evrene, nesnelere ve olaylara dair düşüncelerimi paylasmayı düşündüğüm alan (elçin)
30 Ocak 2012 Pazartesi
29 Ocak 2012 Pazar
Ruhum seni düşününce ışıdı Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın
Dünyadaki Soykırımlar ve Tarihleri
Birleşmiş Milletlerin verilerinden toplanıp gündeme getirilmeyen soykırımlar ve tarihleri:
1. İspanyol ve Amerikalıların Yerlilere Uyguladığı Soykırım
1492 yılında Kristof Kolomb'un ayak bastığında nüfusu 8 milyon olan Arawaks yerlilerinin sayısı 22 yıl içerisinde 28 bine indi.
2. Norveçlilerin Taterlere (Göçer) Uyguladığı Soykırım
Norveçliler 1920-30'larda çıkardıkları yasalarla Nordik irk‘ın arılığını korumak için etnik grup Tater (Göçerler) kızlarını zorla kısırlaştırdılar. Norveç toplumu ne kadar Tater'i kısırlaştırsa, o kadar kendi ırkını koruduğuna inanıyordu.
Kısırlaştırma yoluyla ehlileştirilemeyen Taterler üzerinde insülin ve elektroşok yöntemleri uygulanıldı.
3. İngilizlerin Avustralyalı Yerlilere Uyguladığı Soykırım
İngiltere Krallığı 1788-1938 tarihleri arasında sömürge amacıyla gittikleri Avustralya'da yerleşik yerli halk: Aborjinleri sistematik olarak yok ettiler.
İngilizler aralarına salgın hastalık yaydığı bununla da yetinmeyip yemeklerine zehir katarak yok etmeye çalıştığı750 bin siyah derili aborjinden geriye sadece 31 bin kişi sağ kalabildi.
4. Almanların Batı Afrika'da Namibyalılara Uyguladığı Soykırım
Almanlar 1891 yılında hammadde ve işgücü ihtiyaçlarını karşılamak için Güney Batı Afrika (Namibya)'ya sömürge kurmak amacıyla çıktılar. Bölgedeki çok zengin altın ve zümrüt madenlerini ele geçirmenin yolunun yerel Herero ve Nama halklarını yok etmek olduğuna karar veren Almanlar harekete geçti. Bu emir üzerine adanın yerlileri Herero ve Namalar üzerine taarruz eden Alman askerleri yaşlı, kadın, çocuk dinlemeden herkesi katlettiler. Katliamdan kurtulanlar işkenceyle öldürüldü. Yaklaşık 132 bin yerliden geriye 15 bini sağ kalabildi.
5. Almanların Yahudi ve Çingenelere Uyguladığı Soykırım
Almanlar 1933-45 yılları arasında Büyük Alman İmparatorluğu'nu kurmak ve mükemmel Alman ırkini yaratmak hedefiyle diğer milletlerden veya etnik gruplardan 21 milyon insanı topluca kurşuna dizerek, toplama kamplarında fırınlarda yakarak, gaz odalarında zehirleyerek soykırıma uğrattılar.
Alman yönetimi öncelikle kendilerinden olmadığına inandığı bütün ırkları tespit edip harflerle sınıflandırdı. Bu kampanya uyarınca Çingenelerin yüzde 94'ü kısırlaştırdı. ikinci hedef grup olarak Yahudiler seçildi. Gerek Almanya gerekse de Almanların işgal ettiği diğer ülkelerde yasayan milyonlarca Yahudi sistematik bir biçimde vurularak, asılarak, yakılarak ve zehirlenerek öldürüldü.
6. Amerikalı ve İngilizlerin Almanlara Uyguladığı Soykırım
Amerikalılar ve İngilizler Almanların savaşı kaybetmelerinin ardından, Dresden kentine sığınan Alman göçmenlerin üzerine 3 gün süreyle havadan bomba yağdırdılar. Savunmasız insanların sığındığı Dresden kentine intikam amacıyla uygulanan bombardıman sırasında 3 bin 900 ton tahrip gücü yüksek bomba ve 200 bin napalm bombası atıldı. Bu yok etme harekatında çoğunluğu çocuk ve kadınların oluşturduğu 200 bin kişi öldü.
Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan atom bombaları sonucu 135 bin kişinin öldüğü gerçeği Dresden'e uygulanan soykırımın büyüklüğünü gözler önüne serdi.
7. Danimarkalıların Alman Mültecilere Uyguladığı Soykırım
İkinci Dünya Savası'nın bitiminde Sovyet Ordusu'nun Alman topraklarına doğru ilerlemesinden kaçan 250 bin Alman mülteci Danimarka'ya sığındı.
Üçte birini 15 yaşından küçük çocukların oluşturduğu Almanlar tel örgülerle çevrili toplama kamplarına alındılar. Binlerce çocuk ve yetişkin tifüs, bağırsak iltihabı, ishal sonucu yaşamlarını kaybettiler.
8. Rumların Kıbrıs'ta Türklere Uyguladığı Soykırım
İngilizler 1912-1974 döneminde Kıbrıs adası üzerindeki egemenliklerini sağlamak amacıyla Rumlar‘ın ENOSIS'i gerçekleştirmelerine göz yumup Türklere karşı saldırı başlattırdılar. 1912'de adada yasayan Rumlar Kıbrıs'ın 35 ayrı noktasında Türklere ait is-yerleri, camii ve evleri yakıp yıkmaya insanları katletmeye başladılar. 1952 yılında EOKA adli terör örgütü kuruldu. EOKA sistematik bir biçimde başlattığı saldırılarda 100 Türk'ü, 100 İngiliz vatandaşını öldürerek 30 Türk köyünü yaktı. 1963 yılında EOKA'cılar yeni bir etnik temizleme planını devreye soktular, bu saldırılarda 500 Türk öldürüldü, 130 Türk köyü yakıldı, 25 bin Türk evlerini terk etmek zorunda kaldı.
9. Yunanlıların Batı Trakya'da Türklere karşı asimilasyon yoluyla uyguladığı Etnik ve Kültürel Soykırım
1923 yılında Lozan'da imzalanan Türk ve Yunan azınlıkların karşılıklı mübadelesine ilişkin anlaşmanın ardından Yunan hükümeti Bati Trakya bölgesinde yasayan Türkler üzerinde sistemli olarak etnik ve kültürel soykırım başlattı. Bölgenin büyük bir bölümünü askeri bölge haline getirip sıkıyönetim ilan edildi. Köyler arasında geliş-gidişler izne bağlandı, Türk azınlığın pasaportlarına el konuldu. Türklerin hukuki, siyasi, kültürel ve dini haklarının kısıtlanması ibadetlerine izin verilmemesi gibi yoğun baskılar sonucu 400 bin Türk bölgeyi terk etmek zorunda kaldı.
10. Bulgarların Türklere karşı uyguladıkları Etnik ve Kültürel Soykırım
1970-89 yılları arasında Bulgar hükümeti Bulgarlaştırma adı altında ülkede yasayan 1,5 milyon Türk, Pomak ve Çingeneye karşı bir asimilasyon kampanyası başlattı. Ülkede yasayan 310 bin Türk'ün isimleri polis zoruyla Bulgar ve Hıristiyan isimleriyle değiştirildi. Türkçe eğitim veren okullar, üniversitedeki Türk filolojisi bölümleri, Türkçe gazeteler ve camiler devlet emriyle kapatıldı. Çocukların sünnet ettirilmesi yasaklandı. Çocuklar bu yasağa rağmen sünnet ettirilip ettirilmediğini kontrol edilmek için zorla sağlık merkezlerine gönderildi. Mezar taşlarının üzerindeki Türkçe isimler yüzünden mezarlar yıkıldı, talan edildi. Türklerin Türk motifli giysiler giymeleri yasaklandı. Bu baskılara dayanamayıp protesto gösterileri yapan Türklerin üzerine askeri birliklerce ateş acildi. 1.000 Türk Belene'deki toplama kampına gönderildi. Baskıların giderek artması sonucu 360 bin Türk zorunlu olarak Türkiye'ye göç etmek zorunda kaldı.
11. Amerikalıların Irak'ta yaptıkları Soykırım
Felluce'de 1500 sivilin sokaklarda öldürülüp çürümeye terk edildi, cesetlerin köpekler tarafından yenilmeye başlandı ve 250 bin kişi bölgeden sürüldü. Bununla yetinmeyen ABD, Irak’a özgürlük getirme bahanesiyle, 100 binin üstünde sivil halkı, katletti. Fransız, İngiliz ve Almanlar başta olmak üzere bütün AB ülkelerinin Felluce soykırımı karşısında kayıtsız kalmışlardır. Birleşmiş Milletler de kendi soykırım tanımına giren insanlık suçlarına karşı ses çıkarmamıştır.
20. Yüzyıldaki Etnik ve Kültürel Soykırımlar
1- Jozef Stalin (SSCB, 1934-39) 13,000,000 mülteci-100 binlerce ölü.
2- Adolf Hitler (Almanya, 1939-1945) 12,000,000 mülteci kamplarda 2 milyon ölü-kayıp.
3- Mao Tze Dong (Çin, 1966-1969) 11,000,000 kişiye kültürel asimilasyon-toplama kamplarında sayısı belli olmayan kayıplar.
4- İspanyol ve Amerikalı Kaşifler (1492-1800) 7,972,000 ölü- kayıp.
5- Hideki Tojo (Japonya, 1941-1944) 5,000,000 ölü-kayıp.
6- Pol Pot (Kamboçya, 1975-1979) 1,700,000 ölü.
7- Kim Il Sung (Kuzey Kore, 1948-1994) 1.600,000 mülteci ve toplama kamplarında ölü-kayıp.
8- Menghitsu (Etopya, 1975-1978) 1,500,000 ölü-kayıp.
9- Charles DeGaulle (Cezayir, 1954-1962) 1,000,000 ölü-kayıp.
10- Yakubu Gowon (Biafra, 1967-1970) 1,000,000 ölü-kayıp.
11- Leonid Brezhnev (Afganistan, 1979-1982) 900,000 ölü-kayıp.
12- Jean Kambanda (Ruanda, 1994) 800,000 ölü-kayıp.
13- İngiliz Krallığı (Avustralya, 1849-1938) 719,000 ölü-kayıp , 100 bin mülteci.
14- Suharto (Doğu Timor, 1976-9 600,000 ölü-kayıp.
15- Saddam Hüseyin (Iran ve Kuzey Irak 1980-1990) 600,000 ölü-kayıp.
16- Yahya Khan (Pakistan, 1971 ve Banglades,1990) 500,000 ölü- kayıp.
17- Savimbi (Angola, 1975-2002) 400,000 ölü-kayıp.
18- Molla Ömer - Taliban (Afganistan, 1986-2001) 400,000 ölü- kayıp.
19- Idi Amin (Uganda, 1969-1979) 300,000 ölü-kayıp.
20- B.Mussolini (Etiyopya,Yugoslavya 1936) 300,000 ölü-kayıp.
21- Danimarka (Danimarka 1945) 250,000 Alman Mülteci ölüme terk edildi.
22- Mobutu Sese Seko (Zaire, 1965-1997) 250,000 ölü-kayıp, 200 bin mülteci.
23- Charles Taylor (Liberya, 1989-1996) 220,000 ölü-kayıp.
24- Foday Sankoh (Sierra Leone, 1991-2000) 200,000 ölü-kayıp.
25- Amerika (Almanya Dresden,1943-1945) 200,000 sivil ölü (Dresden'e sığınan siviller).
26- S. Milosevic (Yugoslavya,1992-96) 180,000 ölü-kayıp.
27- Michel Micombero (Burundi, 1972) 150,000 ölü-kayıp.
28- Amerika (Hiroşima-Nagazaki 1944) 135,000 ölü (atom bombası).
29- Almanya (Namibya 1891) 117,000 ölü-kayıp, 15 bin mülteci.
30- Hassan Turabi (Sudan, 1989-1999) 100,000 ölü-kayıp.
31- Richard Nixon (Vietnam, 1969-1974) 70,000 ölü-kayıp.
32- Papa Doc Duvalier (Haiti, 1957-1971) 60,000 ölü-kayıp.
33- Marcos (Filipinler) 50,000 ölü-kayıp.
34- Hissene Habre (Çad, 1982-1990) 40,000 ölü-kayıp.
35- Vladimir Ilich Lenin (Rusya, 1917-1920) 30,000 muhalif infaz edildi.
36- Francisco Franco (İspanya) 30,000 muhalif infaz edildi.
37- Lyndon Johnson (Vietnam, 1963-1968) 30,000 ölü-kayıp.
38- Hafiz Esad (Suriye 1980-2000) 25,000 ölü-kayıp.
39- Khomeini (Iran, 1979-1989) 20,000 ölü-kayıp.
40- Eski Yugoslavya (1995 Bosna-Hersek) 15 ölü, 7500 kayıp, 45 bin mülteci.
41- Paul Koroma (Sierra Leone, 1997) 6,000 ölü-kayıp.
42- Usama bin Ladin(Dünya çapında,1991-2001) 4,000 ölü-kayıp.
43- Augusto Pinochet (Chile, 1973) 3,000 ölü-kayıp.
44- Efrain Rios Montt (Guatemala) 2,000 ölü-kayıp.
45- Sierra Leone 80,000 mülteci, kayıp rakamı belli değil.
46- Kıbrıs Cumhuriyeti (1912-1974) 25,000 sivil mülteci, 1000'ni aşkın ölü, 100 İngiliz ölü.
47- Yunanistan (Bati Trakya,1923-1990) 400,000 mülteci evlerini terk etti.
48- Bulgaristan (1970-1989) 360,000 mülteci kültürel asimilasyon sonucu evlerin terk etti, 1000 kişi toplama kamplarına alındı.
49- Norveç (1920-1930) Tatar göçmenleri kısırlaştırma ve toplama kamplarında izole etme.
50- ABD –Felluce (2004) Devam ediyor..
MAVİ ALAY (KIRIM TÜRKLERİ)
Birçoğu sivil,yaklaşık 50 milyon insanın hayatını kaybettiği 2.Dünya Savaşı sıralarında Kırım Türkleri müthiş bir stalin eziyeti altında inim inim inliyorlarmış.Savaş başlayınca erkekler Kızılordu'da askere alınmışlar.
Bir süre sonra Hitler,Sovyetler Birliği'ne saldırmış,Alman orduları Rusya içlerine ilerlemeye başlamış.Bu sırada Ankara Hükümeti,Kırım Türklerini Alman orduları safına geçmeye ikna etmiş."Sizin için daha iyi olur,savaşı Hitler kazanacak,Stalin'den kurtulursunuz." demişler.
O dönemdeki Türk Hükümeti savaşa girmemiş olmasına rağmen gizlice Almanya'yı destekliyor,hatta ona savaş için gerekli olan kromu sağlıyormuş.Böylece Kırım Türkleri Ankara Hükümeti'nin telkiniyle saf değiştirmiş ve Hitler ordusuna katılmışlar.Bunlara da "Mavi Alay" adı verilmiş.Ama bir süre sonra işler tersine dönüp Alman ordusu çekilmeye başlayınca da onlarla birlikte yurtlarını terketmek zorunda kalmışlar.
Mavi Alay'ın askerleri,aileleriyle birlikte önce dağlık Kuzey İtalya'ya yerleştirilmişler.Müttefik kuvvetler İtalya'ya girince Mavi Alay orada da kalamadı.Avusturya'da Drau Nehri yakınlarında Ober Drauburg bölgesine yerleştirildiler.Ama çileleri bununla da bitmedi.8.İngiliz Ordusu Avusturya'yı işgal edince esir düşüp,bu sefer Dellach Kampı'na nakledildiler.İngilizlerin elinde esir olmanın belki de onları kurtaracağını düşünmüşlerdi.En kötüsünden Türkiye'ye gidip,kendilerine yeni bir hayat kurabilecekleri hayallerine kapıldılar,ama ne yazık ki öyle olmadı.
1945 yılında Londra'dan kamptakilerin Sovyetler Birliği'ne teslim edilmesini emreden bir telgraf geldi.Sovyetler hepsinin kurşuna dizileceği kararını açıkladığı halde,İngilizler onları gönderiyordu.Yalvarıp yakardılar ama dinleyen olmadı.Bunun üzerine korkunç birşey yaşandı orada.
3 bin kişi Sovyetlerin eline geçmektense ölmek daha iyidir deyip kendilerini Drau Nehri'nin buz gibi sularına atarak intihar etti.Önce kadınlar çocuklarının elinden tutup nehre atladı,sonra da erkekler.Kalan 4 bin kişi ölenlerin çığlıklarını dinlediler.Sonra vagonlara dolduruldu hepsi.Vagonların kapılarına tahtalar çakıldı,tren yola çıktı.
Günler sonra tren Türkiye sınırlarından içeri girdi.Rusya sınırına kadar Türk askerlerinin gözetiminde gittiler.Bütün umutları Türk hükümetinin kendilerine yardım etmesi ve vagonları açarak onları ölümden kurtarmasıydı.Ama böyle birşey olmadı...
Vagonlar balık istifi gibiydi, yaşam şartları çok kötüydü.Kapılara dışarıdan tahtalar çakılmıştı.Havasızlıktan,hastalıktan ölenler oluyordu ama onlar bile dışarı çıkarılmıyordu.Türk askerlerine kapıları açması için günlerce yalvardılar.Ama onlar,gözlerinden yaşlar akarak,emir aldıklarını söylediler.
Böylece sınıra kadar geldiler.Bir kış günü Türk-Rus sınırındaki Kızılçakçak Baraj Gölü'nin kıyısına ulaştılar.Türk askerleri orada inecek ve tren sınırı geçecekti.Sovyet askerleri sınırın öte yanında,ellerinde tüfekleriyle hazır bekliyorlardı.Bu sırada bazı tutuklular kapıları kırıp,kendilerini Kızılçakçak Gölü'ne attılar.2 bin Kırım Türkü de orada intihar etti.Geri kalanlar ise,sınırdaki Rus askerleri tarafından hemen oracıkta vuruldular.
Mavi Alay'dan ve ailelerinden hiç kimse kalmadı geride...
Zülfü Livaneli / Serenad'dan...
SCUBERT--SERENAD
Bir süre sonra Hitler,Sovyetler Birliği'ne saldırmış,Alman orduları Rusya içlerine ilerlemeye başlamış.Bu sırada Ankara Hükümeti,Kırım Türklerini Alman orduları safına geçmeye ikna etmiş."Sizin için daha iyi olur,savaşı Hitler kazanacak,Stalin'den kurtulursunuz." demişler.
O dönemdeki Türk Hükümeti savaşa girmemiş olmasına rağmen gizlice Almanya'yı destekliyor,hatta ona savaş için gerekli olan kromu sağlıyormuş.Böylece Kırım Türkleri Ankara Hükümeti'nin telkiniyle saf değiştirmiş ve Hitler ordusuna katılmışlar.Bunlara da "Mavi Alay" adı verilmiş.Ama bir süre sonra işler tersine dönüp Alman ordusu çekilmeye başlayınca da onlarla birlikte yurtlarını terketmek zorunda kalmışlar.
Mavi Alay'ın askerleri,aileleriyle birlikte önce dağlık Kuzey İtalya'ya yerleştirilmişler.Müttefik kuvvetler İtalya'ya girince Mavi Alay orada da kalamadı.Avusturya'da Drau Nehri yakınlarında Ober Drauburg bölgesine yerleştirildiler.Ama çileleri bununla da bitmedi.8.İngiliz Ordusu Avusturya'yı işgal edince esir düşüp,bu sefer Dellach Kampı'na nakledildiler.İngilizlerin elinde esir olmanın belki de onları kurtaracağını düşünmüşlerdi.En kötüsünden Türkiye'ye gidip,kendilerine yeni bir hayat kurabilecekleri hayallerine kapıldılar,ama ne yazık ki öyle olmadı.
1945 yılında Londra'dan kamptakilerin Sovyetler Birliği'ne teslim edilmesini emreden bir telgraf geldi.Sovyetler hepsinin kurşuna dizileceği kararını açıkladığı halde,İngilizler onları gönderiyordu.Yalvarıp yakardılar ama dinleyen olmadı.Bunun üzerine korkunç birşey yaşandı orada.
3 bin kişi Sovyetlerin eline geçmektense ölmek daha iyidir deyip kendilerini Drau Nehri'nin buz gibi sularına atarak intihar etti.Önce kadınlar çocuklarının elinden tutup nehre atladı,sonra da erkekler.Kalan 4 bin kişi ölenlerin çığlıklarını dinlediler.Sonra vagonlara dolduruldu hepsi.Vagonların kapılarına tahtalar çakıldı,tren yola çıktı.
Günler sonra tren Türkiye sınırlarından içeri girdi.Rusya sınırına kadar Türk askerlerinin gözetiminde gittiler.Bütün umutları Türk hükümetinin kendilerine yardım etmesi ve vagonları açarak onları ölümden kurtarmasıydı.Ama böyle birşey olmadı...
Vagonlar balık istifi gibiydi, yaşam şartları çok kötüydü.Kapılara dışarıdan tahtalar çakılmıştı.Havasızlıktan,hastalıktan ölenler oluyordu ama onlar bile dışarı çıkarılmıyordu.Türk askerlerine kapıları açması için günlerce yalvardılar.Ama onlar,gözlerinden yaşlar akarak,emir aldıklarını söylediler.
Böylece sınıra kadar geldiler.Bir kış günü Türk-Rus sınırındaki Kızılçakçak Baraj Gölü'nin kıyısına ulaştılar.Türk askerleri orada inecek ve tren sınırı geçecekti.Sovyet askerleri sınırın öte yanında,ellerinde tüfekleriyle hazır bekliyorlardı.Bu sırada bazı tutuklular kapıları kırıp,kendilerini Kızılçakçak Gölü'ne attılar.2 bin Kırım Türkü de orada intihar etti.Geri kalanlar ise,sınırdaki Rus askerleri tarafından hemen oracıkta vuruldular.
Mavi Alay'dan ve ailelerinden hiç kimse kalmadı geride...
Zülfü Livaneli / Serenad'dan...
SCUBERT--SERENAD
‘Sauvez-nous’ (bizleri kurtarınız) STRUMA FACİASI
Struma Trajedisi 1941 (1)
Struma Trajedisi 1941 (1)
Karadeniz'de Romanya’nın bir limanı olan Köstence, Filistin’e* ulaşmaya çalışan Yahudiler için çok önemliydi. Nazilerden ümitsizce kaçmaya uğraşan binlerce Yahudi, İngilizlerin göç kısıtlamalarına rağmen, gemiyle Türkiye üzerinden, Constanza dan Filistin’e doğru yola çıktılar.
12 Aralık 1941 tarihinde, Struma gemisi Köstence’den İstanbul’a gitmek üzere kalktı. Motoru birkaç kez bozulan gemi Köstence'ye dönüp tekrar yola çıkmak zorunda kaldı. Normal şartlarda 14 saatte yapılan 176 deniz mili yolculuk dört gün sürdü.
16 Aralık günü, Struma, Boğazın kuzeyinde Büyükdere’ye vardı. Türkler, Bükreş'te Filistin için İngilizlerden vize almayı başaran 8 kişi ve doğum yapmak üzere olan bir kadın hariç yolcuların gemiden inmesini yasakladılar ve Struma karantinaya alındı.
Gözetimle görevli Türk askerleri dışında, gemiye sadece 3 kişinin binmesine izin verildi: Simon Brod, İstanbul Yahudi cemaatinden Rıfat Karako, ve İstanbul’da Romanya Denizcilik Servisinin temsilcisi Dan Malioğlu. Bu insanlar, İstanbul Hahambaşılığına Amerikan Yahudi Komitesi tarafından gönderilen 10.000 dolar ile satın alınan sıcak yemekleri yolculara dağıtabilmek için tam 1O gün izin beklemek zorunda kaldılar.
Brod, Malioğlu ve Karako, Kızıl Haç’ın yardımıyla yolculara yiyecekleri dağıttılar ve tarafsız ülkelere, Sovyetler Birliğine ve İngilizlere çağrıda bulundular. Gemide koşullar kötüleşmeye başlamıştı. Malioğlu yolculara bazı ilaçlar sağlayabildi.
10 Ocak günü, kaptan Garabetenko, Türk yetkililere ve İngiliz Büyükelçiliğine panik içinde bir mektup gönderdi. 19 Ocak’ta, Yahudi Ajansı İngilizlerden mültecileri kabul etmelerini istedi.
63 gün süren feci bir bekleyişten sonra, 13 Şubat’ta, Moshe Shertok 11-16 yaş arasındaki 28 çocuk için İngiltere vizesi alabildi! Türk yetkililer karantinayı kaldırmayı reddettiler.
Bu red cevabıyla paniğe kapılan Struma yolcuları, geminin iki tarafına üzerlerinde büyük harflerle "Yahudi Göçmenler" ve "Bizi kurtarın" yazılı beyaz çarşaflar astılar.
23 Şubat GÜNÜ, 200 Türk polisi Strumanın etrafını sardılar, suya atlamaya çalışanları ateş etmekle tehdit ettiler ve gemiye asılan çarşafları yırttılar. Makineciler gemiye sabotaj yapıp onarılamaz hale getirdikten sonra yetkililer Struma’ya demir almasını emrettiler. Sonunda Türk donanması gemiyi Karadeniz'e çekti.
24 Şubat 1942’de, geceyarısı saat 2:00 de Struma bir Sovyet denizaltısı tarafından batırıldı. Kurtarma tekneleri geldiğinde gemiden geriye kalan sadece 4 yüzen cesetten ibaretti!
19 yaşındaki David Stoliar bu trajediden kurtulan tek kişi oldu. Bir Türk askeri hastanesinde tedavi edildikten sonra İstanbul'da hapsedildi ve sorgulaması iki hafta sürdü. Ne ile itham edildiğini sorduğunda, "Türkiye’ye vizesiz girdiğini" söylediler.
Stoliar sonunda serbest bırakıldı. Simon Brod onu karşıladı ve hayatta olmasının bir mucize olduğunu, fakat gerçek mucizenin Türklerin elinden sağ çıkması olduğunu söyledi. Çünkü Stoliar felaketin hayatta kalan tek tanığıydı...
Türk hükümeti bu trajedi konusunda sadece bir kez konuştu ve Türkiyenin "bu felakette hiçbir sorumluluğu olmadığını ", hükümetin yaptığının "sadece topraklarına yasadışı yollardan girilmesini önlemek" olduğunu söyledi...
- Şile kıyılarına vuran cesetleri toplayan ve kurtulan tek kişi David Stoliar’la ilgilenen balıkçı İsmail Aslan facianın yaşandığı günleri anlattı…(2)
« 69 yıl önceki trajedinin son tanığı İsmail Aslan(88), “Geminin battığını cesetler çıkana kadar bilmiyorduk. Sabah saatlerinde Feneraltı mevkiine bir tahta salın üzerinde 5 ceset geldi. Ne olduğunu anlayamadık ve kıyıya yakın bir mezarlığa gömdük. Ayazma Plajı’na gelen çok sayıda cesette yakındaki kumsala gömüldü. (…) Kürekçilerin 1 kişiyi kurtardığını öğrenip aşağı indiğimizde, benim yaşlarda bir adamın battaniyelere sarılı sobanın başında oturduğunu gördüm. Dilimizi bilmediği için konuşamadık ama gözlerindeki mutluluğu gördüm. Hepimize gülerek bakıyor ve ısınmaya çalışıyordu. Çay verdik ve O’na yakın davrandık. O’na kendimi Siyam İsmail olarak tanıttım. Jandarma ertesi gün gelerek genç adamı Üsküdar’a götürdü” dedi.
Şile’ye 59 yıl sonra ziyaret
Stoliar’ın 2001’de kendisini ziyarete geldiğini söyleyen balıkçı İsmail Aslan, “10 yıl önce barakama bir kadın ile yaşlı bir adam geldi. Kadın Türkçe biliyordu. Adam bana Struma’dan kurtulan David Stoliar olduğunu söyleyince çok şaşırdım. Bana sarıldı ve ellerimi tuttu. 1 saat barakamda kaldılar. (…) ” diye konuştu.
Stoliar, kendisini kurtaran kürekçilerin bağlı olduğu şimdiki Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’ne dönüşen Umumiye Müdürlüğü Can Kurtarma İstasyonu’na da gitti ve denizcilerle 1-2 saat vakit geçirdi. Emekli kıyı emniyeti kaptanı Mustafa Taşlı, “Stoliar kendisini kurtaran 6 kürekli kayığı görmek istedi. Biz de koruduğumuz 5 kürekliyi gösterdik. Yaşamdan umudu kestiğinde kayıktakilerin el uzattığını söyledi. Almanlardan kaçmak için gemiye bindiklerini ama ölüme yakalandıklarını belirtti” dedi. Taşlı, “Stoliar, ‘Sabaha karşı öleceğini düşündüğü anda suya vuran kürek sesleriyle kurtulduğunu anladığını’ söyledi. Karnını doyuran, giysi veren ve ısıtan Şilelileri hiç unutmayacağını defalarca dile getirdi” diye konuştu.
“Balıkçı Siyam İsmail’den başka iz yok”
Şileli Sabri Kayacık ise, Struma faciasında ölenler için bir anıtın yapılmadığını, mezarlarının yerinin bile belli olmadığını vurguladı. Kayacık, “Büyüklerimiz 40-50 cesedi çıktığı yere yakın olan ve kumu yumuşak olduğu için kolay kazılan Ayazma Plajı’nın üzerindeki alana gömüldüklerini anlatırdı. Bazı cesetler ise Feneraltı’na gömülmüş. Kimse ilgilenmediği için ne yazık ki Şile’de Balıkçı İsmail dışında Struma’dan iz kalmadı” dedi. »
(*) Filistin : Latince Palestina. Roma döneminden beri Akdeniz ile Ürdün nehrinin doğusundaki çölün arasında bulunan tüm bölgeye verilen isim. 1921 yılında Haşemi Ürdün Emirliğinin kurulmasından bu yana, Ürdün nehrinin batısındaki bölgeyi belirtmek için İngiliz Manda hükümetinin kullandığı isim.
KAYNAKLAR
1-http://www.terredisrael.com/infos/?p=24840
2-http://www.hurriyetkampus.com/strumanin-son-tanigi-siyam-ismail.aspx?pageID=238&nID=7532&NewsCatID=262 GÖKHAN KARAKAŞ
2-http://www.hurriyetkampus.com/strumanin-son-tanigi-siyam-ismail.aspx?pageID=238&nID=7532&NewsCatID=262 GÖKHAN KARAKAŞ
27 Ocak 2012 Cuma
seni melek yapanın kanatlar olmadığını anlarsın... tek yapacağın çıkarmak kötülükleri aklından... ileriye atacağın her adımda... karşına çıkacak her sorunda... ben olacağım senin yanında... ortasından geçeceğin her sokakta... evvelinde bulunmadığın mekânlarda... ben olacağım senin yanında...
24 Ocak 2012 Salı
İKİ CİHAN SULTANI (lisedeyken kutlu dogum haftasında birinci oldugum kompozisyonum)
İnsanların çoğu gaflet uykusundayken, Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V) insanlığın üzerine bir güneş gibi doğdu. Ona inanan inanmayan herkes için bir yol göstericiydi; iyilik, erdemlilik, adaletli olmak adına...
İnsanlığı kin, düşmanlık ve zulümden kurtaran son semavi din İslamiyet alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz aracılığıyla yayıldı. Yüce dinimiz tüm insanlara kucak açarak iyi ahlakı, doğruluğu, barışı ve hoşgörüyü esas aldı. Efendimizin de insanlığa kattığı güzellikleri anlamak ve bunları uygulamak iki cihanda da mutluluğun anahtarıdır ve huzurun ta kendisidir. Peygamber efendimizin izinden yürüdükçe gönlümüz aydınlanacak, yüzümüz nurlanacaktır.
Hz. Muhammed (S.A.V.) dinimizin yüce peygamberi olarak doğmuştur. Ondan önceki dinler çarpıtılmış, kitapları değiştirilmiş, insanların çıkarlarına göre düzenlenmiştir. Oysaki onlarda da peygamber efendimizin geleceği müjdelenmiştir ama hain ellerce dinlerin asılları çarpıtılmıştır. Şimdi bizim dinimiz de aynı ellerle karalanmaua çalısılıyor, insanlığa yanlış tanıtılıyor. İnsanlığın barış elçisi olan peygamber efendimiz terörist gibi gösteriliyor. Biz Müslümanları ağır tahriklere getirip; "İşte bunlar böyle şiddet yanlısı!" diyebilmek için uğraşıyorlar. Müslüman kardeşlerimize yanı başımızda işkenceler yapılıyor, zulüm ediliyor; sadece izliyoruz. En önemlisi aynı ülke içinde çıkarlar için kardeş kardeşe düşman olmuş, birbirlerine savaş açmışlar yine susuyoruz. Oysa tarihte bu vatan için omuz omuza savaşmış dedelerimizin torunlarıyız.
Hep birbirimize düşürülmüşüz ya da kardeşimize yapılan zulümlere göz yummuşuz. Bizim bizden başka dostumuz yokken birbirimize düşman olmuşuz. Oysa peygamber efendimizin ışığında ilerleyebilseydik, imanımızın yolunda birleşebilirdik. Umarım ki hepimizin sahip olduğu inancın ışığıyla fani değerlerin ördüğü duvarları yıkıp, ellerimizi kollarımızı bağlayan zincirleri kırarız.
Hz. Muhammed (S.A.V.) ın doğumu şerefiyle kutladığımız bu haftada onun izinden giderek iyilikler yapalım. Gördüğümüz yanlısşlıkları düzeltelim, bir kardeşimizi sevindirelim. İyiliklerimizi dualarımızla taçlandırarak peygamber efendimizin şefaatini dileyelim.
Elçin KIRAY
Nisan
2006
İnsanlığı kin, düşmanlık ve zulümden kurtaran son semavi din İslamiyet alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz aracılığıyla yayıldı. Yüce dinimiz tüm insanlara kucak açarak iyi ahlakı, doğruluğu, barışı ve hoşgörüyü esas aldı. Efendimizin de insanlığa kattığı güzellikleri anlamak ve bunları uygulamak iki cihanda da mutluluğun anahtarıdır ve huzurun ta kendisidir. Peygamber efendimizin izinden yürüdükçe gönlümüz aydınlanacak, yüzümüz nurlanacaktır.
Hz. Muhammed (S.A.V.) dinimizin yüce peygamberi olarak doğmuştur. Ondan önceki dinler çarpıtılmış, kitapları değiştirilmiş, insanların çıkarlarına göre düzenlenmiştir. Oysaki onlarda da peygamber efendimizin geleceği müjdelenmiştir ama hain ellerce dinlerin asılları çarpıtılmıştır. Şimdi bizim dinimiz de aynı ellerle karalanmaua çalısılıyor, insanlığa yanlış tanıtılıyor. İnsanlığın barış elçisi olan peygamber efendimiz terörist gibi gösteriliyor. Biz Müslümanları ağır tahriklere getirip; "İşte bunlar böyle şiddet yanlısı!" diyebilmek için uğraşıyorlar. Müslüman kardeşlerimize yanı başımızda işkenceler yapılıyor, zulüm ediliyor; sadece izliyoruz. En önemlisi aynı ülke içinde çıkarlar için kardeş kardeşe düşman olmuş, birbirlerine savaş açmışlar yine susuyoruz. Oysa tarihte bu vatan için omuz omuza savaşmış dedelerimizin torunlarıyız.
Hep birbirimize düşürülmüşüz ya da kardeşimize yapılan zulümlere göz yummuşuz. Bizim bizden başka dostumuz yokken birbirimize düşman olmuşuz. Oysa peygamber efendimizin ışığında ilerleyebilseydik, imanımızın yolunda birleşebilirdik. Umarım ki hepimizin sahip olduğu inancın ışığıyla fani değerlerin ördüğü duvarları yıkıp, ellerimizi kollarımızı bağlayan zincirleri kırarız.
Hz. Muhammed (S.A.V.) ın doğumu şerefiyle kutladığımız bu haftada onun izinden giderek iyilikler yapalım. Gördüğümüz yanlısşlıkları düzeltelim, bir kardeşimizi sevindirelim. İyiliklerimizi dualarımızla taçlandırarak peygamber efendimizin şefaatini dileyelim.
Elçin KIRAY
Nisan
2006
vurulduk ey halkım unutma bizi
Vurulduk ey halkım, Unutma Bizi
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık,
Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı
kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük
Dövüldük, vurulduk, asıldık...
Vurulduk ey halkım, unutma bizi
Yoksullugun bükemedigi bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez,
İsteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarimiz, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Fidan gibi genç kızlardık; hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında iskencecilerin acimasiz ellerine terkedildik.
Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
taptaze inançlarimizi fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi.
Ölümcül hastaydık.
Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmis doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin
ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu.
Hukuk sustu.
İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık.
Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attik
önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük.
Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleri yönetenler gizli emellerle,
başlarımızı ezmek
kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi.
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız
bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız.
Bir kez dinlemediler bizi.
Bir kez anlamak istemediler.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi.
Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha
Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmus ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze,
mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi.
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.
ÖFKELERİNİ BİR GÜN BİLE KARŞISINDAKİLERE
BAĞIRMAMIŞ İNSANLARIN GÖZLERİ ÖNÜNDE ÖLDÜRÜLDÜK.
Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına.
Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bir gün mezarlarımızda güller açacak
ey halkım, unutma bizi.
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak
ey halkim unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz
simdi hep birlikteyiz
ey halkım, unutma bizi.
UĞUR MUMCU
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık,
Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı
kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük
Dövüldük, vurulduk, asıldık...
Vurulduk ey halkım, unutma bizi
Yoksullugun bükemedigi bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez,
İsteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarimiz, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Fidan gibi genç kızlardık; hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında iskencecilerin acimasiz ellerine terkedildik.
Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
taptaze inançlarimizi fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi.
Ölümcül hastaydık.
Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmis doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin
ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu.
Hukuk sustu.
İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık.
Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attik
önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük.
Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleri yönetenler gizli emellerle,
başlarımızı ezmek
kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi.
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız
bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız.
Bir kez dinlemediler bizi.
Bir kez anlamak istemediler.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi.
Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha
Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmus ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze,
mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi.
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.
ÖFKELERİNİ BİR GÜN BİLE KARŞISINDAKİLERE
BAĞIRMAMIŞ İNSANLARIN GÖZLERİ ÖNÜNDE ÖLDÜRÜLDÜK.
Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına.
Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bir gün mezarlarımızda güller açacak
ey halkım, unutma bizi.
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak
ey halkim unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz
simdi hep birlikteyiz
ey halkım, unutma bizi.
UĞUR MUMCU
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)