YÜREK YAKAN BİR HATIRA VE İBRETLİK BİR DERS
ABD’de görev yapan bir lise müdürünün her yıl öğretmenlerine şu konuşmayı yaparmış: “İkinci Dünya Savaşı’nda esir düştüm. Toplama kamplarında kaldım, sağ olarak kurtulan az sayıdaki insanlardan birisiyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gerekenleri gördü. İyi eğitilmiş mühendisler tarafından yapılan zehirli gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin öldürdüğü bebekler, üniversite mezunu insanların öldürdüğü, yaktığı çocuklar ve kadınlar. Eğitimden bunun için kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur: Öğrencilerinizin iyi bir insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar, becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma, yazma, matematik çocuklarınızın iyi bir insan olmasına yardımcı olursa o zaman önem taşır.”
NE OLMA(MA)LIYIZ?
Dağ tepesinde bir çam olamazsan
Vadide bir çalı ol; fakat
Dere kenarındaki en büyük çalı sen olmalısın;
Ağaç olamazsan çalı ol.
Çalı olamazsan bir ot parçası ol.
Bir yola neşe ver;
Bir mis çiçeği olamazsan bir saz ol,
Fakat gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.
Hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya mecburuz,
Burada hepimiz için bir şeyler var.
Yapacak büyük işler var, küçük işler var.
Yapacağımız iş, bize yakın olan iştir.
Cadde olamazsan patika ol,
Güneş olamazsan yıldız ol.
Kazanmak veyahut kaybetmek ölçü ile değildir.
Sen her neysen onun en iyisi olmalısın.
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Düşün. Kim üzebilir seni senden başka? Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen? Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen? Kim yıkar, yıpratır seni sen izin vermezsen? Kim sever seni, sen kendini sevmezsen? Her şey sende başlar, sende biter. Yeter ki yürekli ol; tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama sevgisini. Hep hatırla: Çaresizseniz, Çare“SİZSİNİZ.”
MEVLÂNÂ’NIN HAYATA BAKIŞ AÇISI
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım. Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi. Ağladım.
Yaşamayı öğrendim. Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla. Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim.
İnsanı öğrendim. Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu; sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim. Sonra güvenmeyi. Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim. Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini. Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim. Kendime yazıyı öğrettim sonra. Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana.
Gitmeyi öğrendim. Sonra dayanamayıp dönmeyi. Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi. Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta. Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım. Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.
Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün. Ve gerçeğin acı olduğunu. Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya kalp durur. Akıl unutur.
Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur ne de unutur.
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“İmkânım yoktu.” deme. Kendine doğruyu söyle! “Üşendim.” de, “Tembellik ettim.” de, “Canım istemedi.” de, “Yapmak içimden gelmedi.” de. Hiç değilse “Yattım.” de. Ne dersen de, ama “İmkânım yoktu.” deme!
“İnsanlar fırsatların gelmesini beklerken, fırsatlar da insanların gelmesini
bekler... Fırsatlar bekler... İnsanlar bekler... Kazanan hep mazeretler olur...”
NEZAKET VE HAYAT KURALLARI
- Aceleniz olduğu anlarda sokakta kimseye çarpmamaya dikkat edin.
- Acıyı ve hayal kırıklığını hayatın bir parçası olarak kabul edin.
- Alçakgönüllü olun.
- Asla birilerinin umudunu kırmayın. Belki de sahip oldukları tek şey odur.
- Asla karşınızdakinin sözünü kesmeyin.
- Bağırarak konuşmayın. Sesinizin tonunu karşınızdakinin duyacağı şekilde ayarlayın.
- Başkalarına rahatsızlık verecek davranışlardan kaçının.
- Başlamak için en uygun zamanı beklerseniz hiçbir işi bitiremeyeceğinizi bilin.
- Bir şey isteyeceğiniz zaman rica ederek isteyin.
- Birikmiş suların yanından geçerken dikkatli olun ve kimsenin üzerine su sıçratmayın.
- Birisiyle konuşurken, yüzüne bakarak, göz teması kurarak konuşun.
- Bol bol gülümseyin. Hem maliyeti sıfırdır hem de bedeline paha biçilmez.
- Büyük düşünün ama küçük zevklerle mutlu olmasını da bilin.
- Çay, kahve vb. içecekleri höpürdeterek içmeyin.
- Dertlerinizi gözyaşlarında boğmak için boşuna uğraşmayın; çünkü dertler yüzmeyi iyi bilir.
- Dinlemeyi öğrenin.
- E-postalarınızda, daima nazik bir üslup kullanın.
- Gelenek ve göreneklere saygılı olun.
- Gerektiğinde özür dilemesini bilin.
- Giyim kuşamınıza dikkat edin.
- Gülümsediğinde bütün yüzlerin güzelleşeceğini bilin.
- Günlük tutun.
- Hatalarınızı kabul edin.
- Hayatının her alanında sorumluluk üstlenin.
- Her doğum gününüzde bir ağaç dikin.
- Her zaman “Lütfen!” ve “Teşekkür ederim!” demeyi unutmayın.
- İnsanların gözlerinin içine bakın.
- İsmini bilmediğiniz birisine seslenirken “Bakabilir misiniz?” deyin.
- Karşınızdakilere sürekli kendinizden söz etmeyin.
- Kaybetmesini bilin. Kazanmasını da bilin.
- Kendinize ve başkalarına karşı bağışlayıcı olun.
- Kırıcı konuşmayın.
- Kıskanmayın.
- Kimseyi bile bile kendinizden soğutmayın.
NEZAKET VE HAYAT KURALLARI …
- Kin gütmeyin.
- Masada iken asla dişlerinizi karıştırmayın.
- Odanızdayken, evin büyüklerinden birisi veya bir misafir gelirse ayağa kalkıp yer verin.
- Oturuş ve kalkışlarda dikkatli olun.
- Öksürürken ya da esnerken ağzınızı kapatın.
- Özellikle uyku, yemek ve iş zamanlarını ziyaret saati olarak seçmeyin.
- Sadece kendi aklınıza göre değil, başkalarına da danışarak hareket etmeye özen gösterin.
- Sağlıklı olmanın değerini bilin.
- Sevdiklerine küçük hediyelerle sürpriz yapın.
- Sevinçlerinizi ertelemeyin.
- Size ikram edilen yemeği eleştirmeyin, yemekte kusur bulmayın.
- Size nasıl davranılmasını istiyorsanız siz de karşınızdakilere öyle davranın.
- Size uzatılmış bir eli daima kabul edin.
- Sizi eleştirenlere cevap vermekle zaman yitirmeyin.
- Sokaklarda ıslık çalmayın.
- Sokakta bir şeyler yiyerek, içerek yürümeyin.
- Tanıdığınız en olumlu ve en coşkulu insan kendiniz olun.
- Telefonda ilk önce kendinizi tanıtıp sonra da konuşmak istediğiniz kişinin adını söyleyin.
- Toplu ulaşım araçlarında cep telefonuyla konuşup araçtakileri rahatsız etmeyin.
- Uygun olmayan el şakalarından uzak durun.
- Yağışlı havalarda şemsiyenizi açarken çevrenizde bulunan kimseye zarar vermeyin.
- Yapabileceğiniz kadar söz verin. Sonra söz verdiğinizden daha fazlasını yapın.
- Yaşlılara saygıda kusur etmeyin.
- Yeni tanıştığınız bir kişiye kesinlikle “sen” diye hitap etmeyin.
- Yerine getiremeyeceğinizi düşündüğünüz sözler vermeyin.
- Yerlere tükürmeyin.
- Yeterli zamanım yok, demeyin. Pasteur, Michelangelo, Einstein’ın da günleri 24 saatti.
- Yollara yiyeceklerin paket kâğıtlarını, içecek kutularını vb. çöpleri kesinlikle atmayın.
- Ziyaretlerinizin kısa olmasına özen gösterin.
SANDIKLI’NIN GÜZEL SÖZLERİ
- Söz bilirsen söz söyle, sözünden ibret alsınlar.
Söz bilmezsen susta, seni bir adam sansınlar.
- Dost sanma şanlı vaktinde dost olanı
Dost bil zor anında elinden tutanı.
- Gönül ne kahve ister ne kahvehane.
Gönül sohbet ister, kahve bahane.
- Allah işlerse bir kişinin işini
Mermere bile geçirir dişini
İstemezse bir kişinin işini
Muhallebi yerken kırar dişini.
- İki şey korkunçtur; anlaşılmamak ya da yanlış anlaşılmak.
- Bak şu çeşmeye su içecek tası yok.
Kırma insan kalbini, yapacak ustası yok.
- Aptallarla tartışma, başkaları aranızdaki farkı anlayabilir.
- Ye yağlıyı, iç suyu; dondurursa dondursun.
Ye tatlıyı, içme suyu; yandırırsa yandırsın.
- Dünya malı elde iken hep düşmanlar dost olur.
Elde bir şey kalmayınca dost bile düşman olur.
- İtimadı lütuf sanıp borca sarılma
Bir gün gelip istenecektir, sonra darılma
- Bana benden olur, her ne olursa
Başım rahat eder, dilim durursa.
Sandıklı ve köylerinde bu ölçülü sözleri geçmiş yıllarda esnafımızın işyerlerinde, kahvehanelerinde, taşıtlarında ve bazı evlerde çerçevelenmiş olarak her yerde görürken, günümüzde bu gelenek artık azalmıştır.
Kaynak: http://www.sandiklim.com
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Elinde olanlardan bahset can!… Üzülme!.. Geceler hep kimsesiz mi geçecek?..
Gidenler dönmeyecek mi?.. Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede.. Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış... Bil ki; güzellikler de var bu hayatta... Gelgitlerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin? Hüzün olgunlaştırır.
Kaybetmek sabrı öğretir." Hz. Mevlana
“Yarınlar yorgun ve bezgin kimselere değil, rahatını terk edebilen gayretli insanlara aittir.”
EDEBALİ’DEN OSMAN BEYE HAYAT DERSİ
Ey Oğul!
Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana. Güceniklik bize; gönül almak sana.
Suçlamak bize; katlanmak sana. Acizlik bize, yanılgı bize; hoşgörmek sana.
Geçimsizlikler, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana. Kötü göz, uğursuz ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek sana.
Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin.
Oğul! Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın ve güzel konuşursun. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Bunun için daima sabırlı, kararlı ve iradene sahip olasın! Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin erdem ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; sevgin ve saygın zedelenir. Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki bilgine, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, saygınlığını kaybedene acı!
Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar güvende değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (kahraman) derler.
Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.
Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.”
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur, onu seyrederim. Adam belki yüz kez vurur taşa. Ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturmaz. Sonra birden, yüz birincide taş ikiye ayrılıverir. İşte o zaman anlarım ki; taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir.” Jacob Riis
“Aşılmasına imkân olmayan hiçbir duvar yoktur.” Çehov
“Başarı, cesaretin çocuğudur.” Benjamin Disraeli
“Yarışı kazananlar, daima yavaş ve devamlı gidenlerdir.” Ezop
ATATÜRK’ÜN KİTAP OKUMA TUTKUSU
Atatürk’ün çocukluğunda başlayan kitap tutkusu, savaş zamanı cephede bile sürdü. Sırtından üniformayı çıkarıp sivil hayata geçince okumaya ayırdığı zaman daha da arttı. O yıllarda yakınındakilere “Kitap okumasaydım bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyordu.
Manastır Askerî Lisesinde tarih öğretmeni Mehmet Tevfik Bey sayesinde “tarih” en çok ilgilendiği konu olmuştu. Atatürk’ün ileriki yıllarında kitaplığının çoğunluğunun tarih kitaplarından oluşması, onun tarihe ve ulusal bilince verdiği önemi göstermektedir. Askerî lise yıllarında Atatürk en çok Namık Kemal, Abdülhak Hamit, Ahmet Mithat ve tarihçi Murat Bey’in yazılarıyla ilgileniyordu.
Atatürk’ün Fethi Bey ile arkadaşlığı, Fransız düşünürlerinin kitaplarıyla tanışmasında önemli bir rol oynadı. Voltaire, Montesguieu, Rousseau gibi düşünürleri hem okuyorlar hem de bu düşünürlerin görüşlerini tartışıyorlardı.
Kişisel kütüphanesine 1930’dan sonra alınan kitaplar artık odaya sığmaz olmuştu. Aralıksız altı saat okuduğu ve çalıştığı olurdu. Kitap hangi konuda olursa olsun Atatürk’ün fikir hayatı için değerli bir varlıktı. Atatürk’ün yaşamında kitabın yeri ve değeri daima büyük olmuştur. Yalnız özel kitaplığında bulunan kitapları okumamıştır. Zaman zaman diğer resmî ve özel kütüphanelerden kitaplar getirtmiş ve onları okuduktan sonra iade etmiştir.
Atatürk, zevk için, bilgi edinmek için, siyasi söylevlerine ve yazılarına kaynak olması için okumuştur. Atatürk, kitapları masa başında okurdu. Geniş masanın üzerine çeşitli kitap ve sözcükleri dizdirirdi. Karşısında bir saat bulunurdu. Çalıştığı yerdeki kitapların yerinin değiştirilmesini istemezdi.
Okuduğu kitaplardaki bazı cümlelerin altını bazen kırmızı, bazen de mavi kalemle çizmiştir. Kırmızı kalemle çizdikleri fikri önemli bulduğu ve kendisinin de katıldığı; mavi kalemle çizdikleri ise o fikri beğenmediği anlamına gelirdi. Bazen kitap üzerine işaretler yapar, bazen de kurşun kalemle kâğıtlara notlar alırdı. Okuduğu kitaplarda dikkatini çeken cümlelerin altına işaretler koyardı.
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Bildiğimizi zannetmemiz, öğrenmemizin en büyük düşmanıdır.” Dr. C. Bernard
“Bilginin efendisi olmak istersen, çalışmanın kölesi olmalısın.” Balzac
“Bir metre iş yapmayı, bir kilometre söz vermeye değişmem.” J. Howell
“Bir iş yapmak için neden yarını bekliyorsun? Bugün de dünün bir yarını
değil midir?” Ömer Haysam
“Bütün başarılarımı, işlerimi vaktinden önce yapmış olmama borçluyumdur.”
ATATÜRK’TEN BİR HATIRA
Atatürk’ün genel sekreterlerinden Hasan Rıza Soyak anlatıyor:
“Bir İstanbul seyahatinden Ankara’ya dönüyordum. Derhal Köşk’e gittim. Hizmetçilere Atatürk’ün ne durumda olduğunu sordum.
— İki gün, iki gecedir devamlı okuyor, birkaç defa banyo yaptı ve şezlongda istirahat etti, dediler. Hemen yatak odasına gittim. Atatürk, koltuğa bağdaş kurmuş oturuyordu. Çoğu kez böyle otururdu. Elinde bir tarih kitabı vardı, bitirmeye çalışıyordu. Bana,
— Hoş geldin, dedikten sonra, elime bir kitap geçti, bilmem ne zamandan beri okuyorum, diye ilave etti.
— Yorulmadınız mı paşam?
— Hayır, dedi. Yalnız gözlerim yaşarıyor; fakat onun da çaresini buldum. Biraz tülbent aldırttım ve parça parça kestirttim. Bu parçalarla gözlerimi siliyorum.
KİTAP NASIL BİR YOL ARKADAŞIDIR?
Kütüphaneleri kiralayarak sabahlara kadar kitap okuyan âlimlerden
El-Câhiz’in kitaplar hakkında ne düşündüğünü öğrenmek ister misiniz? Öyleyse birlikte okuyalım: “Yaşı genç, taze, ucuz ve her yerde bulunması mümkün olan ilginç olayları ve benzersiz bilgileri, sağlam kafaların ve bilgi dolu tecrübelerin eserlerini, geçmiş çağların ve uzak memleketlerin haberlerini toplayan kitap gibisini bilmiyorum. İstediğinizde ziyaretinizi seyrek yapan, arzu ettiğiniz takdirde gölge gibi hiç peşinizden ayrılmayan ve vücudunuzun bir parçası gibi olan böylesine bir misafiri evinize kabul etmez misiniz? Kitap susturduğunuz zaman sessiz, konuşturduğunuz zaman konuşkan; meşguliyetiniz varken sohbete başlamayan, çalışma zamanlarınızda sizi yalnız bırakan, kendisi için giyinme ve utanıp sıkılma zahmetine sokmayan bir gece misafiridir. Yüzünüze karşı yalakalık etmeyen bir arkadaş; doğru yoldan ayırmayan; bıktırıp usandırmayan, sahtekârlık yapmayan ve size karşı yalan söyleyip dolap çevirmeyen bir yoldaştır.
Orta Çağ’da İslam dünyasında 10 milyon mevcutlu dev kütüphaneler bulunduğunu İslam dünyasının 10. yüzyılda, hem derlemelerin zenginliği, hem de kütüphanecilik yöntemleri bakımından Avrupa kütüphaneciliğinden 200–300 yıl ileride olduğunu, aynı Orta Çağ Avrupa’sı kütüphanelerinde kitapların raflara zincirlerle bağlandığını ve okuyucu kitap okumak istediği zaman bu kitabın rahleye zincirlerle bağlanarak verildiğini, daha da ileri gidilerek kitapların demir parmaklıklar arasından okutulduğunu biliyor muydunuz?
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Ben ağlarken yanımda yoksan, ben gülerken gölge yapma.”
KİTAP NASIL BİR YOL ARKADAŞIDIR?
Büyük İslam seyyahı İbn-i Batuta’nın yazdığına göre 1258’de Moğolların Bağdat’ta 24.000 ilim adamını öldürdüğünü; şehirdeki kütüphanelerdeki yüz binlerce kitabı çıkartıp Dicle nehrine attığını ve bunların çokluğundan dolayı adeta nehrin önünde bir baraj oluştuğunu; bunun üzerine Moğolların, ırmağın taşmasından korkup geri kalan kitapları cayır cayır yaktıklarını biliyor muydunuz?
Büyük âlim Cahız’ın (Vefatı 868) ilim aşkıyla yanıp tutuştuğunu kitap satın alıp okumaya para yetiştiremediği için, kitapçı dükkânlarını kiralayıp, gece üzerinden kilitleterek sabaha kadar kitap okuyarak ilmini geliştirmeye çalıştığını
biliyor muydunuz?
Büyük âlim İbn-i Cevzi’nin, ömrünün tek anını bile boşa geçirmeyip, bazısı yirmi cildi bulan 340’tan fazla eser vererek, kitap yazmadık hiçbir ilim dalı bırakmadığını ve yazmış olduğu eserlerinin toplamı ömrünün günlerine bölündüğünde bir güne dört defter (forma) düştüğünü biliyor muydunuz?
FATİH SULTAN MEHMET’İN VASİYETİ
“İstanbul’da günün belli saatlerinde her sokağa ikişer kişi görevlendirerek kireç tozu ve kömür külü ile sokaklardaki tükürükleri kapatıp temizlesinler. İstanbul’da ayın belirli günlerinde istisnasız bütün İstanbul halkının sağlık durumunu kontrol ettirmek için yirmi doktor ve üç yara sarıcı görevlendirilsin; eğer hasta tespit edilirse ve tedavisi evinde yapılabilecekse bunlar evlerinde tedavi edilsin; durumu ağır olanları ise ücretsiz olarak Darülaceze’ye gönderilerek tedavileri burada devam ettirilsin. Ayrıca şehit aileleri ve fakirler için imarethanelerde(aşevi) günlük olarak yemek hazırlansın; yemekler ise (başkalarının görmemesi ve bu ailelerin incinmemesi için) gece vakti bu ailelere ulaştırılsın.”
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Az korkun, çok ümit edin; az yiyin, çok çiğneyin; az konuşun, çok şey ifade edin;
az kızın, çok sevin; iyi şeyler sizindir.” Lord Fischer
“Çalınan her kapı hemen açılsaydı; ümidin, sabrın ve isteğin derecesi anlaşılmazdı. Bir kelebek avcısı bile çalıların yırttığı ayaklarla koşmak zorundaysa,
hayatın anlamını eliyle koymuş gibi bulmak kimin harcı?”
“Ne kadar silersen sil; ya yırtılır defterin ya da izi kalır cümlelerin. Eden kendisine eder. Yapan bulur ve çeker. Unutma! Kazanmak koca bir ömür ister, Kaybetmek için anlık gaflet yeter...”
KAYBEDİLENLER
Bir gün insan virgülü kaybetti.
O zaman cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler kullanmaya başladı.
Cümleleri basitleşince düşünceleri de basitleşti.
Bir başka gün ise ünlem işaretini kaybetti.
Alçak bir sesle ve ses tonunu değiştirmeden konuşmaya başladı.
Artık ne bir şeye kızıyor ne de bir şeye seviniyordu.
Üstelik hiçbir şey onda en ufak bir heyecan uyandırmıyordu.
Bir süre sonra soru işaretini kaybetti.
Artık soru sormaz oldu.
Hiçbir şey ama hiçbir şey onu ilgilendirmiyordu.
Ne kainat ne dünya ne de kendisi umurundaydı.
Birkaç sene sonra iki nokta işaretini kaybetti.
Artık davranış sebeplerini başkalarına açıklamaktan vazgeçti.
Ömrünün sonuna doğru elinde yalnız tırnak işareti kalmıştı.
Kendisine ait tek bir düşünce bile yoktu.
Yalnız başkalarının düşüncelerini tekrarlıyordu.
Son noktaya geldiğinde düşünmeyi, okumayı unutmuş vaziyetteydi.
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Başkalarını örnek alma, kendini tanı, olduğun gibi görün ve buna inan,çünkü dünyada senin gibisi yoktur.” Carnegie
“Bir problemin güç olduğunu söyleme; eğer o güç olmasaydı, zaten problem olmazdı.”
F. Foch“
Mutluluğun temel koşulları; yapacak bir şeye, sevecek bir şeye ve ümit edecek bir şeye sahip olmaktır.”
“Hayat sana arka arkaya dikenlerini gösteriyorsa sakın üzülme, aksine sevin...
Çünkü çok yakında gülü de gönderecektir.” Hz. Mevlana
“Her başarı ilk başta bir hayaldi. En büyük çınar bir dalda, en güzel kuş bir yumurtada saklıdır. Hayaller de gerçeklerin tohumu ve yumurtasıdır.”
D. Carnegie
“Hayatta en büyük eğlence başkasının “Yapamazsın.” dediğini başarmaktır.”
Walter Bagehot
“Her kapıyı açmanın kestirme yolu habere anahtar aramak değil,
anahtar adam olabilmektir.”
Recep Şükrü Apuhan
OSMAN EFENDİ
Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendinin baş ağrısı artarak sürer. Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya baslar. Başka doktorlar çağrılır... Osman Efendi Uşak’ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder. Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul’a götürmeye karar verirler. İstanbul’da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır... Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlasan baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir. Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zürih’e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır. Sonuç: Osman Efendiye teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir, altmışlarını suren adamın ülkesine dönüp “dinlenmesi”, daha doğrusu son günlerini -evinde- geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, aile perişan. “Kader” denilir, Uşak’a dönülür. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar. Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendinin eski berberi Berber Mehmet çağrılır. Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler. Berber Mehmet bir an düşünür. Beyim, der. “Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın.” Bir bakar, Hah işte der “Kıl dönmüş.” Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı Osman Efendinin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir. Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş ağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet’i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.
Bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olur.
Burnundan kıl aldırtmayanların başı çok ağrıyabilir.
ÇOCUĞUMA
Sadece bu sabah için, içimden ağlamak geldiği halde yüzünü gördüğümde gülümseyeceğim. Sadece bu sabah için, ne giymek istediğinin seçimini sana bırakacağım ve gülümseyerek ne kadar yakıştığını söyleyeceğim. Sadece bu sabah, çamaşırları yıkamaktan vazgeçip seninle parkta oynamaya gideceğim. Bu sabah bulaşıkları lavaboda bırakıp bulmacanın nasıl çözüldüğünü bana öğretmeni izleyeceğim. Öğleden sonra telefonun fişini çekip bilgisayarı kapatacağım ve arka bahçede oturup seninle köpükten balonlar uçuracağım. Bu öğleden sonra dondurma arabası için çığlıklar attığında sana hiç kızmayacağım ve gelirse bir tane alacağım. Bu öğleden sonra büyüdüğünde ne olacağın hakkında hiç canımı sıkmayacağım ya da seni ilgilendiren konularda ikinci bir düşünce üretmeyeceğim Bu öğleden sonra kurabiye pişirirken bana yardım etmene izin vereceğim ve tepende dikilip düzeltmeye çalışmayacağım. Bu gece küvette suları sıçratmana izin vereceğim ve sana hiç kızmayacağım. Bu gece geç saate kadar oturmana ve balkonda oturup yıldızları saymana izin vereceğim. Bu gece yanına uzanıp en sevdiğim TV programlarını bir kenara bırakacağım. Bu gece sen dua ederken parmaklarımı saçlarında dolaştırıp bana en büyük armağanı verdiği için Allah’a şükredeceğim. Kayıp çocuklarını arayan anne ve babaları düşüneceğim. çocuk odaları yerine çocuklarının mezarlarını ziyaret edenleri ve hastane odalarında donuk bakışlarla, daha fazla içlerinde tutamadıkları çığlıklarıyla hasta çocuklarını seyreden anne babaları düşüneceğim ve bu gece yanağına iyi geceler öpücüğü kondurduğumda seni biraz daha sıkı ve biraz daha uzun tutacağım kollarımda. Allah’a senin için teşekkür edip bize yalnızca bir gün daha vermesi için yakaracağım.
KİŞİLİK
Sınıf, öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken sert görünümlü hoca kapıda beliriyor. Sınıfa bir bakış atıp kürsüye geçiyor.
Tebeşirle tahtaya kocaman bir (1) rakamı çiziyor.
“Bakın” diyor. “Bu, kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey...”
Sonra (1)’in yanına bir (0) koyuyor:
“Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik (1)’i (10) yapar”.
Bir (0) daha... “Bu, tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz”.
Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor: Yetenek... Disiplin... Sevgi...
Eklenen her yeni (0)’ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatıyor hoca...
Tebeşirle tahtaya kocaman bir (1) rakamı çiziyor.
“Bakın” diyor. “Bu, kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey...”
Sonra (1)’in yanına bir (0) koyuyor:
“Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik (1)’i (10) yapar”.
Bir (0) daha... “Bu, tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz”.
Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor: Yetenek... Disiplin... Sevgi...
Eklenen her yeni (0)’ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatıyor hoca...
Sonra eline silgiyi alıp en baştaki (1)’i siliyor.
Geriye bir sürü sıfır kalıyor. Hoca yorumu yapıyor:
“Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir”. Sınıf, mesajı alıp sessizliğe gömülüyor...
“Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir”. Sınıf, mesajı alıp sessizliğe gömülüyor...
BİLMELİSİN Kİ
Bilmelisin ki duvarda asılı diplomalar insanı insan yapmaya yetmez.
Bilmelisin ki karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.
Bilmelisin ki gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez.
Bilmelisin ki tecrübenin kaç yaş günü partisi yaşadığınızla ilgisi yok, ne tür deneyimler yaşadığınızla var.
Bilmelisin ki aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz.
Bilmelisin ki ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.
Bilmelisin ki bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanin kendisini affedebilmesi gerekiyor.
Bilmelisin ki yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
Bilmelisin ki şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.
Bilmelisin ki iki kişi münakasa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.
Bilmelisin ki her problem kendi içinde bir fırsat saklar ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.
Bilmelisin ki sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Deneyim, yumuşak yatağa ve kuş tüyü yastığa yatılarak kazanılmaz.” Wilde
“Dünya’da insana yardım eden şey, tesadüf değil, azim(kararlılık) ve
sebattır.(sabır)” Samuel Smiles
“Dünyada kusursuz iki insan vardır; biri ölmüştür, diğeri doğmamıştır.” Napolyon
“Düşünmek ve söylemek kolay, fakat yapmak, hele başarı ile sonuçlandırmak çok zordur.” Ziya Gökalp
“Hayat bir oyundur. Oyunda kaybedersek üzülmemeli, çocukların yaptığı gibi
oyuna devam etmeliyiz.” Jordan
“Hayat geç kalanları hiç affetmez.” Gorbachov
“Hayatta bir gayesi olmayan insanlar, bir nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler; onlar gitmezler, ancak suyun akışına kapılırlar.”
Seneca
MATEMATİK PROBLEMİ
O gün derse geç kalmıştı. İlk ders Matematikti. Hocayı ve arkadaşlarını rahatsız etmemek için kantinde oturmuş, dersin bitmesini beklemişti. Bir sonraki ders için sınıfa girdiğinde, tahtada, sonunda soru işareti bulunan iki işlem gördü. Kalemini defterini çıkarıp hemen not etti kimsecikler tahtayı silmeden. Diğer dersler bitmiş, eve dönmüştü. Defterinde çözülecek iki tane soru vardı. Defterini açtı, ama sorular bayağı zor görünüyordu. Sınıfta durumu da fena sayılmazdı hani. Uğraştı durdu soruları çözmek için. Hoca bazen böyle ev ödevi verir ve yapılıp yapılmadığını da kontrol etmezdi. Ancak yapanlar mutlaka bunun karşılığını en azından bir iltifatla alırlardı. Bazen nota da etki ederdi tabii bu durum. Ertesi gün uzun uğraşlardan sonra çözdüğü soruları koydu hocanın masasının üzerine. Biraz da zor olmuştu hani. Hocanın yüzünde değişiklikler oluyordu işlemi kontrol ederken:
— Nasıl buldun bu sonucu? dedi hoca heyecanla. Bu soru 150 yıldır çözülemiyordu. Ben dün tahtaya matematiğin problemlerini anlatırken yazmıştım bu soruları. Kendim çözmeyi denemediğim gibi, bizim gibi normal(!) insanların da denemeyeceğini düşünüyordum. Enteresan! dedi.
Şaşırarak cevap verdi hocaya:
— Dün derse geç kalmıştım. Tahtada soruyu görünce diğer ödevler gibi zannettim. Ve biraz da zorlanarak akşam evde yaptım. Hoca sınıfa döndü:
İşte arkadaşlar, 150 yıllık soru dediğimiz, aslında 150 yıllık önyargı imiş. Ah biz de önyargılarımızdan kurtulabilsek, 2000 yıllık soru ve sorunları da çözeriz herhalde.
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Hiç kimse, başarı merdivenine elleri cebinde tırmanmamıştır.” J. K. Moorhead
“Kalbi kırmaya tek bir söz yeter; ama kırılan kalbi tamir etmeye ne bir özür, ne de bir ömür yeter.” C. Bukowski
“Kendimi her zaman mutlu hissederim. Neden biliyor musunuz? Çünkü kimseden bir şey ummam. Beklentiler daima yaralar.” William Shakespeare
“Aslında herkes sevdiği insana bakarmış gibi hayata baksa; belki de hayat, bu kadar acı vermekten vazgeçerdi insanlara.” Bob Marley
“Aslında zor olduğu için cesaret edemediğimiz şeyler, biz cesaret edemediğimiz için zordur.” Seneca
“Bana okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız, söyleyeyim: annemdir.” A. Lincoln
Bazen; susarak ettiğimiz laflar, konuşarak harcadığımız sözlerden daha çok şey anlatır.
İYİ BİR ANNE, İYİ BİR BABA MIYIM?
- Siz, her sabah çocuğunuzu günaydın diyerek uyandırıp, okuldan geldiğinde sevgiyle kucaklıyorsanız,
- Siz, çocuğunuzun her sorduğu soruyu önemseyip, yaşına uygun bir biçimde açıklıyorsanız,
- Siz, evetlerinizi değerli kılabilmek için, gerektiği yerlerde hayır diyebiliyorsanız,
- Siz, şiddeti hiç sevmiyorsanız,
- Siz, çocuğunuz için özel zaman ayırabiliyorsanız,
- Siz, çocuğunuzun en ufak başarısını bile görüp onu yüreklendiriyorsanız,
- Siz, çocuğunuzu başka çocuklar ile kıyaslamıyorsanız,
- Siz, gerektiğinde çocuğunuzun sorunlarını uzmanlarla paylaşabiliyorsanız,
- Siz, yaşamayı seviyorsanız,
- Siz, hoşgörünüz ve dürüstlüğünüzle çocuğunuz için iyi bir örnek teşkil ediyorsanız,
- Siz, çocuğunuzun kişilik ve zihinsel gelişiminin en önemli kısmının 0–6 yaş arasında oluştuğunu biliyor ve bu konuda elinizden geleni yapıyorsanız,
- Siz, aile içindeki kararlarınıza çocuğunuzu da ortak ediyorsanız,
- Siz, çocuğunuz için buradaysanız, Sizler iyi bir anne, iyi bir babasınız.
BAŞARININ FORMÜLÜ
Einstein'den bir gün, hayatta başarılı olmayı, matematiksel bir ifade ile anlatmasını istediler. Bu büyük fizik bilgini cevaben dedi ki: Eğer ( a ) hayatta başarılı a olmayı gösterirse, formül şöyledir: a = x + y + z Bu formülde
( x ) çalışmayı,
( y ) de dinlenmeyi gösterir.
“Peki, ( z ) neyi gösterir?” diye sordular.
Einstein cevap verdi:
— ( z ) de, çenenizi tutmayı... Gün içinde yaptığımız konuşmaları bir düşünelim, lüzum konuşmalar, işler için harcadığımız zamanı bir şeyler öğrenmek için harcarsak neler başarabiliriz?
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Bir insanın nasıl güldüğünden terbiyesini, neye güldüğünden akıl seviyesini anlarsın.”
“Bir kere yanlış trene bindiyseniz, koridordan ters tarafa yürümenin hiçbir faydası yoktur.” Nietzsche
86400 SANİYE
Bankada bir hesap sahibi olduğunu düşün, hesabına her sabah 86.400 dolar para yatırılıyor, fakat bu paranın hepsini akşama kadar harcamak zorundasın, ertesi güne transfer edilemez. Paranı kullansan da kullanmasan da hesap her akşam sıfırlanıyor. Ne yaparsın? Tabii ki hepsini harcamaya çalışırsın; Hepimiz, Zaman adlı bu bankanın müşterileriyiz; Her sabah 86.400 saniyeye sahip oluyoruz; yarına transfer edilemez, Her sabah hesabımız dolar, her akşam boşalır. Geri dönüş yok, saniyelerini şu anı yaşayarak harca, en iyisi bunlarla yatırım yap. Mutluluk, sağlık ve başarı için. Zaman kaçıyor. Her gün için en iyisini yap.
Bir senenin değerini anlamak için sınıfta kalmış bir öğrenciye sor.
Bir ayın değerini anlamak için, 8 aylık bir bebek doğuran anneye sor.
Bir haftanın değerini anlamak için, haftalık dergi çıkaran bir çilekeşe,
Bir saatin değerini anlamak için, kavuşmayı bekleyen sevgililere sor.
Bir dakikanın değerini anlamak için, trenin kaçıran yolcuya sor.
Bir saniyenin değerini anlamak için, bir kazayı önleyemeyen sürücüye sor.
Bir saniyenin yüzde birinin değerini anlamak için olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan koşucuya sor.
Her anını değerlendir, her dakikanı çok özel biriyle paylaş. Zamanına ortak edebileceğin kadar özel biriyle. Unutma! Zaman hiç kimse için durmaz. Geçmiş zaman tarihtir. Gelecek zaman sırlar, meçhullerle dolu. Sadece şu an sana verilen gerçek bir armağandır. Bu hafta dostluk haftası olsun. Arkadaşlar bulunmaz mücevherlerdir. Bizi üzerler, cesaretlendirirler ve zaman zaman avuturlar. Kalplerini bize açarlar. Arkadaşlarına, onları sevdiğini göster. Arkadaşlık mesajını herkese gönder, cevap alırsan bütün hayatın için bir dostun bulunduğunu anlarsın. Onlara ne kadar çok ihtiyacın olduğunu ve senin için ne kadar önemli olduklarını dikkatle denersen görürsün....
AHMET KABAKLI
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Biz papatya yoluyoruz “seviyor mu, sevmiyor mu?” diye. Hayat da bizi yoluyor aslında “Dayanacak mı, dayanamayacak mı?” diye.” Paul Auster
“Denizi seviyorsan dalgaları seveceksin, uçmayı istiyorsan düşmeyi de bileceksin, korkarak yaşarsan; sadece hayatı seyredersin.” Nietzsche.
Dünya herkese yetecek büyüklükte. Onun için, başkasının yerini kapmaktansa, çalışarak gerçek yerinizi bulun.
Charlie Chaplin
MUTLULUĞUN SIRRI
Bir tüccar mutluluğun sırrını öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış. Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş. Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman, girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış: Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş; dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış. Bilge sırayda bu insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış. Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama Mutluluğun Gizi’ni açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş. Ama, sizden bir ricada bulanacağım, diye eklemiş, delikanlının eline bir kaşık verip sonra bu kaşığa iki damla sıvıyağ koymuş. “Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz.”
Delikanlı sarayın merdivenlerini inip-çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış. “Güzel, demiş bilge. “Peki, yemek salonumdaki acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvan Başı’nın yetiştirmek için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanedeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?” Utanan delikanlı hiçbir şey görmediğini itiraf etmek zorunda kalmış. çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabalamış, başka bir şeye dikkat edememiş. “Öyleyse git, evrenimin harikalarını tanı.” demiş ona bilge. “Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.” İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş. Bilgenin yanına dönünce gördüklerini bütün ayrıntılarıyla anlatmış. “Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?” diye sormuş bilge. Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş. “Peki!” demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi, “Sana verebileceğim tek bir öğüt var: Mutluluğun sırrı dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan.”
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Hiçbir zafere çiçekli yollardan gidilmez.” La Fontaine
“Aklın ve ilmin üç büyük düşmanı vardır: Kötülük. Bilgisizlik. Tembellik.” Haeckel
“Dün rüya, yarın hayaldir. Dünü mutlu, yarını umutlu yapan bugündür. Onun için bugüne iyi bak, gülümse.” Fontenelle
FISILTI VE TUĞLA
Genç ve başarılı bir yönetici, yeni Jaguar’ıyla bir mahalleden hızlı bir şekilde geçiyordu. Park etmiş arabaların arasından yola aniden çıkabilecek çocuklara dikkat ediyordu ve bir şey gördüğünü sanarak yavaşladı. Arabayla caddeden yavaşça geçerken hiçbir çocuk göremedi fakat, arabasının kapısına bir tuğla atıldığını fark etti. Aniden arabasını durdurarak tuğlanın fırlatıldığı yere geri döndü. Arabadan indi, orada bulunan küçük bir çocuğu tuttu ve onu park etmiş bir arabaya doğru iterek bağırmaya başladı; “Bunu neden yaptın? Sen de kimsin, ne yaptığının farkında mısın?” İyice sinirlenerek devam etti: “Bu yeni bir araba ve atmış olduğun bu tuğla bana çok pahalıya mal olacak. Bunu neden yaptın?” Çocuk yalvararak cevap verdi: “Lütfen efendim. Çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim bilmiyordum. Eğer tuğlayı fırlatmasaydım kimse durmazdı” Park etmiş bir arabanın arkasına işaret ederken çocuğun gözyaşları çenesine süzülüyordu. “Kardeşim kaldırımın kenarından yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü, ben onu kaldıramıyorum. Lütfen onu tekerlekli sandalyesine oturtmam için bana yardım eder misiniz? Benim için çok ağır.” Bu durumdan son derece duygulanan genç yönetici, boğazında büyüyen yumruyu zar zor da olsa yutkundu. Yerdeki genci kaldırarak, tekerlekli sandalyeye geri oturttu. Mendiliyle, çizik ve yaraları sildi ve adamın ciddi bir yarası olup olmadığını kontrol etti. Küçük çocuk genç yöneticiye dönerek “teşekkür ederim efendim, Tanrı sizden razı olsun” dedi. Genç yönetici, küçük çocuğun, ağabeyini kaldırımdan evine doğru götürmesini izledi. Bulunduğu yerden arabasına geri dönmesi oldukça uzun sürmüştü. Uzun ve yavaş bir yürüyüştü. Genç yönetici, kapıyı hiç tamir ettirmedi. Kapıda oluşan çöküğü, hayatını birisinin kendisine tuğla atmasını gerektirecek kadar hızlı yaşamaması gerektiğini hatırlatması için öylece bıraktı. Tanrı, ruhunuza fısıldar ve kalbinize konuşur. Bazen, dinleyecek kadar zamanınız olmadığında ise, size bir tuğla fırlatır. İster fısıltıyı, ister tuğlayı dinleyin. Tercihi siz yapın...
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Peşlerinden gidecek cesaretiniz varsa; bütün rüyalar gerçek olabilir.” W. Disney
“Dehanın onda biri hayal gücü, onda dokuzu alın teridir.” A. Einstein
“Yaşamınızdaki her sorun, içinde bir armağan saklar.” Richard Bach
“İnanırsanız bir dağı yerinden oynatabilirsiniz. İnanmanın gücünde
inancın gücünden başka bir anlam yoktur.” D. J. Schawartz
“Dünya’da görmek istediğiniz değişikliği önce siz kendi üzerinizde uygulayıp
gerçekleştirmelisiniz.” Gandhi
“Eğer hayatta hep mutlu olursam, hayalini kuracak neyim kalır?” Dostoyevski
STANFORD
Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti... Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harward gibi üniversitede ne işleri olabilirdi? Adam yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı. Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu. Yaşlı kadın çekingen bir tavırla,”Bekleriz.” diye mırıldandı... Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi. Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi. Sonunda sekreter dayanamayarak yerinden kalktı. “Sadece birkaç dakika görüşseniz. Yoksa gidecekleri yok.” diyerek rektörü iknaya çalıştı. Anlaşılan çare yoktu. Genç rektör isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterinin anlattığı tablo içini bulandırmıştı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek!.. Olacak şey miydi bu? Suratı asılmış sinirleri gerilmişti. Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harward`da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi. Oğulları burada öyle mutlu olmuştu ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı. Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. “Madam!” dedi, sert bir sesle, “Biz Harward`da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner...” “Hayır, hayır” diyerek haykırdı yaşlı kadın. “Anıt değil... Belki Harward`a bir bina yaptırabiliriz”. Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak, “Bina mı ?” diyerek tekrarladı, “Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı...” Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaktan kurtulabilirdi. Yaşlı kadın sessizce kocasına döndü. “Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş ? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde ?” Rektörün yüzü karmakarışıktı. Yaşlı adam başıyla onayladı. Bay ve Bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California`ya, Palo Alto`ya geldiler. Ve Harward`ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyen yaşatacak üniversiteyi kurdular. Amerika`nın en önemli üniversitelerinden birini... STANFORD`u...
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Endişeleri düşünürsen başarısız olursun. Endişeleri bırakıp
zaferi düşünürsen başarılı olursun.” D. J. Schawartz
“İnsan kendi düşüncelerinin ürünüdür. Büyük düşünün. Ayarlarınızı ileriye ayarlayın. Başarınızı, başarınıza olan dürüst ve saygılı inançla, atak bir biçimde başlatın.”
D. J. Schawartz
“KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ İLE KURT”A FARKLI BİR BAKIŞ
Kırmızı Başlıklı Kız ile Kurt” masalını bugüne kadar hep kızın ağzından dinledik. Peki bir de kurda sorsaydık bu olayı nasıl anlatırdı acaba? Merak ettiniz mi? Dinleyin öyleyse:
Her gün yaptığım gibi ormanı temizlemeye çıkmıştım. Orman benim evim, temiz tutmak da benim görevim. Derken bir kız beliriverdi. Kırmızı başlık ve peleriniyle çok şüpheli bir görünümü vardı. Kimin aklına gelir bu garip kıyafeti giymek. Bir kurnazlık peşindeydi mutlaka. Bir süre dikkatle izledim bu garip kızı. Elinde taşıdığı üzeri örtülü sepette kim bilir ne taşıyordu!.. Yürüyüşü bile normal değildi. Yanına yaklaşıp ne yaptığını sorunca bana büyükannesinin evine gittiğini söyledi ama gel de inan. Yine de bıraktım peşini kendi işime döndüm. Ama aklım o kıza takıldı bir kere... Bir gidip bakayım doğru mu söyledikleri dedim kendi kendime; gerçekten böyle bir büyükanne var mı? Siz olsaydınız gerçekliğini kontrol etmek istemez miydiniz? Orman benim evim. Ben hem ev sahibiyim, hem de diğer orman sakinlerine karşı sorumluyum. Neyse uzatmayayım... Gittim, baktım ve gerçekten bir büyükanne buldum. Sorduğumda “Evet, o küçük kız benim torunum.” dedi. Ben de sorumlu bir kişi olarak; “Bu küçük kız yabancılarla konuşulmayacağını öğrenmemiş daha!...” dedim ve anlattım küçük kızla karşılaşmamı... Büyükanne de ürperdi ve birlikte küçük kıza bir ders vermeye karar verdik. O yatağın altına saklandı, ben onun geceliğini giydim, başlığını taktım ve yatağına yattım. Küçük kız birazdan içeri girdi. Seslendi cevap verdim. Ne şaşkın bir çocuk!.. Beni büyükannesi sanıvermişti. Ben benim büyükannemi değil sesinden, kokusundan bile tanırım oysaki. Neyse bunlar bir şey sayılmaz, daha neler yaptı bilseniz. Kulaklarımın niçin büyük olduğunu sordu. Ne ayıp şey hiç sorulur mu!... Yine de çocukluğuna verip yumuşak bir sesle cevapladım. “Seni iyi dinlemek için.” Ama bu sefer kalkıp da burnumun niçin büyük olduğunu sormaz mı!.. Küçük kız hiç mi hiç terbiye almamış. Ben zaten burnumu kendime kompleks haline getirdim, özgüvenim sallantıda. Psikologlar, estetikçiler... Dünya para harcıyorum ama nafile. Yine aldırmamaya çalışırken bu sefer de ağzımın kocaman olduğunu yüzüme vurmaz mı! Tabi ki kızdım, siz olsanız kızmaz mıydınız? O sinirle ayağa fırlayıp peşinde koşturmaya başladım. Birden ne olsa beğenirsiniz! Bir kocaman avcı elinde tüfek kapıdan dalıverdi. Beni “Seni hain kurt, büyükanneyi yedin değil mi?..” diye suçlamaz mı!.. Halbuki büyükannenin kılına bile dokunmadım, O da saklandığı yerden çıkıp beni korumaya çalışmadı. Malum yaşlılık, kulakları iyi duymuyor. Avcı mahkeme yapmadan infaz kararımı verdi. Tabi ben de adalet bulamayacağımı, hatta canımı yitireceğimi anlayıp pencereden zor attım kendimi. Geçirdiğim büyük korkunun sarsıntısı yetmiyormuş gibi o gün, bu gün ormanda bile yüzümü rahat gösteremez oldum. Adım haine çıktı. Artık kimse beni sevmiyor. Ne kadar yalnızım tahmin bile edemezsiniz.
GELECEĞİN SUÇLUSUNU YETİŞTİRMENİN 10 BASİT KURALI
- Daha küçükken çocuğa istediği her şeyi vermeye başla. Bu şekilde o, bütün dünyanın onun geçimini sağlamak zorunda olduğuna inanacaktır.
- Kötü sözler söylediği zaman gül. Böylece o kendisinin akıllı olduğuna inanacaktır.
- Ona ahlakî hiçbir eğitim verme. “21 yaşına geldiğinde kendisi karar versin.” diye bekle.
- Yerde bıraktığı her şeyi kaldır. Kitapları, ayakkabılarını, elbiselerini… Onun için her şeyi sen yap ki, o bütün sorumlulukları başkalarına yüklemeye çalışsın.
- Onun önünde sık sık kavga edin. Bu sayede bir gün aile parçalanırsa o da o kadar şaşırmayacaktır.
- Çocuğa istediği kadar harçlık ver. Hiçbir zaman kendi parasını kazanmasın. Hayatta karşılaştığın güçlüklerle onun da karşılaşmasına ne gerek var.
- Yiyecek, içecek ve konforla ilgili bütün arzularını yerine getir. İstediklerini yapmamak tehlikeli soğukluklara neden olabilir.
- Komşulara, öğretmenlere, polislere karşı daima onun tarafını tut. Onların hepsinin çocuğa karşı peşin hükümleri vardır.
- Günün birinde başına gerçekten bir bela gelirse, ona bir şey yapmadın diye kendinden özür dile.
- Onu felaket ile dolu bir hayat için hazırla. Mutlaka onu bulursun.
Hazırlayan: Houston Polis Müdürlüğü
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Küçük parçalara ayırdığınız takdirde üstesinden gelemeyeceğiniz
hiçbir iş yoktur.” Henry Ford
“Neyi arzuluyorsanız, bütün dikkatinizi onun üzerinde yoğunlaştırın; eninde sonunda gerçekleştiğini göreceksiniz.” Steve Chandler
“Yalanlamak ve reddetmek için okuma! İnanmak ve her şeyi kabullenmek için de okuma! Konuşmak ve nutuk çekmek için de okuma! Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku!” F. Bacon
“Okumadan geçen bir gün, yitirilmiş bir gündür.” J. P. Sartre
“Bir güzel söz söyleme sanatı varsa, bir de güzel anlama ve dinleme sanatı vardır.”
Epiktetos
“Büyük insanları büyük görmemizin sebebi, bizim dizlerimiz üzerine çökmemizdir. Diz üstü çökmeyi bırakıp biz de ayağa kalkmalıyız.” Robert Collier
“Fark, birileri farklı olmaya çalışırken, kendin olmaktır hayatta. Bil ki seçici olmamak, geçici olmaya mahkum kalmaktır aslında.” Paul Auster
ANNE-BABA VE ÇOCUK İLETİŞİMİNİN ENGELLERİ
- Yerli-yersiz sürekli öğüt vermek.
- Her zaman kontrol altında tutmaya çalışmak.
- Korkutmak, tehdit etmek.
- Aşırı ve ölçüsüz serbestlik.
- İlgisiz ve başıboş bırakmak.
- Sürekli eleştirmek.
- Daima suçlamak.
- Aşırı yasakçı bir anlayış.
- Hakaret etmek.
- Alay etmek.
- Dövmek.
- Aşırı koruyucu olmak.
- Çocuğa inanmamak ve güvenmemek.
- Başkalarıyla kıyaslamak.
- Dinlememek.
- Değer verdiklerini önemsememek.
- Sürekli emir vermek.
- Çocuğa zaman ayırmamak.
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Vazgeçmemek, yapabilmenin yüzde 95’idir.” D. J. Schawartz
“Başarılarında gururlu olma; bil ki gurur, gelecekteki başarılarının
en büyük düşmanıdır.”
“Başarılı insanların hayatları incelendiğinde şu görülmüştür: Sıradan bir insanın öne sürebileceği tüm bahaneler, başarılı insanlar tarafından da ileri sürülebilecekken ileri sürülmemiştir.” D. J. Schawartz
“Eğer irade gücünüzün pek olmadığını düşünüyorsanız,
kendi başarınızı engelliyorsunuz demektir.” Steve Chandler
Zirvelerde kartallar da bulunur yılanlar da. Ancak birisi oraya süzülerek,
diğeri ise sürünerek gelmiştir. Önemli olan nereye gelmiş olduğunuzdan çok,
nereden ve nasıl geldiğinizdir.” Cenap Şahabettin
“Başkasından üstün olmamız önemli değildir. Asıl önemli olan şey, dünkü halimizden üstün olmamızdır.” Hint Atasözü
“Çalışmak bizi şu üç beladan kurtarır: Can sıkıntısı, kötü alışkanlıklar ve
yoksulluk.” Voltaire
ABRAHAM LİNCOLN’DEN, ÖĞRETMENE MEKTUP
Öğrenmesi gerekli biliyorum, tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşı kendini adamış bir lider vardır. Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona.
Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu, kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı. Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu. Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırakın erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını.
Eğer yapabilirsen, ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona gökyüzündeki kuşların, güneşin, yerdeki arıların, yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı.
Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi. Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.
Herkes birbirine takılmış, bir yönde giderken kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma Tüm insanları dinlemesini sadece iyi olanları almasını da öğret.
Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini, gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını da öğret ona. Herkesin kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini.
Ona, kuvvetini, beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat hiç bir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret oğluma. Uyuyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını da öğret.
Ona nazik davran ama onu kucaklama, çünkü ancak ateş çeliği saflaştırır. Biraz sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.
Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır.
NOT: Bu mektubu, oğlunun öğretmeni için kaleme alan kişi (ABD Başkanlığı) yapmış Abraham Lincoln’dur.
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Geçmişte kim olduğunu bilmek istiyorsan, şu an kim olduğuna bak. Kim olacağını bilmek istiyorsan, ne yaptığına bak.” Gautama Buddha
“Gerek yokken yanındalar, ihtiyacın olduğunda uzakta. Unutma ki, kimi hayatına girdiğinde hayatını aydınlatr, kimisi çıktığnda.”
Lev Tolstoy
ÇOCUKLARIMIZA ÖĞRETTİKLERİMİZ
DUALARIN GÜCÜNÜ: “Yat kalk dua et ki baban müzik setinin bozulduğunu fark etmedi...”
ZAMANA KARŞI YARIŞMAYI: “O oyuncaklarını topla yoksa bi tekme attığım gibi hepsini karşı sahilden toplarsın..”
MANTIKLI DÜŞÜNMEYİ: “Ben öyle diyosam öyledir...!”
İLERİ GÖRÜŞLÜ OLMAYI: “Çıkmadan önce temiz bi çamaşır giy.. yolda Allah korusun başına bir şey gelir kirli çamaşırla etrafa rezil olursun.”
HAYATIN TRAJİKOMİK YANLARINI: “Sen daha orda gülmeye devam et, birazdan ben seni tam güldürücem.”
HAYATIN ÇELİŞKİLERLE DOLU OLDUĞUNU: “Kapa çeneni ve çorbanı iç ..!”
DAYANIKLI OLMAYI: “O ıspanak bitene kadar sofradan kalkmak YOK..!!!”
HAVA RAPORU TAHMİNİ YAPMAYI: “ Şu dağınıklığa bak, yabancı biri görse odanın ortasından kasırga geçmiş sanır...”
ABARTMAYI: “Sana 500 bin defa söyledim kirli ayakkabılarınla içeri girme diye..!!”
DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİNİ: “Babana çekeceğine biraz bana çekseydin n’olurdu”
OLAĞANÜSTÜ DURUMLARA HAZIRLIKLI OLMAYI: “Dinleme bakalım anne sözü dinlemee...!!! ‘Kafana meteor düşecek kenara çekil” diye bağırsam onu bile dinlemezsin di mi......!!!!”
KISKANMAYI: “ Dünyada senin annen baban gibi mükemmel bi aileye sahip olmayan, kaç milyon çocuk var biliyor musun...”
SABIRLI OLMAYI: “Baban eve gelsin, sen görürsün’’
HAKKIMIZI ALACAĞIMIZI: “Eve vardığımızda ben bilirim sana yapacağımı”
DİYALOG KURMAYI:
— Sana bir şey sorduğumda cevap ver!
— Ne söyleyeyim anne?
— Sus! Bana cevap verme!
TIP BILGİLERİNİ: “Gözlerini şaşı yaparken bir gün öyle kalıvereceksin”
OLGUN OLMAYI: “Bu tabağın hepsini bitirmezsen asla büyüyemezsin.”
BİLGELİĞİ: “Benim yaşıma gel de anlarsın o zaman.”
ADALETİ: “Bir gün senin de çocukların olacak.. İnşallah onlar da sana senin şimdi bana yaptıklarını yaparlar...”
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Giden sizin için çok değerli de olsa, kapıyı örtün ki; içeride kalanlar üşümesin.”
Paulo Coelho
ÇOCUK NEYİ NASIL ÖĞRENİR?
Eğer bir çocuk:
Kınanarak yaşarsa SUÇLAMAYI öğrenir,
Düşmanca davranışlar içinde yaşarsa KAVGA ETMEYİ öğrenir,
Alay edilerek yaşarsa SIKILGANLIĞI öğrenir,
Utanç içinde yaşarsa SUÇLULUK DUYMAYI öğrenir,
Hoşgörüyle yaşarsa SABIRLI OLMAYI öğrenir,
Teşvik edilerek yaşarsa GÜVENMEYİ öğrenir,
Değer verilerek yaşarsa SAYGI DUYMAYI öğrenir,
Eşitlik ortamında yaşarsa ADALETİ öğrenir,
Güven duygusu içinde yaşarsa İNANMAYI öğrenir,
Beğenilerek yaşarsa KENDİSİNDEN HOŞLANMAYI öğrenir,
Kabul ve Dostluk içinde yaşarsa DÜNYADA SEVGİ ARAMAYI öğrenir,
Düşmanlıklar içinde büyürse SALDIRGANLIĞI öğrenir,
Sevgi içinde büyürse GÜVENMEYİ, HAYATI SEVMEYİ öğrenir,
ÇOCUK AİLENİN, AİLE DE TOPLUMUN ÜRÜNÜDÜR.
ÇOCUK YAŞADIĞINI ÖĞRENİR.
ÇOCUĞUMU YENİDEN YETİŞTİRMEM MÜMKÜN OLSAYDI
Ona işaret parmağımı kaldırıp yasaklar koymak yerine, parmaklarıyla resim yapmayı öğretirdim.
Hatalarını az düzeltir, onunla daha çok yakınlık kurmaya çalışırdım.
Onu sadece gözlerimle izler, saat kısıtlamaları koymazdım.
Daha bilgili olmaya çalışır, daha çok şefkat gösterirdim.
Onunla daha çok yürüyüşlere çıkar, uçurtmalar uçururdum.
Ona karşı ciddi bir tavır içinde olmak yerine, onunla oyun oynardım.
Onunla kırlarda koşar, yıldızları seyrederdim.
Onunla daha az çekişir, ona daha çok sarılırdım.
Önce benlik saygısı kazanmalarını sağlar, sonra bir ev almaya çalışırdım.
Ona her zaman katı davranmaz, onu daha çok onaylar ve yüreklendirirdim.
Güç konusunda daha az ders verir, sevgi konusunda daha çok şey öğretirdim.
Çocuğumu yeniden yetiştirmem mümkün olsaydı,
Onun, ne kadar ÖNEMLİ bir varlık olduğunu hissetmesini sağlardım.
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
Gideceğin yoldan eminsen, engeller dinlenme noktan olmaktan öteye gidemez.
ÇOCUĞUNUZA SÖYLEMENİZ GEREKEN İLK 10 ŞEY!
Ne olursa olsun seni seviyorum.
Çocuklarınızın onları koşulsuz sevdiğinizi bilmelerini sağlayın. Onları sevmeniz için her zaman iyi, başarılı ya da akıllı olmaları gerekmediğini vurgulayın. Onların başarı ve başarısızlıklarını sevin.
Sana saygı duyuyorum.
Çocuklar da saygıyı hak ederler! Çocuklarınıza saygı gösterdiğinizde, onlara başka insanların değer ve sınırlarına saygı duymayı da öğretirsiniz.
Kararını destekliyorum.
Onlara zarar verecek bir şey olmadığı sürece kararlarını destekleyin. Hayal ve hedefleri ebeveynleri tarafından desteklenmediği için ömür boyu gücenme ve pişmanlık duygularıyla yaşayan pek çok yetişkin vardır.
Seni dinliyorum.
Hüküm vermeden ve eleştirmeden dinleyin. Kendinizi referans göstermeden dinleyin. Yalnızca dinlemek niyetiyle dinleyin. Söylediklerini anlamanız, bir şeye bağlamanız ya da beğenmeniz gerekmez. Yalnızca dinleyin.
Günüme renk katıyorsun!
Çocuğunuzun, yaşamınıza ne kadar çok neşe kattığını bilmesini sağlayın. Onlara bir lütuf olduklarını gösterin.
Benim çocuğum olduğun için çok şanslıyım.
Onlara, hayran olduğunuz eşsiz niteliklerden bahsedin. Beceri ve yeteneklerini sizinle paylaşmalarını teşvik edin.
Biraz daha anlatsana.
Zararsız sorular sorun. Konuşmalarından keyif aldığınızı hissettirin. Dikkatinizi verdiğinizi göstermek için, tonlama ve vücut dilinden yararlanın. Söylediklerine karşı ilgili olun; ama sözlerini kesmeyin.
Anlamak istiyorum.
Çocuğunuzun içinde bulunduğu durumu anlamadıysanız, bunu ona söyleyin. Sizinle paylaşmasını isteyin; ama zorlamayın. Kendi isteğiyle size gelmesini sağlayın.
Teşekkür ederim.
Onların sorumluluğunda bile olsa minik şeylerden dolayı minnet duyduğunuzu gösterin. Siz sormadan bir şey yaptıklarında teşekkür edin.
Sana yardım edeyim.
Çocuğunuzun yardıma ihtiyacı varsa, yanında olun. Sevgi ve ruhunuzla orada bulunun.
İMKÂNSIZI GERÇEKLEŞTİRMEK
Konfüçyüs, bir gün elinde bir cam kavanoz, öbür elinde irice, kırmızı bir elmayla sınıfa girdi. Girer girmez sağ elini havaya kaldırarak sordu: “Bu elimde gördüğünüz şey nedir?” “Kavanoooz!” diye koro halinde cevap verdi öğrenciler. Konfüçyüs diğer elini havaya kaldırdı: “Peki bu nedir?” “Elmaaa...” Ellerini indirdi. Kavanozu kürsünün önüne koydu. Elindeki elmayı içine attı. Gülümseyerek sınıfa döndü. “Kavanozdan çıkarmayı başaran elmayı yer.” Çocuklardan biri kalktı. “Ben çıkarabilirim.” “Gel, çıkar bakalım.” dedi Konfüçyüs. Elini kavanoza rahatça soktu, elmayı kolayca avuçladı. Ama bir türlü elmayı dışarı çekemedi. Elma ile birlikte eli kavanozun ağzına sığmıyordu. Fakat çocuk elmayı da bırakmak istemiyordu. Konfüçyüs’e yalvarırcasına baktı: “Hocam, elimi kurtaramıyorum.” “Elmayı bırak!” dedi Konfüçyüs. “Ama elmayı yemek istiyorum.” Bütün sınıfla birlikte Konfüçyüs de bir kahkaha attı: “İki şeye aynı anda her zaman kavuşamayabilirsin, oğlum. Tercih yapmak zorunda kalabilirsin.” Çocuk düşünüyor, formül arıyor, ama bulamıyordu. Ya eli kavanozda kalacak ki o takdirde zaten elmaya kavuşamayacaktı ya da elmadan vazgeçip elini kurtaracaktı. İki şıkta da elmayı yeme zevkinden mahrum kalıyordu. Mecburen elmadan vazgeçti, elini kurtardı. Konfüçyüs sınıfa sordu “Başka denemek isteyen var mı?” Birkaç çocuk daha denemek istedi, ama başarılı olamadılar, Sonunda herkes yerine oturdu... Konfüçyüs sınıfa dikkatle baktı. “Peki, bu elmayı kavanozdan ben çıkarabilir miyim?” “Hayıır!...” diye bağırdı tüm sınıf “İmkansııız.” Konfüçyüs imkânsızı başardı. Herkesin gözünün önünde avucunu açtı. Kavanozu ters çevirdi, elma yuvarlanarak eline düştü. Bu sonucu gören herkes çok şaşırmıştı. Bu kadar basit bir yöntem neden kendi akıllarına gelmemişti? Konfüçyüs ise herkesin aksine son derece ciddi görünüyordu “Çocuklar!” dedi. “Aslında bu göründüğü kadar basit bir şey değil.” “Ama çok basit!” diye cevap verdi çocuklardan biri. “Kavanozu ters çevirince elma avucuna düşüyor.” “Görünene aldanma evlat!” derken konuşan çocuğa Konfüçyüs. Elma tutan elini havaya kaldırdı, herkese gösterdi:
“Gerektiği zaman bir şeyi bırakabilmek, gerçekten basit bir iş değil.”
Bırakmanız gereken şey bazen bir elma olabilir.
Bırakmanız gereken şey bazen bir makam olabilir.
Bırakmanız gereken şey bazen bir maaş olabilir.
Bırakmanız gereken şey bazen bir unvan olabilir.
Bırakmanız gereken şey bazen bir rütbe olabilir.
“Unutmayın ki bırakmanız gerekeni bırakmadan özgür olamazsınız.”
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Hayat seni güldürmüyorsa, espriyi anlamadın demektir.” Çehov
ARKADAŞLIK
Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. "Arkadaşlarınla tartışıp, kavga ettiğin her zaman bu tahtaya bir çivi çak!" demiş. Genç, ilk gün tahtaya 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün daha az çivi çakmış. Nihayet bir gün gelmiş ki genç tahtaya hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahtanın önüne götürmüş. Gence "Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahtadan bir çivi çıkar." demiş. Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası oğluna "Aferin! İyi davrandın ama bu tahtaya dikkatli bak. Çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak" demiş. Arkadaşlarla tartışılıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin, ama bu delik aynen kalacak kapanmayacak. Bir arkadaş ender bulunan bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir, ihtiyaç duyduğunda sana yardımcı olur, seni dinler ve sana yüreğini açar." demiş.
ASIL FAKİRLİK
Günlerden bir gün gerçekten zengin bir baba oğlunu yakın bir köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.
Yolculuktan dönüşlerinde baba oğluna sordu:
— İnsanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?
— Evet!
— Ne öğrendin peki?
Oğlu cevap verdi:
— Şunu gördüm: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar.”
Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu ekledi:
— Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!”
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Üzülme! Dert etme can!.. Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan... Ne mutlu sana!.. Elinde olmayanları söyleme bana...
“Hiçbir işi imkânsız diyerek bırakma. Ertesi gün başkalarının o işi başarırken çıkardığı gürültüyle uyanırsın...”
BİR ÇOCUĞUN DUYARLILIĞI
Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu. Çocuk sordu: “Çikolatalı pasta kaç para?..” “50 cent!..” Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu: “Peki dondurma ne kadar..” “35 cent” dedi garson kız sabırsızlıkla.. Dükkanda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki? Çocuk parasını bir daha saydı ve “Bir dondurma alabilir miyim lütfen?” dedi. Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu birden. Masayı sanki akan yaşları ile temizleyecekti. Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bahşiş olarak bıraktığı 15 cent duruyordu.
BİR SAAT
Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki oğlunu kapının önünde beklerken bulmuş. Çocuk babasına: “Baba 1 saatte ne kadar para kazanıyorsun?” diye sormuş. Zaten yorgun gelen adam “Bu seni ilgilendirmez.” diye cevaplamış. Bunun üzerine çocuk: “Babacığım lütfen bilmek istiyorum.” diye cevap vermiş. Adam, “İlla ki bilmek istiyorsan 20 dolar kazanıyorum.” diye cevap vermiş. Bunun üzerine çocuk, “Peki bana 10 dolar borç verir misin?” diye sormuş. Adam iyice sinirlenip: “Benim, senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok, hadi derhal odana git ve kapını kapat” demiş. Çocuk sessizce odasını çıkıp kapısını kapatmış adam sinirli sinirli “Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder!” diye düşünmüş aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşmiş ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşünmüş belki de gerçekten lazımdı. Yukarı çocuğun odasına çıkmış ve kapıyı açmış. Yatağında olan çocuğa: “Uyuyor musun?” diye sormuş. Çocuk, “Hayır” demiş. “Al bakalım istediğin 10 doları sana az önce sert davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim.” demiş. Çocuk sevinçle haykırmış: “Teşekkür ederim babacığım.” Yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkarmış, adamın suratına bakmış ve yavaşça paraları saymış bunu gören adam iyice sinirlenerek: “Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?” demiş. Çocuk, “Ama yeterince yoktu” demiş ve paraları babasına uzatarak: “İşte 20 dolar, 1 SAATİNİ BANA AYIRIR MISIN?” demiş...
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Peki, bir deneyeceğim ama bu işin olacağını sanmıyorum.” tavrı,
başarısızlığı getirir.” D. J. Schawartz
İKİ KARDEŞ
Erkek kardeşlerin ikisi de babalarından kalma çiftlikte çalışırlardı. Kardeşlerden biri evliydi ve çok çocuğu vardı. Diğeri ise bekardı. Her günün sonunda iki erkek kardeş ürünlerini ve kârlarını eşit olarak bölüşürlerdi. Günün birinde bekar kardeş kendi kendine: “Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de hakça değil.” dedi, “Ben yalnızım ve pek fazla ihtiyacım yok.” Böylelikle, her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin evindeki tahıl deposuna götürmeye başladı. Bu arada evli olan kardeş, kendi kendine: “Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de hakça değil, üstelik ben evliyim, bir eşim ve çocuklarım var ve yaşlandığım zaman onlar bana bakabilirler. Oysa kardeşimin kimsesi yok, yaşlandığı zaman hiç kimsesi yok bakacak” diyordu. Böylece evli olan kardeş her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin tahıl deposuna götürmeye başladı. İki kardeş de yıllarca ne olup bittiğini bir türlü anlayamadılar, çünkü her ikisinin de deposundaki tahılın miktarı değişmiyordu. Sonra, bir gece iki kardeş gizlice birbirlerinin deposuna tahıl taşırken çarpışıverdiler. O anda olan biteni anladılar. Çuvallarını yere bırakıp birbirlerini kucakladılar. Hayattaki en yüce mutluluk, sevildiğimize inanmaktır.
KURABİYE HIRSIZI
Bir gece genç bir kadın havaalanında uçağının kalkmasını bekliyordu. Daha epeyce zaman vardı. Havaalanındaki dükkândan bir kitap ve bir paket de kurabiye alıp, kendisine oturacak bir yer buldu ve kitabını okumaya başladı. Kendisini okumaya öyle kaptırmıştı ki, yanında oturan adamın aralarındaki paketten birer birer kurabiye aldığını paket yarıya geldiğinde fark edebildi. Görmezden gelmeye karar verdi. Gözü bir yandan da saatteydi, “kurabiye hırsızı” yavaş yavaş kurabiyelerini tüketirken. Her kurabiyeye uzandığında adam da uzatıyordu elini. Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca “ Bakalım şimdi ne yapacak?” dedi kendi kendine. Adam yüzünde bir gülümsemeyle son kurabiyeyi aldı, ikiye böldü. Yarısını ağzına atıp, diğer yarısını kadına uzattı. “Aman Allah’ım, ne cüretkâr ve kaba bir adam!” diye düşündü kadın. Hayatında bu kadar sinirlendiğini hatırlamıyordu.Uçağının kalkacağı anons edildiğinde eşyalarını topladı ve dönüp “kurabiye hırsızı”na bir kere bile bakmadan, çıkış kapısına yürüdü.
Uçağa bindi, koltuğuna oturdu. Bitmek üzere olan kitabını almak için çantasını açtı ve çantanın içinde duran bir paket kurabiyeyi gördü. Adamın onunla kurabiyelerini paylaştığını, özür dilemek için çok geç olduğunu anladı üzüntüyle. Kaba ve cüretkâr olan “kurabiye hırsızı” asıl kendisiydi.
TOPLAM BORÇ 14 DOLAR 75 SENT
Küçük oğlu annesine geldi ve ona kağıdı uzattı. Annesi ellerini önlüğüne kuruladıktan sonra kağıdı okumaya başladı;
Çimleri biçtiğim için 5 dolar
Odamı temizlediğim için 1 dolar
Alışverişe gittiğim için 50 sent
Küçük kardeşime baktığım için 25 sent
Çöpü attığım için 1 dolar
İyi bir karne getirdiğim için 5 dolar
Bahçeyi temizlediğim için 2 dolar
Odamı temizlediğim için 1 dolar
Alışverişe gittiğim için 50 sent
Küçük kardeşime baktığım için 25 sent
Çöpü attığım için 1 dolar
İyi bir karne getirdiğim için 5 dolar
Bahçeyi temizlediğim için 2 dolar
Toplam borç 14 dolar, 75 sent
Anne, umutla kendisine bakan oğlunun elinden kağıdı aldı ve kağıdın arka yüzüne şunları yazdı;
Anne, umutla kendisine bakan oğlunun elinden kağıdı aldı ve kağıdın arka yüzüne şunları yazdı;
Seni 9 ay karnımda taşıdım BEDAVA
Hasta olduğunda başında bekledim BEDAVA
Hasta olduğunda başında bekledim BEDAVA
Elimden geleni yaptım BEDAVA
Senin için dua ettim BEDAVA
Senin için gözyaşı döktüm BEDAVA
Senin için geceler boyu uykusuz kaldım BEDAVA
Oyuncaklarını topladım BEDAVA
Senin için gözyaşı döktüm BEDAVA
Senin için geceler boyu uykusuz kaldım BEDAVA
Oyuncaklarını topladım BEDAVA
Yemeğini hazırladım BEDAVA
Giysilerini yıkadım, ütüledim BEDAVA
Ve bunların hepsini topladığın zaman gerçek sevginin bedelinin olmadığını görürsün, bedavadır çünkü...
Oğul annenin yazdıklarını okuyunca gözleri doldu.
Annesine baktı, “Anneciğim, seni seviyorum.” dedi ve kalemi alarak bu kağıda
“HEPSİ ÖDENMİŞTİR” yazdı.
Ve bunların hepsini topladığın zaman gerçek sevginin bedelinin olmadığını görürsün, bedavadır çünkü...
Oğul annenin yazdıklarını okuyunca gözleri doldu.
Annesine baktı, “Anneciğim, seni seviyorum.” dedi ve kalemi alarak bu kağıda
“HEPSİ ÖDENMİŞTİR” yazdı.
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Ey insan! Kafdağı kadar yüksekte olsan da, kefene sığacak kadar küçüksün. Unutma: her şeyin bir hesabı var. Üzdüğün kadar üzülürsün.” Mevlana
“Acı ve acı çekme büyük bir zekâya ve duyarlı bir yüreğe sahip kişiler için her zaman kaçınılmazdır.” Dostoyevski
“Ağlayanı güldürebilmek; ağlayanla, ağlamaktan daha değerli.”
“Başkasının izinde yürüyen, iz bırakamaz.” Joan I. Brannon
HERKES KENDİ KURDUĞU EVDE YAŞAR
Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren müteahhidine, çalıştığı konut yapım işinden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti. Emekli olmak ihtiyacındaydı, ne var ki. Müteahhit iyi işçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve işe girişti, ne var ki gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!.. İşini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı. "Bu ev senin." dedi,"Sana benden hediye." Marangoz şoka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar mıydı?
Bizim için de bu böyledir. Gün ve gün kendi hayatımızı kurarız. Çoğu zaman da, yaptığımız işe elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da, şoka girerek, kendi kurduğumuz evde yaşayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklı yaparız. Ne var ki, geriye dönemeyiz. Marangoz sizsiniz. Unutmayın! Herkes kendi hayatının marangozudur. Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz. "Hayat bir kendin yap tasarımıdır." demiştir biri. Bugün yaptığınız davranış ve seçimler, yarın yaşayacağınız evi kurar. Öyle ise onu akıllıca kurun.,
Evet, bugün aldığınız kararlar, ortaya koyduğunuz davranışlar, sarf ettiğiniz sözler yarın yaşayacağınız evin malzemeleridir. Elinizden gelenin azını değil, fazlasını yapın ki o evin içinde uzun yıllar huzurla yaşayabilesiniz.
Evet, bugün aldığınız kararlar, ortaya koyduğunuz davranışlar, sarf ettiğiniz sözler yarın yaşayacağınız evin malzemeleridir. Elinizden gelenin azını değil, fazlasını yapın ki o evin içinde uzun yıllar huzurla yaşayabilesiniz.
GELİNCİK VE BEBEK
Uzaklarda bir köyde, kocası çocuğu doğmadan ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşır. Bir kaç ay sonra kadının çocuğu doğar. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Günler geçer ve kadın bir gün bir kaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde bırakmak zorunda kalır. Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelinciği ve kanlı ağzını görür. Anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı. Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir.Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür.
HAYDİ! HAYATINIZI BİRAZ SADELEŞTİRİN!
Gelin yaşamımızı sadeleştirelim. Küçük şeylerden mutlu olmayı öğrenelim
Hep birlikteyken de TV’lere dönük mü oturuyorsunuz? Birlikteyken yine de “ayrı ayrı” mısınız? Bundan rahatsız olmuyor musunuz? Gelin, yönümüzü “ailemize” çevirelim. En son ne zaman ailece kitap okudunuz, oyun oynadınız veya ailece yarışma yaptınız. Ya da şöyle sorayım; En son ne zaman dolu dolu sohbet ile suratınızda tebessümlerle tatlı bir gece geçirdiniz. Bu sorulara; “Zamanını hatırlamıyorum bile!” “Çok seyrek de olsa yaparız.” “Böyle geceler yaşamak mı diyorsunuz, bizim evde geceleri kimse birbirini görmez bile!” diye gelen cevapları duyar gibiyim. Mutlaka farklı olanlar vardır, yani gecelerini ailesiyle dolu dolu geçiren aileler mutlaka vardır. Fakat ne acıdır ki toplumumuzun geneli ailece oldukları bu güzel zaman dilimlerini birbirlerinden kopuk bir biçimde geçirmektedir. Öyleyse bir de şöyle bir soru sorayım; En son ne zaman ailece TV karşısına geçtiniz de, bütün gecenizi sohbet etmeksizin televizyona kilitlenerek geçirdiniz. Ve maalesef ki bu soruya da “Daha dün.” diye cevap verenlerin sayısının çok olduğunu düşünüyorum. Hatta artık evlerdeki TV fazlalığından ailenin her üyesinin ayrı bir mekânda olduğunu görüyoruz. Yani televizyon seyrederken bile aileler birbirleri ile aynı mekânı paylaşmıyorlar. Ailelerdeki genel sahne: Anne baba bir odada dizi seyrediyor, bir çocuk diğer odada bilgisayar başında, bir diğeri müzik dinliyor veya bir başka iş ile uğraşıyor. Ve nice günler bu şekilde diyalogsuz ve paylaşımsız geçiyor. Ve bir süre sonra tek paylaşım konusu sorunlar veya harçlıklar oluveriyor. Kısacası çocuk anne-baba ile zaman geçirmekten zevk alamamaya başlıyor. Ne dersiniz, siz de bu durumdan rahatsız değil misiniz? Ailece birlikte olmayı özlemediniz mi? Öyleyse bu olumsuz gidişe bir “Dur!” diyelim. Ve hayatımızı SADELEŞTİRELİM. Hayatımızı nasıl sadeleştirebilir ve ailemize zaman ayırabiliriz? Öncelikle evde en fazla sizi meşgul eden teknoloji malzemelerini belirleyin. Sonra ailenizle birlikte olabilmeyi arzu ettiğinizi ve bunun bir zorlama olmadığını sadece hepinizin buna ihtiyacı olduğunu ve geçirilecek zamanın çok keyifli olabileceğini açıklamak üzere bir toplantı yapın. İşe, bu teknoloji malzemeleriyle geçirilen zamanın azaltılmasıyla başlayın. Ailenize neler yapılabileceği konusunda fikirlerini sorun. Gelen fikirleri listeleştirin ve herkesin hoşlanacağı bir şekilde listede yazanları hayatınıza geçirin. Belki bazı günler kitap okuma saatleri organize edebilir, bazı günler oyun oynayabilirsiniz. Bu süreçten ailenizin zevk almasını sağlayın. Bilgisayar ve TV karşısında boşa geçirilen saatlerinin fazlalığını fark etmelerini sağlayın. Aslında zamanımız çok! Hayatınızı yavaş yavaş sadeleştirmeye başladığınızda aslında çok hızlı, gürültülü ve yoğun yaşadığınızı fark edeceksiniz.
ÜÇ EVLAT
Üç kadın çeşme başında toplanmış konuşuyorlardı. Az ötede ihtiyarın biri oturmuş, kadınların çocuklarını methetmelerini dinliyordu.
Kadınlardan biri:
— Benim oğlum öyle marifetlidir ki, hiç kimse bu konuda onunla boy ölçüşemez... Tam bir cambazdır o! İp üzerinde bir yürüse de görseniz.
Diğer kadın heyecanla atılarak:
— Benim oğlumun sesini bilseniz, dedi. Tıpkı bir bülbül gibi şakır. Yeryüzünde hiç kimsenin böyle bir sesi yoktur. Allah vergisi bu...
Üçüncü kadın susup duruyordu. Diğerleri sordular:
— Sen çocuğunu niye övmüyorsun?
-Nesi var ki? Çocuğumun çok üstün bir tarafı yok ki... Ne diye durup dururken öveyim onu.
Kadınlar kovalarını doldurup yola koyuldular. İhtiyar adam da peşleri sıra yürümeye başladı. Kadınlar ağır kovaları taşımakta güçlük çektikleri için ara sıra duruyor ve dinleniyorlardı. Sırtları ağrı içindeydi. Bu sırada çocukları onları karşılamaya çıktı.
Birinci çocuk hemen elleri üzerinde havaya kalkmış, çeşitli marifetler gösteriyordu. Kadınlar gözleri hayretten büyümüş haykırdılar:
— Aman ne kabiliyetli çocuk!..
İkinci çocuk altın gibi bir sesle öyle güzel şarkılar söyledi ki, kadınlar gözleri yaşlarla dolu hayranlıkla dinlediler onu... Üçüncü çocuk koşarak geldi, annesinin elinden kovayı aldı ve eve kadar taşıdı. Kadınlar ihtiyara dönüp:
— Bizim çocuklarımız hakkında ne diyorsun, dediler. İhtiyar şaşkınlıkla:
— Çocuklarınız mı? dedi. Onları bilmem. Yalnız biri vardı, annesinin elinden kovayı alıp eve taşıdı. Onu çok beğendim...
NASIL İNSAN OLURUZ?
Bir bilgeye "Nasıl insan oluruz?" diye sormuşlar.
"Üç adım atlama" gibi bir cevap vermiş bilge kişi:
Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir, İnsanlığa attığın ilk adım budur...
Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın.
Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun.
BAŞARMANIN ALTIN KURALLARI
Hedefinizi belirleyin
Güçlük ile başarısızlığı birbirinden ayırın
Geçmişe bağlanmayın, ancak ders alın
Ustanın yanına çırak olun, işi öğrenin
Show yapmayın
Başarıya ulaşanları inceleyin
Kendi çalışacağınız takımı kurun
Başarıyı para ile ödüllendirin.
Masada oturan yönetici olmayın
Takım arkadaşlarınıza saygı duyun
Çağdaş imkânlardan yararlanın
Bilgili olun, bilgi değişimini izleyin
Ailenizle işinizi ayırmayı asla ihmal etmeyin
Kendi başınıza filizlenin
Yaşınızı işinize bulaştırmayın
Başarıyı ekibinizle paylaşın
Verginizi ödeyin
Topluma karşı saygılı olun
Daima güvenilir olun
Dünyada yalnız siz yoksunuz, başkaları da var
Hırçın olmayın
Başarıyı üstün güç olarak kullanmayın
Dinlenmeyi bilin
Rakiplerinizle dost olun
Farklı fikirleri ve kişileri dinleyin
Başarınızı, paranızı ve şöhretinizi taşımayı bilin
Başkalarını dinlemeye önem verin
Ayağınızı yorganınıza göre uzatın
Birçok işi aynı anda yapmayın
Özgün olun
Geçmişle vedalaşın
Yaşayarak ölün, yaşamadan ölmeyin
İşinizde 1 (Bir) Numara olun
Değişen şartlara uyun
Sakıp Sabancı
TUZ VE SU
Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
"Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle: "Acı" diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:"Tadı nasıl?" "Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak. "Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam, "Hayır" diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:
"Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."
BİR HAYAT REHBERİ!
Hayatta ki en etkili güç... SEVGİ !
En büyük mutluluk... VERMEK !
Onsuz olunması en kötü şey... ÜMİT !
En yıkıcı alışkanlık ... KAYGI !
Dünya üzerinde ki en inanılmaz bilgisayar... BEYİN !
En büyük kayıp... ÖZ SAYGIYI YİTİRMEK !
En büyük doğal enerji kaynağı... GENÇLİK !
En çirkin kişilik özelliği... BENCİLLİK !
Üstesinden gelinmesi gereken en büyük sorun... KORKU !
En güzel kıyafet... GÜLÜMSEYİŞ !
Başarıyı engelleyen en güçlü düşman... MAZERET !
Toplumda istenmeyen en tehlikeli kişi... DEDİKODUCU !
En güç dolu sözcük... YAPABİLİRİM !
En değersiz duygu... KENDİNE ACIMAK !
En çok güç veren aşı... CESARETLENDİRMEK !
En etkili uyku ilacı... ZİHİN HUZURU !
En takdir edilen iyilik... GÜVENİLİRLİK !
En memnun edici iş... YARDIM ETMEK
YOLUMUZDAKİ ENGELLER
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak diye başlamış beklemeye.
Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer gelmişler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girmişler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirmiş. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkagelmiş. Saraya meyve ve sebze getiriyormuş. Sırtındaki küfeyi yere indirip iki eli ile kayaya sarılmış ve ıkına sıkına itmeye başlamış. Sonunda kan ter içinde kalmış ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereymiş ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu görmüş. Açmış ki bir de ne görsün, kese altın doluydu. Bir de kralın notu varmış içinde. "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders vermişti. "Her engel, hayat şartlarımızı daha iyileştirecek bir fırsattır."
İYİ BİR GÖZLEMCİ OLMAK
Kimya hocası, kötü kokulu bir sıvıyı masanın üzerine koyarak öğrencilerine:
— Gözlem yeteneklerinizi iyi kullanmıyorsunuz, dedi. Ve bir parmağını sıvının içine sokarak ağzına götürdü. Öğrencilerinden de aynı şeyi yapmalarını istedi. Öğrenciler, ister istemez parmaklarını sıvıya batırdılar, ağızlarına götürdükleri zaman da yüzlerini ekşittiler. Öğretmen, öğrencilerini tekrar azarladı:
— Bir daha söylüyorum: Gözlem yeteneklerinizi iyi kullanmıyorsunuz. Eğer dikkatli bakmış olsa idiniz, ağzıma götürdüğüm parmağın sıvıya batırdığım parmak olmadığını fark ederdiniz. Bakmak ile görmek arasındaki farkı ne zaman anlayacağız?
HAYAT SİZE MUTLULUK VE BAŞARI SUNMAZ
Hayatta başarılı olmuş yaşlı bir adama, bazı gençler:
— Hayatın bize en üst dereceden mutluluk ve başarıyı sağlaması için ne yapmalıyız? diye sormuşlardı.
Ondan şu cevabı aldılar:
— Sizin bu sorunuz, bana bir tek ineği olan köylüyü hatırlattı. Bir gün, o köylüyle adamın biri sordu: “İneğin ne kadar süt veriyor? Köylü şu cevabı verdi: “İneğim hiç süt vermez. Sütü ondan sizin almanız gerekir.”
Gençler! Mutluluk ve başarıyı, hayat size vermez.
Gayret ve çabanızla o mutluluk ve başarıyı, sizin almanız gerekir.
YENİLGİYİ KABUL ETMEMEK
9 Aralık 1914 gecesi, Edison'un fabrikası bir yangında enkaz haline gelmiş; bir hayat boyu süren emek ve gayretlerinin neticesi âdeta birkaç saat içinde kül olmuştu. O soğuk kış gecesi, yangını kontrol altına almaya çalışan itfaiyecileri seyreden Edison, büyük bir şaşkınlık içindeydi. Ertesi sabah, fabrika enkazını gezen Edison bu büyük felâketi şu sözlerle değerlendirdiği görüldü: “Bir felâketin de büyük bir değeri vardır. Bütün hatalarımız yandı, gitti. Allah'a şükürler olsun, şimdi yeniden başlayabiliriz.” Yangından üç hafta sonra, Edison, ilk gramofonu piyasaya sürdü. Bu başarıda inanç ve şevkini, büyük bir felâket karşısında bile kaybetmeyip sürdürmesinin payı çok yüksekti. Başarı için, inanç ve şevki kaybetmemek gerekir.
ÇOCUĞUNUZ NE OLMAK İSTİYOR?
Amerika'da bir üniversitenin Rektörü olan James Garfield'e, bir gün çocuğunu üniversiteye yazdırmak isteyen bir anne gelir. “Rektör Bey, dersleri biraz basitleştiremez misiniz? Benim çocuğum, programınızdaki derslerin hepsini birden takip edemiyor. O, bir an önce üniversiteyi bitirmek isteğinde.” der. Rektör Garfield, “Evet, Hanımefendi, bu mümkün, cevabını verir.” Ve ekler “Yalnız, önce çocuğunuzun ne olmasını istediğinizi öğrenebilir miyim? Bildiğiniz gibi, Allah bir meşe ağacını yüz senede yetiştirirken, bir kabak için, iki ay yeterli...
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Unutamasan da umursama. Çünkü biri için üzülmene değmez hayat. Zamanında altını çizdiklerinin üstünü çizeceksin bazen hayata inat.” Dylan
“Umduğumuz gibi olsaydı hayat, sandığımız gibi yaşardık. Bulduklarımızla yetinseydik, kaybettiklerimize ağlamazdık.” L. N. Tolstoy
“Bizi güçlü yapan yediklerimiz değil, hazmettiklerimizdir. Bizi zengin yapan kazandıklarımız değil, muhafaza ettiklerimizdir. Bizi bilgili yapan okuduklarımız değil, kafamıza yerleştirdiklerimizdir.” Francis Bacon
“Bir sona geldiğin için ağlama, onu yaşadığın için gülümse.” Marquez
“Arkadaş el uzatıp seni yerden kaldırandır, dost ise onu da aşağı çekeceğini bildiği halde sen daha düşerken el uzatandır.”
“Cehennem, insan yüreğinde sevginin bittiği yerdir.” Dostoyevski
“Düşünmeden konuşmanın cezası sonradan düşünmeye mahkum olmaktır.” Gibbon
Hayatta ya tozu dumana katarsın, ya da tozu dumanı yutarsın. Seçim senin!
FARK ETMELİ İNSAN
Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen... Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli. Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metrekarelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli. Henüz bebekken 'Dünya benim!' dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu, ölürken de ayni avuçların 'Her şeyi bırakıp gidiyorum işte!' dercesine apaçık kaldığını fark etmeli. Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli. Baskın yeteneğini fark etmeli sonra. Hayvanların yolda, kaldırımda, çöplükte ama kendisinin güzel hazırlanmış mükemmel bir sofrada yemek yediğini fark etmeli. Yaratılmışların en güzeli olduğunu fark etmeli ve ona göre yaşamalı. Gülün hemen dibindeki dikeni dikenin hemen yani başındaki gülü fark etmeli. Evinde kedi, köpek beslediği halde çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli. Eşine 'Seni çok seviyorum!' demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli. Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka sokaktaki komsusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli. Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli. Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını ve aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark etmeli, fark etmeliyiz çok geç olmadan. Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti yarın belirsizdir... O halde ömür dediğin bir gündür, o da bugündür.” CAN YÜCEL
HAYATA BAKIŞ AÇISI
Bir gün Avrupa’nın ünlü sanat merkezi kentlerinden birinde gezen çocuğun biri bir vitrinde çok hoş bir tablo görür. Tablo belli ki oldukça pahalıdır. Çocuk bu tabloyu bir sonraki sene abisinin doğum gününe almayı ister ve bir iş bulup kıt kanaat geçinerek biriktirdiği tüm para ile o mağazaya gider. Şanslıdır tablo hala satılmamıştır, içeri girer ve tabloyu bir süre yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve
— Abimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum, tüm paramda bu kadar, der. Ressam bir süre düşündükten sonra. Resmi paketler ve resmi satar. Çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar. Mağazada adamın arkadaşları da vardır ve şaşkın şaşkın sorarlar
— Sen ne yaptın? O resmin değeri milyonlar ederdi. Neden bu kadar az bir rakama sattın?
Adam cevap verir:
— Evet, ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim ancak tüm servetini bu resme verecek kaç kişi bulabilirdim...
ALKIŞLANACAK SÖZ VE HAREKETLER
- Her gördüğümüz haritada hemen Türkiye’yi bulmaya çalışmak
- Birbirimize sarılınca sağa sola sallanmak
- Kapalı bir alandan yağmur yağan alana çıktığında kafasını eğmek
- Televizyona çıkınca kendilerini Türkiye`deki herkesin izlediğini zannetmek
- Dolmuşlardaki tarifede en kısa mesafeyi "indi-bindi" olarak tabir etmek
- Kaza yerinde elinde cep telefonuyla koşturup "112′nin numarası neydi?" diye sormak
- İngilizce sınavında "Nice …….." şeklindeki boşluğu "Nice mutlu yıllara!" biçiminde doldurmak,
- Lisede edebiyat kitabından bir metni tüm sınıfa sesli olarak okurken V. Hugo’ya "Beşinci Hugo" demek
- "Nerelisin ?" sorusuna cevap aldıktan sonra hemen "içinden mi?" diye sormak.
- Yürüyüş veya dolaşma esnasında eline tespih, değnek, sopa, anahtarlık vb. almak.
- Yolculuk esnasında yanındakine "Yolculuk nere hemşerim?" diye sorarak muhabbete başlamak.
- Mektuplarda "büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden" öpüp "kestane kebap, acele cevap" beklemek.
- Kendini tanıttıktan sonra diğer yarışmacı arkadaşlara başarılar dilemek.
- Japonları kasdederek "Adamlar yapmış abi!" demek.
- Ortaokul ve lisedeki ve askerdeki anı defterlerine yazarken "Bana kalbin kadar temiz bu sayfayı ayırdığın için... " diye başlamak.
- "Bizim askerdeyken bir çavuş vardı..." diye başlayıp askerlik anılarını anlatmakÜtü ütülemek, boya boyamak, uyku uyumak, yangın yanması, ölü ölmesi, vb. çıldırtacak sözler kullanmak.
- "Geldiniz mi?", “Uyandınız mı?” "Siz mi geldiniz?" gibi gereksiz sorular sormak.
- "Kim O?" sorusuna "Ben!" diye cevap vermek.
- Telefonu açan kişiye kendini tanıtmadan "Orası neresi?" veya "Sen kimsin?" gibi sorular sormak.
- Neredeyse herkese, her şeye takma isim bulmak.
- Misafir gelince hemen çay suyu koymak.
- “Senin paran burada geçmez!" deyip karşıdakinin eline sarılmak.
- Düğün, lokanta, vb. gibi yerlerde masaları birleştirerek oturmak.
- Otobüs, uçak, hastane, vb. gibi cep telefonu kullanmanın yasak olduğu yerlerde gizli gizli cep telefonu ile konuşmak.
- Turistlere bağırarak adres tarif etmek.
HİÇBİR İYİLİK KÜÇÜK DEĞİLDİR
Philadelphia'da bundan yıllarca önce, çok yağmurlu bir günde ve saatler gece yarısını biraz geçe, bir otelin önünde duran arabadan inen, orta yaşın üzerindeki karı-koca içeri girerler. Resepsiyonda genç bir adam durmaktadır. Çift oda ister. Resepsiyon görevlisi "Burası küçük bir yer ve tam 3 tane toplantı yapılıyor. Hiç boş yerimiz yok maalesef. Ama sizin gibi bir çifti bu yağmurda sokağa bırakamam. Buyurun benim odamda kalın. Bir süit değil ama, rahat edersiniz." der. Karı-koca çok sevinir ve adama teşekkür ederler. Ertesi sabah ayrılırken, adam, genç resepsiyon görevlisine şöyle der: "Siz, burayı değil, Amerika'nın en iyi otelini yönetmelisiniz. Kim bilir belki bir gün size bir otel yapabilirim." Gülüşürler ve karşılıklı sıcak ifadelerden sonra karı-koca otelden ayrılırlar. Aradan yıllar geçer. Resepsiyon görevlisi olayı unutmuştur bile. Bir gün bir mektup alır. Mektupta, o adam, o geceyi hatırlatmakta ve kendisini New York'ta, 5'inci cadde ile 34'ün kesiştiği noktada beklediğini söylemektedir. Mektubun içinde, bir de, New York'a uçak bileti vardır. Genç resepsiyon görevlisi New York'a gider.. Adam onu verdiği adreste beklemektedir. El sıkıştıktan sonra köşedeki kırmızı binayı gösterip şöyle der: "Bak. İşte otelin..." Bunu söyleyen adamın adı William Waldorf Astor'dur. Ve bu ülkenin en iyi otellerinden biri olan Waldorf Astoria'nın ilk Genel Müdürlüğü teklifini alıp, bu görevi yapan genç resepsiyon görevlisinin adı da George C. Boldt'tur..
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Yaşam, size verilmiş boş bir filmdir. Her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın yeter ki.”
“Yalancılık; meslek dalı olarak ilan edilmeli artık, çünkü çok fazla ustası var.”
“Ya düşlerinin peşine düşmeyi seçersin ya da olanları kabullenmeyi. İyiliklerinle güçlenir, keşkelerinle tükenirsin. Karar senin.” Bukowski
“Unutma, hak ettiği kadardır bir insana verilen değer. Ve aslında herkes, kendi değerini kendisi belirler.” Dylan
Yarınlar hep güzel olacak, denir. Oysa bugünler, dünün yarınları değil midir?
“Başkalarının sizin için ne düşündükleri önemli değil, önemli olan sizin kendi hakkınızda ne düşündüğünüzdür.” Seneca
“Herkes herkesi aynı sevemez dostlarım. Kimileri gururunun yettiği kadar sever kimileri de ömrünün yettiği kadar.”
Bukowski
DAHA İYİ YAŞAMANIN YEDİ ALTIN ÖĞÜDÜ ...
1. İnsanlar arasındaki ilişkilerinizde olduğu gibi hayatınızda da "esnek" olun. İnsanların huyları ve gariplikleri vardır ve içinde bulunulan durumlar da değişik olabilir. Başarıya ulaşmış bir insan, her ne durum içinde bulunursa bulunsun uyum göstermeyi bilmeli, art niyetli olmadan gönlünün içi "dürüst" olmalı ve kendini daima rahat hissedebilmelidir. Tutamayacağınız sözleri vermeyin. Size duyulan güvenin artmasını sağlayın.
2. Konuştuğunuz kimselerin adını sık sık tekrarlayın. Bir insanı övmek ve ona değer vermek, onun en iyi tarafını ortaya çıkarmak demektir. İlişki kurduğunuz insanın değerini ve özelliklerini bilmek ve ona iltifat etmek çok önemlidir.
3. Bir tartışmaya herkes kendine göre fikirleri ile katılır: başkalarının farklı olmalarına izin verin (sizden daha kötü olduklarını düşünmek doğru değildir.) Yapıcı olmayan bir rekabete katılmayın, ayrıca alışılagelmiş bayağı eleştirilerden kaçının, eğer onları düzeltmeye yardımcı olamıyorsanız, hataları belirtmek ilişkiyi düzeltmez. Yine de yararlı olan kuşkuya da yer verin. Düşüncelerinizde her zaman ve mutlaka haklı olduğunuzu sanmak doğru değildir.
4. Başkalarına yardım etmek istediğiniz zaman kendinizi unutun. Herkesi sorunlarınızla sıkmayın, unutmayın ki onların da sorunları vardır. Bir satıcının en güzel huyu dinlemeyi bilmektir.
5. Günlerinizin faal olmasını temin edin, ufuklarınızı genişletin, yeni kişilerle tanışın. İnsanlar pozitif olma eğilimindedir ve ilerlemek isterler. Aynı yerde durmak imkansızdır, eğer ileriye gidilemezse geriye doğru gidilecektir. Konuşma tarzınız coşkulu ve her zaman neşeli olarak daima en iyi yönünüzü göstermeye çalışın.
6. Hayatınız için istediğiniz her şey başkalarını da ilgilendirmelidir. İyi bir insan ilişkisi size saygı, sevgi ve sempati kazandıracaktır. Eşyalar size herhangi bir şey kazandırmaz. Bu cümle üzerinde durmanızı isteriz: "İnsan hiç bir şeye sahip değildir; aldığı herhangi bir nesnenin geçici bekçisi"dir.
7. Eğer bir gülümseme istiyorsanız, gülümsemeyi öğrenin. Gülümseme hem kalbe iyi gelir, hem ruhu zarif kılar.
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Akıl mı para mı? dedi. Ben “Para.” Dedim. “Ben olsaydım akılı seçerdim.” dedi. “Haklısın.” dedim; herkes ihtiyaç duyduğu şeyi seçer.” Dylan
“Aslında insanı en çok acıtan şey; hayal kırıklıkları değil, yaşanması mümkünken yaşayamadığı mutluluklardır.” Dostoyevski
“Bazen benimde üzerim de bir uyarı yazısı olsun istiyorum: “Kırmadan seviniz!”
YAŞLI KIZILDERİLİ REİSİ
Yaşlı adam kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. "Onlar" dedi, "Benim için iki simgedir evlat." "Neyin simgesi?" diye sordu çocuk."İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları." Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
— Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi? Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:
— Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem o!
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“Çobanla bile muhabbet et. Hiçbir şey bilmiyorsa bile koyun gütmesini senden daha iyi biliyordur.” Mevlana
“Çocuk olsam yeniden bir tek düştüğüm için acısa içim ve kalbim; çok koştuğum zaman çarpsa sadece.” Cemal Süreya
“Bazen insan; “Ben iyiyim.” dediğinde gözlerinin içine bakıp “İyi değilsin, biliyorum.” diyecek birine çok ihtiyaç duyar.” Can Dündar
“Çocukken; her şeyin sahibi olmak için büyümek isterdik. Büyüdük; şimdi her şeyden uzak olmak için hep çocuk kalmak istiyoruz.”
“Dediler ki; yaşından çok daha olgunsun. Evet, dedim. Çünkü hep büyüklük bende kaldı.” Murathan Mungan
“Edepli edebinden susar, edepsiz ben susturdum sanar.” Mevlana
“Eğer çok konuşmak faydalı olsaydı, Allah iki ağız, bir kulak verirdi. Onun için, çok dinleyip az konuşmak gerek.” Şems
“Eğer hayatta hep mutlu olursam, hayalini kuracak neyim kalır?” Dostoyevski
“Hiç hata yapmayan insan, hiçbir şey yapmayan insandır ve hayatta en büyük hata, kendini hatasız sanmaktır.” Yunus Emre
FİNCAN TAKIMI
Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldılar: "Eski gazeteniz var mı bayan?" Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi. "İçeri girin de, size kakao yapayım" dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel, ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri. Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işlerimi yapmaya koyuldum. fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve başımı uzattım içeriye. Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu... Erkek çocuğu bana döndü "Bayan, siz zengin misiniz?" diye sordu. Zengin mi? "Yo hayır!" diye yanıtlarken çocuğu,gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı. Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve "Sizin fincanlarınız, fincan tabaklarınız takım" dedi. Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu. Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi, ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı. Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı. Pişirdiğim patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler, başımızı sokacak bir evimiz vardı, bir eşim vardı ve eşimin de bir işi... Bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur izleri, halının üzerindeydi halâ. Silmedim ayak izlerini. Silmeyeceğim de. Olur unutuveririm ne denli zengin olduğumu...
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“İnsan gelişimi, bir trene benzer: kendini aşan insan garından, haddini aşan insan ise rayından çıkmış demektir.” Robin Sharma
“İnsan yaşadıkça anlıyor ki, kendi kayığını kendin çekmezsen bir yerlere gidemiyorsun.” Katharine Hepburn
“İnsan, hayata iki anlam yükler: biri ağlarken, diğeri gülerken. Ve tek bir kere kıymet bilir; o da elindekini kaybederken.” Dostoyevsky
“İnsanın büyüdükçe mi artıyor dertleri? Yoksa insan, büyüdükçe mi anlıyor gerçekleri?” Özdemir Asaf
“İnsanın gerçek gücü sıçrayışta değil, sarsılmaz duruşundadır.” Tolstoy
“İnsanlar başkalarının kusurlarını görme hususunda kartallara, kendi kusurlarını görme hususunda köstebeklere benzerler..!” Sunay Akın
SİRK
Bir insanın hayatının en önemli kısmı, iyilik ve sevgi adına yaptığı küçük, isimsiz ve anımsanmayan işlerdir. Ergenlik dönemindeydim ve babamla sirk bileti kuyruğunda bekliyorduk. Sonunda bilet gişesiyle aramızda tek bir aile kalmıştı. Bu aile beni çok etkiledi. Hepsi de 12 yaşın altında tam sekiz çocukları vardı. Çok varlıklı olmadıkları her hallerinden belliydi. Üzerlerindeki giysiler pahalı şeyler değildi, ama tertemizdi. Çocukların hepsi babalarının arkasında ikişerli sıra olmuş, el ele ve terbiyeli terbiyeli sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Neşe içinde palyaçolar, filler ve o gece görecekleri değişik şeyler hakkında konuşuyorlardı. Daha önce sirke gitmedikleri konuşmalarından belliydi. O gece hiç şüphesiz yaşamlarının çok önemli bir gecesi olacaktı. Anneyle baba gururla çocukların önünde duruyorlardı, el ele tutuşmuşlardı. Gişedeki memur babaya kaç bilet istediklerini sordu. Baba gururla, "İki tane eşimle kendim, sekiz tane de çocuklarım için bilet istiyorum" dedi. Gişe memuru biletlerin bedelini söyledi. Annenin eli, babanın elinden ayrıldı ve başı öne düştü. Babanın dudakları titremeye başladı. Baba gişeye biraz daha yaklaştı ve "Ne kadar dediniz?" diye sordu. Gişe memuru biletlerin bedelini yineledi. Adamın o kadar parası yoktu. Şimdi nasıl dönüp çocuklarına onları sirke götürecek kadar parası olmadığını söyleyecekti? Babam olanları görünce elini cebine soktu, cebinden bir 20 dolar çıkarttı ve yere düşürdü (biz de çok varlıklı bir aile değildik). Babam sonra yere eğildi, parayı yerden aldı, adamın omzuna dokundu ve ona, "Affedersiniz, bu para cebinizden düştü" dedi. Adam olan biteni anlamıştı. Dilenmiyordu ama çok çaresizdi ve utanç duyduğu ve çok üzüldüğü bu durum karsısında yapılan yardımı minnetle karşılamıştı. Babamın gözlerinin içine baktı, elini iki elinin arasına aldı, 20 doları aldı, dudakları titrerken babama "Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim, bayım. Bu yaptığınızın benim ve ailem için önemi çok büyük." dedi. Biz babamla arabamıza bindik ve evimize döndük. O gece sirke gidemedik, ama bunun hiç önemi yoktu.
GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER
“İnsanlar nasıl konuşulması gerektiğinin dersini alırlar; ama en büyük ilim, nasıl ve ne zaman susulması gerektiğini bilmektir.” Tolstoy
“İnsanlar ne kadar zeki olursa olsun, sevdiği kişinin bir sözüne kanacak kadar aptaldır aslında.” J. Christophe
“İnsanlarla münasebetin ateşle münasebetin gibi olsun. Çok uzaklaşma donarsın; çok yaklaşma yanarsın.” Sadi Şirazi
KIRLANGIÇ
Günlerden bir gün kırlangıcın biri bir adama aşık olmuş ve adamın penceresinin önüne konup adama şöyle demiş:
— Ben seni çok seviyorum lütfen pencereyi açıp beni içeri al da birlikte yaşayalım. Adam:
— Olmaz alamam. Sen bir kuşsun hiç bir kuş adama aşık olur mu? demiş. Kırlangıç tekrar:
— Lütfen pencereyi açıp beni içeri al birlikte yaşarız. Hem ben sana dost ve arkadaş olurum canında sıkılmaz birlikte yaşar gideriz, demiş. Adam yine:
— Olmaz alamam. Git başımdan, diye cevap vermiş. Üçüncü ve son defa kuş adamın penceresinin önüne konup adama tekrar şöyle demiş:
— Lütfen beni içeri al. Artık soğuklar da başladı, dışarıda kalamam biliyorsun ben sıcak havalarda yaşayabilirim sadece beni içeri almazsan başka sıcak ülkelere gitmek zorunda kalırım. Lütfen beni içeri al da burada kalayım. Birlikte yemek yer omzuna konar seni neşelendirir sana yarenlik ederim. Hem sen de benim gibi yalnızsın, der. Adam ona:
— Git derhal başımdan!. Ben yalnız kalırım demiş ve kuşu kovmuş. Kırlangıçta bu cevap üzerine üzüntülü bir şekilde uçmuş ve uzaklara gitmiş. Adam kırlangıç uzaklara gittikten sonra düşünmüş ve kendi kendine "Ben ne aptal, ne kadar akılsız bir adamım, niye kırlangıçla birlikte kalmayı kabul etmedim? Ne güzel birlikte kalırdık demiş ve çok pişman olmuş, pişman olmuş ama iş işten geçmiş. Kendi kendine nasıl olsa sıcaklar başlayınca kırlangıcım yine gelir ben de onu içeri alır birlikte mutlu bir hayat sürerim, demiş. Ve penceresini sonuna kadar açıp beklemeye başlamış. Yazın gelmesiyle kırlangıçlarda gelmeye başlamış. Ama onun kırlangıcı gelmemiş. Yazın sonuna kadar hiç penceresini kapatmadan pencerenin başında beklemiş ama boşuna... Kırlangıç yokmuş. Gelen kırlangıçlara sormuş ama onun kırlangıcını gören olmamış. Sonunda bir bilge kişiye halini danışmak ve ondan bilgi almak için gitmiş. Bilge kişiye olayı anlattıktan sonra bilge kişi ona söyle demiş:
— Kırlangıçların ömrü altı aydır. Hayatta bazı fırsatlar vardır ömründe bir defa insanin eline geçer ve değerlendiremezsen uçup gider.
Dikkatli olun. Farkında olun. Kendinize bir sorun.
Acaba, siz kaç kırlangıç kovaladınız? Hiç geri çevirmediniz mi bugüne kadar size sunulan bir dostluğu?
Hayatta bazı fırsatlar vardır ki, sadece bir kez karşımıza çıkar, değerini bilemezsek kaçıp giderler.
Ve asla geri gelmezler.