ne oldu?”
Bey,bilmiyorsunuz.Homa Hanım sizin ayrılığınızdan dolayı ne kadar zayıfladı,
ne kadar halsizleşti.Her gün okula götürüyordum.Cumartesi günüydü.Beş gün önce
ikindi üzeri okuldan kaçtı.”Babacığımı görmeye gidiyorum”demişti.O kadar telaşlan
dık ki.Muhammed size söylemedi mi? Karakola telefon ettik.Tekrar evinize geldim.”
Ne diyorsun? Ne oldu?”
Hiç.bey.Geceleyin onu eve getirdiler.Yolunu kaybetmiş.Soğuktan donmuş.Öldüğü
ana kadar hep sizi istedi.Dün onu Şah Abdulazim’e götürdük.Behram Mirza’nın
kabri yanında toprağa verdik!”
Humayun dikkatli dikkatli Meşedi’ye bakıyordu.Buraya gelince bebek kutusu
kolunun altından düştü.Sonra deliler gibi paltosunun yakasını kaldırarak uzun adımlarla
garaja doğru gitti.Artık bavulunu kapamaktan vazgeçti.İkindi arabasıyla en kısa
zamanda hareket edebilecekti.
Yapı Kredi Yay. İran ve Afgan Hik.Antolojisi

Sadık Hidayet